DÖŞ CEBİ
Mehmet Yaşar
“Erken Yazılmış Ağıt”a Geç Yazılmış Şerh - 1
Enver Paşa’nın ardından çok şey yazıldı, çizildi. Bir dönemin kahramanı, bir dönemin hâiniydi O. Kimine göre imanlı, cesur ve zekî bir bahadır; kimine göre ise acemi, cahil ve muhteris bir korkak. Zor zamanlar ve zor şartlar, beraberinde büyük adamları da doğuruyordu. Ve biz bunu büyüdükçe anladık. Büyüdükçe ve tarihin galiplerin yazdığı yalanlarla dolu bir hikayeler manzumesi olduğunu farkettikçe anladık Enver Paşa’nın büyüklüğünü. Zihnimize yerleştirilmeye çalışılan ezberleri bozdukça, kalıpları kırdıkça O’nun fedakârâne emeğinin bugünlere uzanan ihtişamıyla karşılaştık hep. Dağılmak üzere olan ve her yerinden çatırtılar duyulan bir devleti tamir ve tedavi etmek, ayakta tutmak, yenilemek ve eski ihtişamına kavuşturmak için etmedik çılgınlık bırakmayan bir ferâgatti onunkisi. Yenilirken de büyük olabilmenin timsaliydi. Evet, hakkında çok şey yazıldı, çizildi dedik. Ammâ ki O’na dair şiir pek azdır. Şair Ferhat Altun dostumuz, bir Kurban Bayramı günü, yine bir Kurban Bayramı gününde şehadet şerbeti içen Enver Paşa’ya ithafen çok mânâlı, belki kısa gibi görünen ama çok tedâili bir şiir kaleme almıştı: Erken Yazılmış Ağıt. 2022 yılının Kurban Bayramı’nı takip eden günlerdeydi. Eposta hesabıma düşen bu şiiri görünce tabiri caizse aklım pırttı. Çok duygulandım ve çok sevindim. Ve hemen heyecanımı cevabî bir epostayla bildirdim kendisine. Bu şiire bir gün şerh yazacağımı da söyledim. İşte o gün geldi çattı.
Evvel emirde arz etmem gerekir ki şair, şiirin başlığını ustaca belirlemiş. Bir şiirin başlığı, şiirle bu kadar mı mütenasip olur? Sadece şiirin başlığı için bile sayfalarca şerh yazılabilir.
Erken Yazılmış Ağıt… Her ölüm erkendir, dolayısıyla yazılan her ağıt da erken olmak durumundadır. Ama bazı ölümler vardır ki insanın canını çok acıtır. İnsan, bir uzvu kopmuş gibi hisseder, çaresiz kaldığını hisseder. Eş-Şâhidü ve'ş-Şehîd Efendimiz (s.a.v), Hz. Hatice validemizi ve amcası Ebû Tâlib'i ahiret yurduna uğurladığında pek bir mahzun olmuştur. Hatta bu kayıpların yaşandığı yıl, "hüzün yılı (senetü'l hüzün)" diye tesmiye edilmiştir. Yine amcası ve süt kardeşi, Allah'ın Arslanı Hz. Hamza şehit düştüğünde çok ağlamış, O'na "Şehitlerin Efendisi" ünvanını vermiş ve "Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım." buyurarak acısını ifade etmiştir. Hz. Hüseyn Efendimizin şehadeti hâlâ arzı ve arşı titretmekte, yakıp kavurmaktadır. Kalpler hâlâ o tarifsiz acıyı hissetmekte, diller hâlâ o tarifsiz acıyı mersiyelerle, ağıtlarla yâd etmektedir. Şair diyor ya "ne çok acı var" diye, öyle işte... Tarih erken ölümlerle dolu... Şehzade Yâkup'a hep yanmışımdır, Şehzade Mustafa'ya yanmayan mı var? Geçtiğimiz yüzyıl içinde en çok yandığımız yiğitlerden ikisi ise Enver Paşa ve Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Muhsin Başkan’ın yarası hâlâ taptazedir, daha kabuk bağlamamıştır bile. Enver Paşa ise… Aaahh ah! Ayrı bir hüzün, ayrı bir yara… Hâsılı ağıtlar da aslında ölümler gibi hep erken oluyor. Dolayısıyla şiir, başlığıyla bile bize neler neler düşündürüyor ve hissettiriyor.
Malum yerimiz dar. Bu sayıda şiirden kısa bir bahisle ve sadece başlığı kısa bir şerh ile iktifa edelim. Devamı önümüzdeki sayılarda inşaallah.
