Whatsapp Görsel 2025 06 26 Saat 15.43.28 03Fa8179

DÖŞ CEBİ

Mehmet Yaşar

Döş Cebimde Notlar, Yârenlikler…

Yıllar var ki yazı yazma orucu tutuyordum. Bazı elzem durumlar haricinde bu orucumu tutmaya devam ettim. İçimde hep bir beklenti vardı. Zamanı kolluyordum belki, belki de bir zemin beklentisi içindeydim bilemiyorum. Ama kendimle yaptığım iç konuşmalarda Cenab-ı Allah ömür verirse, 40 yaşı itibarıyla yazmaya başlayacağıma dair bir duygu, bir iç sesle muhatap oluyordum. Belki de tembelliğimin ürettiği mazeretlerden biriydi bu. Fakat bu yıl, içimde garip kıpırdanmaların olduğu bir yıl olarak geçiyor. Yıllardır yazmasam da, “ileride bir gün yazarım” diye biriktirdiğim notlarla dolu döş cebim. Boş da durmadım bunca yıl. Notlar aldım, fişler biriktirdim kendimce. Ve şimdi içimde garip bir yazma arzusu beni dürtükleyip duruyor. Aa, meğer kırk yaşına gelmişim. Kırk sayısı hikmetli bir sayı malum. Bir yerde okumuştum: İnsanda bedenî olgunluk 23 yaşında, aklî olgunluk 33 yaşında, ruhî olgunluk 40 yaşında olurmuş. Peygamberimiz’e (s.a.v.) risalet vazifesi 40 yaşında verilmiş. Ayette de geçtiği gibi, Musa (a.s.) Tur Dağı’nda 40 gece geçirmiş. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Hâsılı sanki 40 yaşın getirdiği bir his kapladı her yanımı. Yıllardır biriktirdiğim ve yazılmayı bekleyen notlar birer birer aklıma üşüşür oldu. O notlar, aynı zamanda izlerle dolu; hatıraların, portrelerin, kitapların, yazıların, şiirlerin ruhumda bıraktığı izlerle. Garbi Yeli esintisi ne kadar sürer bilmem ama kalbimden döş cebime sızan bu notlar bir şekilde kelimelere dökülecek gibi görünüyor. Hayırlısı diyelim.

Bahsettiğim notların haricinde Döş Cebi köşesi bir yârenlik köşesi olsun istiyorum. Dostlara tatlı sataşmalar yapalım buradan, güzel haberler paylaşalım. Meselâ, “Memduh Atalay Hoca şiiri bıraktı mı?” diye soralım, “Maraş’ın çeşmelerini, sularını yazan yok mu?” diye bir derde düşelim, “Hasan Keklikçi, hikâye malzemesi dükkanını kapattı mı?” diye kaygılanalım “Hasan Ejderha onca yıldır yazdığı hikâyeleri neden kitaplaştırmıyor?” diye zarf atalım, “Enver Çapar’ın şiir kitabını aldınız mı?” diye sual edelim, “Ali Büyükçapar keşke Milcan’ı devam ettirse.” diye maraklanalım istiyorum.

Yârenliğimiz bereketli olsun…

ŞEHİR MEKTUPLARI

mehmet raşit küçükkürtül

reklâm tahtaları ve duvar yazıları arasında bir teyelleme

maraş’ta duvar yazıları iyiden iyiye sosyal medyanın etkisi altına girdi. duvar yazılarının tonlaması, sosyal medya gönderilerine benziyor. ayrıca gençler, instagram hesaplarını duvarlardan reklâm etmeye başlamışlar. [25haz2025çarşamba]

