DÖŞ CEBİ
Mehmet Yaşar
“Erken Yazılmış Ağıt”a Geç Yazılmış Şerh - 2
Erken Yazılmış Ağıt
yalın kılıç
düşmanın üstüne bir bayram günü
bir bayram günü vurulup göğsünden
bayramı kendine hayran bırakırsın
hayran bırakırsın göğsündeki kuşları
bak ölüm nasıl kucaklıyor seni
yalın kılıç
Ferhat Altun
Yalın kılıç… şair adeta bir nâra, bir haykırışla başlıyor şiire: yalın kılıç! Bu iki kelime, Enver Paşa’nın bütün hayatını, o baş döndüren destansı mücadelesini özetler niteliktedir. Yalın kılıç… Yani bütün dünyevî yüklerden ve kaygılardan âzâde, iman ve cesaretle, gözlerinde en küçük bir tereddüt kırıntısı dahi taşımadan… Enver Paşa, hâdimü’l Haremeyn olan Türk milletinin son büyük kahramanlarından. 41 yıllık kısacık denilebilecek ömründe mücadelesini hep ön saflarda, hep göğsünü siper ederek, hep risk alarak geçirmiş bir yiğit. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” düsturunca şerefle yaşamış ve şerefle şehadete yürümüştür. Tarih, O’nu yenilmek bilmez bir iman ve adanmışlığın en keskin kılıçlarından biri olarak kaydetmiştir hafızasına. Ama daima “yalın kılıç” olarak…
Bir bayram günü, bir Kurban Bayramı günü şehadete varışı, Allah yolunda, vatan uğrunda kurban oluşunun tescili gibidir. Evet o bir kurbandır. Aslî manası ile bir kurban, davasının kurbanıdır Enver Paşa. Kanını, kanla yoğrulmuş vatan toprağına akıtarak, göğsünü vatan müdafaası için siper ederek şehit olmuştur. Ve o bayram gününde şairin dediği gibi bayramı kendisine hayran bırakarak şehit olmuştur. Göğsüne isabet eden kurşunlar birer iman, hürriyet ve cesaret kuşları misali hayranlıkla kanatlanarak ardından gelenlere muştular taşımıştır. Kulağımız hâlâ o kuşların kanat seslerindedir. Adriyatikten Çin Seddine uzanan büyük bir coğrafya, hâlâ o kuşların kanat sesleri ile avunmaktadır. Tuna Nehri, Vey Irmağı, Nil Nehri; Tanrı Dağları, Koca Balkan Dağları, Allahuekber Dağları, Toroslar hâlâ o kanat sesleri ile avunmaktadır.
Ve ölüm, kaçınılmaz son. Her nefsin tadacağı o meşhur hadise… Bir ismi aşağıların en aşağısına taşır bazen, bazen de yüceltir de yüceltir. Kimini izzetle, kimini zilletle karşılar. Şairin ifadesiyle Enver Paşa’yı adeta kucaklamış, sarıp sarmalamıştır ölüm ve şehadet makamına taşımıştır. Nice bereketli doğumların habercisi olur bazen ölüm. Kocaman bir coğrafyada bir Enver gider, binlerce Enver gelir. Ama hiç bitmez Enver’ler. Duamız, dileğimiz, mücadelemiz bitmemesi içindir.
Yazacak, söyleyecek çok şey var belki. Ama bir şiir, sayfalarca dolusu sözleri birkaç kelimeyle özetler mâlum. Şair Ferhat Altun da “Erken Yazılmış Ağıt”la şehadetinin yüzüncü sene-i devriyesinde Paşamızı pek latif bir şekilde yâd etmiştir, sağ olsun, var olsun.
Şair Ferhat Altun’a bu şiiri Türkçemize, Türk şiirine kazandırdığı için teşekkür ediyoruz.