ŞEHİR MEKTUPLARI
mehmet raşit küçükkürtül
münavebeli KASKİ şehrimize hayırlı olsun
“Münavebeli KASKİ”yle hepimiz tanışmış olduk. evinde ferit devellioğlu’nun o kütük gibi sözlüğü olanlar hemen “münavebe” nedir diye bakıp mutlu olmuşlardır. ben onlardan değilim. çünkü benim devellioğlu’nu fırıncı ismail’e verdim. fırıncı ismail’in kızı edebiyat bölümünü kazanmış. fakültede daha ilk günden kocaman bir kitap listesini çocukların süslü püslü kampüs hayallerinin orta yerine bomba gibi atmıştır hocalar. bu garipler de n’apsın, mecbur kitapların peşine düşmüşlerdir. şimdi bu kızcağızlar gidip çarşıdan şöyle ipek bir eşarp almazsa sıcak yaz günlerinde fakülteye nasıl varacak? makyaj dediğin her gün yapılıyor, kitap her gün mü okunuyor? el mecbur, makyaj parası kısılamaz. sonra pabuç namına dört beş çifti ayakkabılığa koymadan fakülteye yazılmak ayıptır! Sen geç bunları, yahu kitap denilen nesneye para verilir mi? daha dün liseden mezun oldu bu çocuklar. milli eğitim bakanlığı kitapları bedavadan veriyordu. hem de yıl sonunda “lütfen kitapları çöpe atmayın, bize getirin de geri dönüşüme gönderelim” diye çocuklara yalvarıyordu. [7ağustos2025perşembe]
***
şu kavurucu yaz sıcaklarında KASKİ’nin bize münavebe ve münavebeli kelimelerini öğretmesi sizce de insanı hislendiren, sevimli, çok duygulu bir hareket değil mi? düşünsenize KASKİ olmasaydı hangimiz tenezzül edip de “neymiş bu münavebe?” diye merak edecek, sözlüklere sarılacaktık? gerçi şehrimizde islam medeniyetini kurtarmak görevinin ağırlığıyla dopdolu, türkiye’nin meseleleri ve çözüm yolları beyninden taşarak yaşayan ve döş ceplerinde medeniyet projeleriyle gezen yazarlarımız illa ki sözlüklerinden düşünceli, dalgın ama vakur bir edayla münavebe kelimesine yıllar evvel bakmışlardır. fakat tozun, toprağın, inşaatın, deprem gulgulesinin içinde ısrarla açık duran “batı köyleri çay ocağı”na devam eden köy dolmuşu şoförleri nereden duyacaklardı münavebeyi? kuzeypark’ta (ne biçim isim!) her gece fink atan, “ara gaz” verip egzos diye halkımızın beynini patlatan motor sürülerinin gediklisi liseli toraşanlar… hele onların münavebe kelimesini duyması imkânsızdır. gönlü, göbeği ve zihni açık bir hâlde prestij caddemizden tekerek istikametine önünde iti, ardında biti, aklında “maniti” seğirten kızlarımız da münavebe kelimesini herhalde KASKİ’nin himmeti olmasa duymayacaklardı. demek istediğim, hepimiz KASKİ’ye ve büyükşehir belediyesine bu iletişim hizmetinden ötürü ne kadar minnet duysak azdır. [7ağustos2025perşembe]
***
bizim KASKİ, münavebeli KASKİ olduktan sonra halkımızın feryadı gökleri mi tuttu ne oldu KASKİ’nin su tankerlerine dış mahallelerin, köylerin yerine artık gözümüzün gördüğü her sokakta rastlanır oldu. KASKİ genel müdürlüğü, iletişim kanallarını o kadar kötü kullanıyor ki şu su tankerlerinin iki fotoğrafını alıverip sosyal medyaya koymak aklına gelmiyor. zaten “önemli duyuru” diye deprem bahaneli su kesintisi ilânında da bilgiler yarım yamalaktı. münavebeli su verilecek mahallelerin isimleri sıralanmıştı amma kime hangi sırayla su geleceğini bilen yoktu. KASKİ’nin cep mesajları da ancak kara haber vermeye yarıyor, herhalde kimsenin aklına “hangi mahallenin suyunu kesmişsek, o mahalleye kayıtlı cep telefonlarına bir cep mesajı gönderelim” demek gelmedi. hâlbuki bizim maraşlı uçağa binmeye alışmış, istanbul’un hangi semtine adım atmışsa o semtin belediye başkanı tarafından “...’ımıza hoş geldiniz!” tarzı sırnaşık mesajlar atılabildiğini görmüştür. [7ağustos2025perşembe]
Enver Çapar
Maraş’ın İstiklal Madalyası 100 Yaşında
5 Nisan 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Maraş’a istiklal madalyası verildi. Bu yıl Maraş’a İstiklal Madalyası verilişinin 100. yılı. Böylesi önemli bir olayın şehrin gündeminde daha fazla yer edinmesi beklenirdi. Maraş sokaklarında bir röportaj yapsanız insanların çoğunun 5 Nisan’ın ne anlama geldiğinden haberi yoktur. Bir mahalleye ve bir okula 5 Nisan ismi verilmiş olsa da halkın bu konu ile ilgili bilgisi çok azdır. Şehir zor günler geçirdi ve hala etkileri devam ediyor. Asrın felaketinin izleri yavaş yavaş siliniyor. Bir taraftan depremin yaraları sarılmaya çalışılıyor. Şehir yavaş yavaş toparlanıyor. Bu gibi sebeplerden ötürü madalyanın 100. yılı biraz gölgede kaldı gibi görünüyor.