***

kaç zamandır cnbc-e isimli televizyon kanalının yeniden yayın hayatına başlaması sebebiyle maraş’ın reklam tahtaları bu kanalın ilanlarıyla işgal ediliyor. reklamları ilk gördüğümde, neredeyse bütün reklam tahtaları bu kanala tahsis edilmişti. benim de zihnime “acaba bunca reklam masrafı etmeye değecek kadar kendilerine maraş’tan seyirci buluyorlar mı?” diye bir istifham doğdu. şimdi teyit ettim, kanal 10 haziran 2024’te tekrar faaliyete başlamış. demek ki bu sene yaz boyu cnbc-e’nin “ekran yüzleri” doldurdu maraş’ın göz hizasını. ergen gençlerin ve muzip orta yaşlıların “boş ver, böylesi daha iyi. yağlı vücutları, dar kesim takım elbiselerinden taşan, hin suratlı taşralı siyasetçilerin fotoğrafları mahalli seçim boyunca usandırmıştı. en azından bu kanalın ‘ekran yüzleri’ öyle değil!” dediğini duyar gibiyim. iyi de, sabah namazından sonra şehrimizin “prestij caddesi”ne yürüyüş yapmak için hücüleyen, sömelek köfte emsali bürokrat karıları da mı rahatsız olmuyor bu cnbc-e reklamlarından? naçizane kanaatim, KADEM’in maraş şubesinin bu hususta homurdanmaları eksik olmuyordur. Bence esas ilginç olan husus, bu reklamların başka şehirlerde bu denli yer almaması. sivas’ı idris ekinci’yi aradım, orada böyle bir reklam yokmuş. mersin’de, ankara’da, şanlıurfa’da oturan arkadaşlarıma sordum, onlar da böyle boca edilmişçesine bir reklam hücumundan haberdar değiller. şanlıurfa’daki ve ankara’daki arkadaşların birkaç kere denk gelmiş olmaları ve sivas, giresun gibi büyükşehir mevkiinde olmayan yerlerde rast gelinmemesi manzarayı az çok ortaya çıkardı. “ulusal reklam”lar ekseriyetle büyükşehir belediyesine sahip şehirlerde yer alıyor ve maraş’ta cncbc-e kanalı niyeyse reklam tahtalarını işgal seviyesinde doldurmuş. [22-27ağu2024]

***

bu akşam kahramanmaraş'ın ezanlarında bir tuhaflık var. akşam ezanını okuyanla yatsıyı okuyan aynı kişi ve "performans sanatçısı" gibi davranıyor. şu an yatsı ezanı okunuyor; geç başladı ve ezanın baş tarafı hoparlöre yansımadı. kısaca şu "merkezî ezan" işinin perişanlıkları… ben bu şikayetimi vatsap derler firenk icadı mecradan yazınca bir imam arkadaşımız “kardeşim, başka ülkelerden kuran ziyafeti için şehrimize gelen hafızlar vardı zekeriya tanrıverdi camiinde kuran ziyafeti sundular. ezanları da onlar okudular. nezaketen arkadaşlar onlara okutmuşlardır. ezan makamı ülkelere göre değişik olabiliyor. ondan kaynaklıdır.” bana bunu yazan imam arkadaşa da yatsı ezanın geç başladığını, ezanın baş tarafının hoparlöre yansımadığını vs. yazdım elbette. bir cevap vermemeyi tercih etti. aynı imam arkadaşımıza daha evvel de bu merkezî ezan işinin 28 şubat’ta başladığını, şehrimizde gürül gürül akan nehirler gibi ezan okunan zamanlara niye dönmediğimizi sorunca bana oldukça tuhaf şeyler söylemişti. mesela bazı zenginlerin kulak hoşluğunu bozmamak için, kötü müezzinlerden sakınmak için bilhassa merkezî ezanda devam edilmesini istediğini söyledi. o bazı zenginlerin kim olduğunu söylemedi, ben de sormadım. açıkçası böyle taleplerde kimlerin bulunduğunu tahmin de edemiyorum. ben evvelden beri aynı tavırda, aynı mukayesedeyim: “maraş’ımız fransız işgâlinden kurtuldu, çok şükür. acaba merkezî ezan zulmünden ne zaman kurtulur?” [1may2025perşembe]

Ömer Kara

Yarım Ağız Dilden Eder!