ŞEHİR MEKTUPLARI
mehmet raşit küçükkürtül
bu palmiye ağaçlarını maraş’a kim getirdi?
motorlu taşıtlarda artık plakaları emniyet müdürlüğü üç harf öbekleyerek veriyor. 46 numaralı plakalarda öbek sırası AKP olanlara gelmiş. söylentiye göre telefon edip plaka ayırtanlar, emniyete plaka değiştirmeye koşanlar olmuş. YSP’ye gelince de bize haber edin, bizim de “yeşil soğan partisi” var. [31tem2025]
***
arthur rimbaud’nun bir şiirini sezai karakoç “bit kıran kızlar” diye tercüme etmiş, vaktiyle bu tercüme meşhur da olmuş. maraş’ta prestij caddesi ve tekerek muhitinde yürüyünce bir taşlama şiiri başlığı aklıma geliyor: “it gezdiren kızlar”. yazacak bir şair çıkar mı? [31tem2025]
***
ilk ve orta mektebi “çırçırcılar ilköğretim okulu”nda okudum. şimdi bu okul “ali sezai efendi ilkokulu” olmuş. tekke ve zaviyeler lağvedildiği için şeyh ali sezai hazretlerine bir “efendi”lik bahşedilmiş, şeyhlik elinden alınmış! [7ağustos2025]
***
tamire gözlük verecektim, saraçhane'ye vardım. dükkân kapalıydı. "21 dakika sonra geleceğim" diye dükkânına tabela asan tamirci emrullah çevirici vefat etmiş. esnaf "kalp rahatsızlığı vardı, 3-4 ay oldu öleli. kimsesi yoktu zaten" dedi. [14nis2025]
***
dulkadiroğlu belediyesinin evlendirme dairesinde öyle bir kadın memur var ki darbımeseli “mahkeme duvarı” yerine “evlendirme dairesi duvarı” diye değiştirsek sezâdır. [9ağustos2025]
***
bu palmiye ağaçlarını maraş'a getirmek kimin fikriydi acaba? zavallı ağaçlara bu "akdeniz yaylası" hiç iyi gelmiyor, gördüğüm her palmiye işkence görmüş gibi süklüm püklüm. [23aralık2024]
***
amerikan üniversitelerinde birçok şahsî arşiv var. yüksek lisans tezimi yazarken ahmet emin yalman'ın şahsî evrakına da bir amerikan üniversitesinden ulaşmıştım. 30 şubat 1920'de maraş'ta doğan amerikalı gazeteci ben bağcıkyan'ın evrakı da clark üniversitesinde, 1971'de maraş'ı gezmiş. [30ocak2025]
***
kaledibinde yaz güz, soğuk sıcak demeden bekleşen kalabalığı siz de görüyor musunuz? bu kalabalık depremden sonra oldu. ptt’nin “konteyner” şûbesinin önüne yığılan insanlar, iki yıldır burada hep bir kalabalık sıra bekliyor. bir oturak, bir gölgelik temin etmek çok mu zordur? [1şub2025]
***
bir taziye için küçükarık’ların adına bahtiyar yokuşu’nda açılan taziyeevindeyiz. ne hikmetse taziye evinin hemen otomobil kapısında üç dört parke emanet duruyor, bir çukur da yanında. tam da otomobil tamponlarını okşayacak cinsten bir çukur! bahçede oturuyoruz. belediye başkanı gelecek dendi. “kendisinin tekeri de çukura düşsün de görsün” - “onların arabası yüksek olur, düşmez” [12ağu2025]
Ömer Yalçınova
Kalender: Ahmet Doğan İlbey
Kalender; “Dünya malına önem vermeyen, müsâmahakâr, yumuşak huylu, alçak gönüllü, olur olmaz şeyin üstünde durmayan kimse”dir. Ahmet abiyi düşününce benim de ilk aklıma gelen nitelikler bunlardı.
2001 veya 2002 yazıydı, Batıpark Çay Bahçesi’nde tanıştık Ahmet Doğan İlbey’le (1954-2023). Yanında Hasan Ejderha vardı. Hasan abi beni bilhassa tanıştırmak istemişti Ahmet abiyle. Ahmet abinin ilk sorusu, “Ne okuyorsun?” olmuştu. Ben bu sorudan, okumakta olduğum üniversite bölümünü değil kitabı anlamıştım. Necip Mahfuz’un Midak Sokağı’nı okuduğumu söylemiştim. Ahmet abinin gözleri parlamıştı bu cevap karşısında. Ve bana Midak Sokağı’na dair tespitlerini anlatmaya başlamıştı. Söyledikleri gerçekten ilginçti. Bölüm bölüm, karakter karakter romanı anlatıyor, araya sıkı yorumlar getiriyordu. O sıralar henüz kulağından rahatsız değildi. Söylediklerimizi rahatlıkla duyuyordu. O rahatlığın içinde arada sırada benim de romandan eklediğim ayrıntılarla sanki oturduğumuz yerde sözle müthiş bir roman eleştirisi yazıyorduk. Bazen de “Uzattım kusura bakma.” diyordu. Kusura bakmak ne kelime, zevkle dinliyordum. Bu yoğun sohbeti Hasan abi ilgiyle izliyordu. Sonrasında takip ettiğim dergileri, benimsediğim mütefekkir ve şairleri de konuşmuştuk. “Bahsettiğin kişilerin çoğu mistik.” demişti. O gün bu “mistik” kelimesi zihnimde çınlayıp durmuştu.