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, İstiklal Madalyasının 100. yılı anısına “İstiklalin Madalyalı İlk Şehri Kahraman Maraş” isimli bir kitap hazırlamış. Renkli ve kaliteli bir baskı ile madalyaya yakışan bir eser olmuş. Emeği geçenleri kutluyoruz. Fakat bu eserden de pek kimsenin haberi yok. Bu gibi eserler öncelikle okuyan yazan kültür insanlarına ulaştırılmalı ki onlar da bu eseri tanıtarak halkın ona ulaşmasını sağlamalı. Okullara gönderilmeli ve öğretmenlerin bu eseri öğrencilerine tanıtmaları ve anlatmaları sağlanmalı. Henüz vakit geçmiş sayılmaz, yıl sonuna kadar bu eserin ve madalyanın şehrin gündeminde olmasını umut ediyoruz.
Maraş İstiklal Harbi ülkenin kurtuluşu için ilk umut ışığı olmuştur. Dışardan yardım almadan kendi kıt imkanları ile her bakımdan üstün olan düşman kuvvetleriyle gece gündüz demeden her ferdiyle kahramanca savaşan Maraş halkının bu mücadelesi Anadolu’nun kurtuluş meşalesini ateşleyen bir zaferdir. Henüz Büyük Millet Meclisi açılmadan Maraş’ın zafer kazanması Osmanlı’nın devamı olan ve küllerinden yeniden doğan devlete ayrı bir güç katmış ve moral motivasyon sağlamıştır. İstiklal Harbinde Maraş bir bütün olmuştur. Genç, yaşlı, kadın erkek, çocuk topyekûn mücadele vermiştir. Amansız mücadelenin sonunda tek bir kahraman yoktur. Bütün Maraş halkının tamamı kahramandır.
Bilindiği gibi istiklal madalyası savaşta kahramanlık gösterenlere verilir. Yeni bir uygulama değildir fakat bu defa bir kişiye değil bütün şehir halkına verilmiştir. Maraşlı islamların hepsi İstiklal Harbinde yek vücut olduğu için madalya bütün şehir halkına armağan edilmiştir. Böylece bütün Maraş halkı onu göğsüne takamasa da kalbine nakşetmiştir. Şehrin birlik ve beraberliğinin, kahramanlığının sembolü olmuştur madalya.
Madalyamız nerede?
Bütün Maraş halkına verilen madalya, bugün Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanının makam odasında kilitli bir çekmecede beklemektedir. Sanki gizli bir şeymiş gibi herkesten saklanmaktadır. Oysa halka verilen bir şeyin halkın her zaman görebileceği ve istediği zaman gidip ziyaret edebileceği bir yerde olması gerekmez mi? Bu övünç kaynağımızı gizlemek yerine gururla sergileyelim ki o günleri unutmayalım ve istiklalin kıymetini bilelim.
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesine çağrı:
İstiklal Madalyası belediyenin girişinde güvenlikli bir camekan içinde sergilenmeli. Halka ait olan bir şey halktan saklanmamalı. Yirmi dört saat güvenlik görevlisinin olduğu her tarafı kameralarla donatılmış olan belediyede madalyanın çalınması veya kaybolması ihtimali de yoktur herhalde.
