Whatsapp Image 2025 12 25 At 15.53.54

DÖŞ CEBİ

Mehmet Yaşar

Şükür Kavuşturana

Takvim yaprakları sessizce düşerken, insanın içinden de bir şeyler dökülür durur. Dünyanın telaşesi, günlerin hengâmesi, aceleyle söylenmiş sözler, yarım kalmış niyetler filan derken, bir bakarız Üç Aylar gelir. Sadece öylesine bir zaman dilimi gibi de değil, kalbin ritmini yavaşlatan ilahî bir davet gibi ya da kışın ayazında içimizi ısıtan bir müjde gibi gelir. Bize de şu ifadeyi söylemek düşer: Şükür kavuşturana…

Recep, Şaban ve nihayetinde Ramazan; hayatın karmaşası içinde kaybolan pusulamızı yeniden "iyiliğe" ve "hakikate" ayarlamak için en kıymetli duraklardır. Eskiler bu ayları bir hazırlık süreci olarak görürlerdi: Recep tohum ekme ayıydı, Şaban sulama, Ramazan ise hasat. Bugün bizler, tohumun toprağa düşmesini beklemek yerine her şeyin bir an önce sonuçlanmasını istiyoruz. Oysa Üç Aylar bize sabretmeyi ve beklemeyi öğretir.

Peygamberimiz Efendimiz “Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” buyurmuşlar. Recep ayı bir eşik gibidir. Kapı aralanır ama içeri girmek cesaret ve tövbe ister. Alışkanlıkları sorgulamak, ihmalleri kabullenmek kolay değildir. Şaban’da ise insan biraz daha içe döner; kalbin pası alınır, niyetler gözden geçirilir. Ramazan ise bütün bu hazırlığın ete kemiğe büründüğü zamandır. Açlıkla, susuzlukla değil; sabırla, merhametle, paylaşmayla ölçülen bir imtihandır bu. Sofrada ne olduğuna değil, kalpte ne olduğuna bakılır.

Üç Aylar, geçmişle bugünü birbirine bağlayarak telafi fırsatları sunar insana. “Bir ara yaparım” denilen şeyler, ertelenmiş tövbeler, yarım kalmış sözler birer birer insanın karşısına çıkar. İşte tam bu noktada şükür, yeni bir anlam kazanır. Hâlâ geç kalınmamış olmasıdır şükür. Hâlâ dönüş yolunun açık olması, hâlâ bir kapının çalınabilir olmasıdır. İnsan her şeye rağmen çağrıldığını fark edince, omuzlarındaki yük biraz hafifler ya, işte yük alır Üç Aylar, hafifletir.

Üç Aylar’ın iklimi, sadece ibadetlerin yoğunlaştığı bir dönem değil, aynı zamanda merhametin iyiliğin ve paylaşmanın zirve yaptığı bir zaman dilimidir. Bir komşunun kapısını çalmak, bir yetimin başını okşamak ya da uzun zamandır görüşemediğin bir dosta "Seni unutmadım" diyebilmek... Bu küçük dokunuşlar, Regaib ile başlayan ve Miraç ile yükselen o manevi merdivenin zarif basamaklarıdır.

Şaban ayının o dingin havasında, Ramazan’ın ayak seslerini duymaya başladığımızda içimizi tatlı bir telaş kaplar. Bu telaş, bedenin aç kalmasından ziyade, ruhun doyurulmasına duyulan özlemdendir. Kandil gecelerinde yanan o kandiller aslında sokakları değil, kararan gönül aynalarımızı aydınlatmaya işret değil midir?

"Şükür kavuşturana" derken, bu güzel günlerin değerini kıymetini bilmek ve hayatın faniliğini hatırlamak da gerekir. Her yıl gelen bu mübarek mevsim, bizlere bir kez daha hatırlatır ki; dünya ne kadar karışık olursa olsun, sığınılacak bir liman her zaman vardır. Önemli olan o limana yanaşacak yüzü ve niyeti bulabilmektir.

Bu yıl da Üç Aylar’ın gölgesi üzerimize düşerken; gönlümüzün pasını sildiğimiz, soframızı, duamızı, kalbimizi bölüştüğümüz bir mevsim diliyorum. Üç Aylar’a kavuşan her yürek, biraz daha yumuşasın diye; her adım, biraz daha doğru yere varsın diye; ve insan, bütün eksikliğine rağmen, hâlâ çağrıldığını bilsin diye: Şükür kavuşturana…

Cenab-ı Allah, bizleri bu manevi iklimin bereketinden nasiplenenlerden eylesin. Amin

KÖY MEKTUPLARI

Hasan Keklikçi

Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi Başkanı Enver Çapar’a

Muhterem başkanım bir okuntu göndermişsiniz aldım, döşüme bastırdım, yüreğimin üzerine koydum. Söylemesi ayıp, okuntuyu dağıtan Hatça karının heybesini bulgur, pirinç kırığı, döğme, nohut ve mercimekle doldurdum. Topallar’ın düğününde gelen cepliği, Fahılar’ın düğününde gönderdikleri kibriti de verdim. Çolak Cuma’yı çağırdım ona da Çıraklı’lardan gelen bardağı verdim. Heybeyi Cuma yüklendi, okuntuları da Hatça Karı. İkisinin de yüzleri ışıdı. Sevindiler.