“Kalender”e Kubbealtı Luğatı’nda verilen ilk anlam “Dünya malına önem vermeyen, müsâmahakâr, yumuşak huylu, alçak gönüllü, olur olmaz şeyin üstünde durmayan kimse”dir. Ahmet abiyi düşününce benim de ilk aklıma gelen nitelikler bunlardı. O yüzden yazıya otururken dilime “kalender” kelimesi takıldı. Ahmet Doğan İlbey tanıyabileceğiniz nadir kalender kişilerden biriydi. Diğer bir tanıdığım kalender, Yaşar Alparslan’dı. Ahmet abinin her halinde kalenderlik vardı. Ona duyduğum derin muhabbetin sebebi de buydu. Ondan kaçmamın sebebi de. Evet, kaçardım Ahmet abiden. O ne kadar sık görüşmek, sohbet etmek istese de, ben onun ilgisini kaldıramazdım. Kaçmamın nedeni de buydu. En son Yazarlar Birliği’nin Kahramanmaraş şubesindeyken, gençlere dönüp “Ömer gelmiş, siz istifade etmek dururken, susuyorsunuz.” demişti. İşte benim kaçtığım, onun bu kalenderliği, tanıdığı insanlara biçtiği büyük değerdi. O değerin hakkını veremem diye korktuğumdan belki de kaçardım.
Ahmet Doğan İlbey büyük değerdi. O değerden arkadaşlarına, yeni tanıştıklarına, ilgili gördüğü gençlere bol bol dağıtırdı. Bu hususta onun kadar bonkör olanını görmedim. Oysa edebiyat ve düşünce dünyamızda, herkes bir diğerinin değerini küçük göstermeye çalışarak kendini değerli hisseder. Oysa Ahmet abi ne kadar çok değer verirse o kadar insanların değerleneceğini, o kelimeyle anlatılmaz bilgeliğiyle sezmiş ve hemen hayatına uygulamıştı. Kendine takılan gençlere bile o kadar güzel gülümsemesi ve hayret ifade eden el kol hareketleri vardı ki sanırsınız, bir devrime kalkışacak, onun hazırlığını yapmaktadır.
Ahmet abinin ilk paragrafta söz ettiğim gibi, engin bir kültür birikimi vardı. Ama o daha çok siyasi konularda yazmayı yeğlerdi. Onun bir ideolojisi, etiği ve metafiziği vardı. Siyasi yazılarından da bunları çıkarmak mümkün. Ama asıl edebiyat görüşü, şehir düşüncesi; sokakların tarihi, Kahramanmaraş’ın istiklali, köyleri ve insanlarına dair ayrıntılı bilgileri bu metafizik yönünü daha iyi, sarih ve tesirli gösteren konulardı. Evelâhir’e bu konularda yazmasını istemiştim. Beni kırmamak adına, sadece doğup büyüdüğü Hartlap Köyü’nü yazmıştı. O yazıdaki letafet, her cümlesinde hissedilir. Bir de Evelâhir’e kendi öyküleme tarzıyla Maraş’ın 12 Şubat Bayramı’nı yazmıştı. Duygu dolu, hareketli ve heyecanı kullandığı her kelimeden belli olan, akıcı bir yazıydı.