Ayrıca madalyanın bir replikasının yaptırılarak çerçevelenmiş şekilde Kahramanmaraş’taki bütün okulların girişinde sergilenmesi gerekir. Kahramanlık ve istiklal ruhunu yaşatmak için bu gibi sembollerin insanların hafızasına yerleşmesi önemlidir. Konuyla bağlantılı olarak “Sahibini Arayan Madalya” filmi restore ettirilmeli, mümkünse yeniden çekilmeli. Maraş İstiklal Harbi ve madalyanın hikayesini anlatan bir belgesel hazırlanmalı. Bu gibi önemli olaylar şehrin hafızasında her daim taze olmalıdır.
Hasan Bazı
HATIRA
“Kitapların da bir kaderi var”
Yaz aylarının insanı baygınlaştıran sıcaklarında Türkoğlu’nun Şekeroba köyüne doğru bir araba yola koyulduk. Merhum Veli Yakar Hoca’nın varislerinin Hoca’dan kalan kitapları bağışlamak düşüncesinde olduğunu öğrenmemizle birlikte yine bir kütüphaneyi kurtarmanın telaşıyda kitapların peşine düştük. Kendisi 50’li yıllarda Şam’a gidip medrese eğitimi almış. Maraş’a döndükten sonra uzun yıllar Çarşıbaşı Caminde imamlık ve zaman zaman müftü vekilliği yapmış.
Şekeroba köyüne vardığımızda depremin burayı da harabeye çevirdiğini, insanların çadırlarda, konteynırlarda ikamet ettiklerini gördük. Şehrimizin yaşadığı deprem yalnızca evlerimizi değil gönüllerimizi, zihinlerimizi de alt üst etmişti.
Veli Hocanın çocukları bizi kitapları muhafaza ettikleri ambara götürdüler. Deprem şartlarında koca kütüphaneyi beş büyük çuvala sığdırmışlar. Bu çuvallar eşyaların arasında kalmıştı. Çuvalları ambardan çıkarıp kitapları tek tek bir serginin üzerine koyduk. Sonrasında kutulara yerleştirdik. Epeyce kitap vardı. Hepsini kutulara yerleştirmek bir hayli zor olsa da bir kütüphane kurtarmanın heyecanı bizi hiç yormadı. Çuvaldan çıkarıp sergiye koyarken elimden geçen kitaplara baktıkça hayret ediyor, Veli Hoca’nın bu kadar kitabı Şam’dan buraya nasıl getirdiğini düşünüyordum. Günümüz dünyasında bu kadar ulaşım aracının olmasına rağmen zorlanılabilecek bu taşıma olayı o zamanlarda nasıl oluyordu, insanlar ilim için ne meşakkatlere katlanıyordu gerçekten hayret edilecek şeyler. Kitaplar ağırlıklı olarak medresede okuduğu ders kitapları; sarf ve nahiv kitapları, hadis ve tefsir kitapları, fıkıh kitapları…ilh. gibi ilmî eserlerden müteşekkildi.
Kitapları salimen aldık. Günler süren bir çalışmayla tüm kitapların indeksini çıkartmayı başardık. Ailenin vasiyeti üzerine daha nice talebelerin istifadesine sunulmak üzere bir medreseye bağışladık. İsmail Kara Hoca’nın da dediği gibi “kitapların da bir kaderi var”.
Ferhat Altun
Erken Yazılmış Ağıt
-Gâzî-i Nâmdâr ve Şehîd-i Âlâ
İsmail Enver Paşa'ya-
yalın kılıç
düşmanın üstüne bir bayram günü
bir bayram günü vurulup göğsünden
bayramı kendine hayran bırakırsın
hayran bırakırsın göğsündeki kuşları
bak ölüm nasıl kucaklıyor seni
yalın kılıç
Nurcihan Kızmaz
Garbi Yeli
Garbi yeli esti mi
Açılır hatıraların sandığı
Tül perde gibi titrer zaman.
Bebeğimin ninnisi,
Ninemin başörtüsü titrer.
Ve dedemin sırtına vuran güneş
Maşrapasındaki su,
Alnındaki ter titrer.
Garbi yeli esti mi
Zeytin dalı salınır.
Çiğ taneleri elenir,
Toprak kokar.
Garbi yeli esti mi
Bazen uzaklardan bir selam,
Belki bir muştulu mektup,
Kim bilir belki de talih,
Göz ucuyla tebessüm eder.
Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:
Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:8
Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi yayınıdır.
Her hafta Cuma günü yayımlanır.