Zamanın berhinde Halep’te zengin bir şeyh yaşarmış. Yok yere efendiye gara çalmışlar: Garamat kandan çetin! Osanmış gayrı, sırtına azığını çalıp yazının yüzünden yörüyerek Maraş’a varmış. Ellerin aralığında durmayım diye bir medrese almış. Geldiğini duyan horantiyi toplayıp efendinin evinin önüne mitili sermiş: “Şu dölü de al tekkene heri”, “Aman yavrumun dülüğü düştü bunu da al!” Birtiy ganalgası da tezimiş efendinin. Döllerin arasından cin cücüğümü bahan ikisini seçip almış ohutmak için, biri Andırınlı, biri Afşinli. Başlamış talim etmiye: Kur’an, hadis, fıkıh… Yelken külah beş mevsim geçip gitmiş. Rahlesinin başına oturmuş, çağırmış dölleri de. Sakallarını sıvazlamış, demiş: “Birinize el vericiydim”, Andırınlıya dönmüş: “Sen” demiş, “ne ohuttuysam ohudun”. “Afşinliye dönmüş: “Sen de” demiş, “beni ohuttun” “gutbun gutbun ohuttun”. Afşinliye el vermiş.

Sadece bu fıkrada birbirinden farklı tam 104 kelime var. O çok fasih Türkçesiyle (!) İstanbul’da yaşayan beyaz yakalıların bir günde konuştuğundan fazla yani. Deyişler, sıfatlar, fiiller; sonra elmas kadar nadir çekim ekleri… Hepsi Maraş ağzından. Gidin Kanlıkavak’a, kerpiç evinin avlusunda, sırtındaki bütün dünya yüküyle bastonuna dayanmış şalvarlı bir koca bulun. Sorular sorun ona yaşamına dair. Can kulağıyla dinleyin ardından. Bir yol gözlerinizi kapatın şöyle. Sadece duyduğunuz sese odaklanın. Bakın bakalım kendinizi Türkistan’ın hangi kentinde bulacaksınız? Artık gözünüzü Yesi’de mi açarsınız? Semerkant’ta mı? Yoksa bir anda Telafer’e mi ışınlanacaksınız artık, bilmiyorum. Öte yandan küçük bir zikirmatik alın elinize, o kocadan duyduğunuz her bir yeni kelimede düğmesine basın. Basın da ekranda nasıl bir rakam çıkacak görün. Her türlü bahse varım 20 binin üzerinde bir kelime dağarcığı vardır o şalvarlı, sakallı; o sizden ari, o hor görülmüş kocanın…

Ziya Paşa’nın yahut Şinasi’nin hatırasıydı: -Okuyucu beni bağışlasın-, müellifini tam hatırlayamıyorum. Eline upuzun bir Farsça divan almış. Başlamış Türkçeye çevirmeye. Günler sonra bitirmiş çeviriyi. Elinde birkaç mısradan oluşan Türkçe bir şiir kalmış. Hatıratın sahibinin şöyle naklettiğini hatırlıyorum: “Dilimin şirinliğinden elimi elime çalıp güldüm.” Türk dili böyle latif bir “hazfütakdir” dilidir. Eksilti denir bu duruma ama bence eksik değil bilakis tamdır, tastamamdır. Çünkü en az kelime sarfiyatıyla en fazla şeyi anlatır Türkçe. Nitekim Kahramanmaraş’ta konuşulan mahallî ağız da Türkçenin en zengin ve en öz şubelerinden biridir. Türk soylu ülkelerin hangisine giderseniz gidin: “Belim berk” deyişini derhal anlayacaktır örneğin.