Seda Nur Çetinkaya
Kopya Dünya ve Yozlaşan Dil
Sabah gözümüzü açar açmaz elimiz otomatik olarak telefona gidiyor. Storylerde yeni akımlar, yeni trendler, “motivasyon” adı altında paylaşılan boş sözler… Ne garip ki herkes “farklı” olduğunu iddia ederken, aslında birbirinin kopyası olmuş. Artık özgün olmak yorgunluk, aykırı olmak dışlanmak, farklı düşünmek ise risk gibi algılanıyor. Günün her saati elimizde tuttuğumuz telefonlar aracılığıyla yalnızca başkalarının hayatlarını izlemiyor, aynı zamanda farkında olmadan kendi benliğimizden de uzaklaşıyoruz. Herkesin görünmek istediği gibi göründüğü, ancak kimsenin gerçekten kim olduğunu bilmediği bir çağın içindeyiz… Bazen düşünüyorum da gerçekten biz mi yaşıyoruz, yoksa sadece bir başkasına benzemeye çalışırken yaşadığımızı mı sanıyoruz?
Artık gerçek mutluluk yerine, beğeni sayısını kovalıyoruz. Gündelik hayatta kimseye bir şey söylemezken, sosyal medyada adeta sahnede performans sergiler gibi yaşıyoruz. Bu “özentilik” sadece davranışlarımızı değil, dilimizi de ele geçirmiş durumda. “Kanka, moodum off” diyoruz, “abooow” diye ekliyoruz, yarısı İngilizce yarısı bozuk Türkçe olan cümlelerle anlaşıyoruz. Dilbilgisi mi? O da kim? Yeni mi transfer oldu? En kötüsü, bu dil deformasyonu küçük yaşlara kadar iniyor. Henüz okuma yazma öğrenen çocuklar, “abooow”lar, “like at”lar arasında büyüyor. Oysa dil, sadece kendimizi ifade etme aracı değil; düşünmenin, anlamanın, insan olmanın temelidir. Dil bozulunca düşünce de yüzeyselleşiyor, ifade gücü zayıflıyor.
Sosyal medya, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuş olsa da bu platformların yarattığı kitlesel benzeşme ve dil yozlaşması ciddi bir sorun. Eğitim sisteminde yazılı ve sözlü anlatım becerilerinde yaşanan gerileme, bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Bu yüzden sosyal medyanın etkisini sadece bireysel farkındalıkla değil, eğitim politikaları ve medya okuryazarlığı programlarıyla kontrol altına almak şart. Sonuçta sosyal medya güzel bir hizmetkâr, ama kötü bir efendi olabilir. Telefonu elimize yapışık tutup sahte mutluluklara kapılmak yerine, gerçek hayata dönmeli, kendi dilimize ve kimliğimize sahip çıkmalıyız. Unutmayalım; diline sahip çıkmayan bir toplum, kimliğini ve geleceğini kaybeder.
Samet Yurttaş
Zamansız Ölümleri Çağıran Sesim
Sesim
Yorgun düşleri gecelerin
Nehrin ağzında bekleyen kuş sesleri
Sesim gül yapraklarında çiy tanesi
Süzülür ince boyunlarında
Ölümlerin
Sesim
Sessiz yürüyüşü mevsimlerin
Dağlardan topladığım
Bir uğultu gibi sesim
Ölümün mendilimde gözyaşı
Ağıtlarla işlediğim
Sesim
Rüzgârın yankısı
Mezar bekçisi şehrin
Gençliğimin son cephesi
Günlerin aynasında kırılan sesim
Neredesin ey
Zamansız ölümleri çağıran sesim
Ferhat Altun
Aynımah
Sen tam burada duruyordun
Gözbebeğimin çeperinde
Bir şeyler takınıyordun
Bir yerlere gitmek için
Bir şeyler söylüyordun
Ve koyuluyordun bir şeyler yapmaya
Bu her şeyin yapma
Ve insanın sahtekar olduğu dünyada
Hasbîydin
Hesap nedir bilmezdin
Samimiyet senden alırdı ilhamını
Belki bundandı
Sen görününce çocukların cıvıldayışı
Ve yürüyüşü kadim bahçelerde
Şimdi sen neredesin
Nerede o yüreklerimizi aşka eyerleyen samimiyetin
Bütün çocuklar öksüzdür şimdi
Dişleriyle hançer bileyleyen Aynımah
Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:
Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:9
Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi yayınıdır.
Her hafta Cuma günü yayımlanır.