Lafı deli gavırın gabırlık gezdii gimi dolandırıp durmayayım: Maraşlıysanız, talihlisiniz. Çünkü size, kimseye nasip olmayacak bir konuşma kabiliyeti nasip edilmiş. Kullanmaktan utanmayın, düşük bir şey gibi görmeyin. Kahramanmaraş’ın içinde, dışında; nerede olursanız olun, bu şirin dili muhafaza edin. İstanbul’da, Ankara’da alay ediyorlarmış… Son ettikleri olsun. Alay edenlerin kaçı, sizin kendinizi ifade ettiğiniz kadar konuşabiliyor? Emin olunuz ki, hiçbiri… Nasıl ki yarım doktur candan ederse, yarım hoca dinden ederse; yarım ağız da dilden eder. Aman!

Hasan Bazı

Söz Mermi Gibidir


ferhat altun’a

kelime israfı bir dünyada
boş vermişliğim var günlerime bedel.


vergili askerlerini yollayan zalim
zihnimi ele geçirmeye çalışır.
dilimden düşmeyen dualar
saklı cennetim.
bunu bilmiyor o zalim
geliyor,
bana karşı elinde her şey var.
yalınkılıç gibi gidiyorum savaşa
kırık kılıcım yarım kalan naattır
bir nara atıyorum
yarım kalan naatın yarısı eder
tam tevekkül bir düello oluyor bizimkisi
o; zalimliğine, askerlerine, kılıcına
ben; dualarıma, yalınlığıma, naatıma
tevekkül ediyorum

savaş meydanı bağrını açıyor bize
gelin hınçlarınızı kapıştırın diyor
kıran kırana bir mücadele
oluyor.
mücadele; hem mücerret hem müşahhas,
hem müstakbel hem mazi.
yaylarında gerilen okların gölgesinde,
havayı ve arzı sarsa sarsa giden atların
nallarında,
o kibrine yeniliyor, ben yarım kalmışlığıma.
askerlerin ve naraların üzerinde
incele incele kıvılcımlar saçan
kılıçlarımızla
o zulmüne, ben hayırhahlığıma
yeniliyorum.
kıran da kırılan da biliniyor.

savaş meydanı

bağrına aldıklarını dışarı attı.
kimin kazandığı meçhul
oysa o da, ben de biliyoruz kimin kazandığını
zaferi haykırmak için cesaretimiz yok
kıran da kırılan da biliyor.

abasını yakan kepenekli zalim
halkına döndü:
-övgüler dizmenizi beklemiyorum
sizden ey insanlar! sahici olun yeter.

ben ardıma döndüm
sırtımı verdiğim yalınlığımdan başka
kimse yoktu.

Ferhat Altun

Acımsamalar II

Hasan Bazı'ya

I.

bugün namlunun ucunda durdum

sandım ki kalbimin ucunda durdum

zaman ellerimde yapma bir çiçek

gönlümün en siyah yasında durdum

II.

"Çalın davulları çaydan aşağı

Mezarımı kazın belden aşağı"

kalbinde sızlayan nurlu bir asker

gördüm yüzü selanik'ti yüreği kırım

sesi musul'du sesi musul'du sesi musul

vardı yalın kılıç gavur üstüne

o vurdu gavuru

bir de ben vurdum

III.

"Değirmen başında vurdular beni

Kirli tütünlüğe sardılar beni"

kalbinde sızlayan bir yiğit adam

gördüm ufku halep'ti güneşi kerkük

kalbi batum'du kalbi batum'du kalbi batum

maraş dağlarında karlar altında

bir o uçtu ölüme

bir de ben uçtum

IV.

şimdi

adam, asker ve ben

anlaşılmaz bir takvim var duvarda

aya hasret inliyoruz

inliyor yarım kalan her şey

inliyor sen ve ben

inliyor kırık kılıcımız

bir kılıç inler mi hasan?

V.

bizim olan nerede

biz neredeyiz

Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:

[email protected]

Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar

Sayfa Editörü: Ufuk Türk

Sayı:2

Her hafta Cuma günü yayımlanır.