Selamı, sabahı unuttuk başkanım. Biz köylüler biraz da böyleyiz işte. Birini gördük mü, elimize bir kâğıt bir kör kalem geçti mi tamam. Şalvarımızın cebinden Hartlap bıçağını çıkartır, ucunu bir taşa vurur, namtisiyle birlikte kavrar, kalemin ucunu şivşetir başlarız kendimizi övmeye. Hal bu ki en başta, “Evvela üzerime farz olan Tanrı selamlarımı sunarım,” demem gerekirdi.

Gözü, gönlü bol başkanım, ne zamandır görüşemiyoruz. Sizi ve şehirdeki ahbapları göresimiz geldi. Bir yel esmeye başlamış Maraş’ta, Gâvur Dağı’ndaki gibi. Garbi Yeli’ymiş. Sizlerin o, burunlara misk, gönüllere şifa bahşeden kokunuz buralara kadar geldi. Lâkin bir konuda kafamız karıştı. Maraş bizim köyün şarkına düşüyor. Bizim ufkumuz dar; etrafımız hep dağlarla çevrili. Şimdi biz bu yele ne diyelim? Garbi Yeli, desek şarktan esiyor. Şark, desek ismi garp diye vurulmuş bir kere. İki cami arasında kalmış beynamaz, gibi ortada kalakaldık.

Yüzü güleç kalbi pâk başkanım, siz aldırış etmeyin bize. İyiyiz biz. Sonbahar geldi köyümüze. Sonbahar, şenlik zamanıdır bizim buralarda. Geniş bir önlüğün içinden iri bir elle tarlaya saçılan tohum gibi, memleketin her bir yerine dağılan köylüler gelmeye başladı. Yazın, izin zamanlarında kesip gittikleri çamlar kurudu, odun oldu. Çoğu köylü odununu, çalısını getirdi, yığdı evine. Hâlâ gelmeyen birkaç kişi var. “İşi uzamış,” diyor hanımları. Yakında onlar da gelir. Birkaç gün köyün içinde, ahırdan ilk defa çıkmış oğlaklar gibi dolaşır, ondan sonra işlerine bakarlar. Gerçi gelemeyenlerin odunlarını komşuları evlerine getirmeye başladı. Geç kalınırsa yağmura, kara uğrarsa yanmaz odunlar. Yağmur yaşı ana yaşından kötü olur, der köylüler.

Zamanınız yoktur başkanım fazla tutmak istemem sizi; okulunuz öğrencileriniz vardır. Mektubuma değil de satırlarıma son verirken bâkî selamlarımı gönderiyorum. Ayrıca mektubumu okuyan ve dinleyenlere de selam ederim.

Enver Çapar

İslam Şairi Mehmet Akif

Aralık ayının son haftasındayız, 27 Aralık 2025 Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 89. Yıl dönümü. Her yıl olduğu gibi yine onu rahmetle ve minnetle yad edeceğiz. “Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?” demişti kendisi ama bugün Türkiye’de Mehmet Akif’i bütün millet biliyor, tanıyor ve seviyor. Sadece Türkiye’de değil Türk- İslam coğrafyasında da onu tanıyanlar çok. Milletimiz Akif’i o kadar sevmiş ve benimsemiş ki evlatlarına onun ismini koymuş. Onun gibi dürüst vatansever iyi bir Müslüman olsun diye. Toplumlar değerleriyle var olurlar. Bu değerleri taşıyan ve topluma aşılayan büyük şahsiyetler vardır. Akif o büyük şahsiyetlerden biriydi. Onun unutulması veya unutturulması bu topluma yapılacak en büyük ihanettir. Milletlerin geleceği ve güvencesi yetiştirdikleri gençlerdir. Bu gençlere örnek olacak büyük şahsiyetleriniz varsa ancak iyi bir gençlik yetiştirebilirsiniz. Sadece kitabi bilgi ile yetiştirilmez gençlik. Onlara rol model olacak örnek insanlarınız yoksa gençlerin geleceğin büyük insanları olması imkansızdır. Akif’in sadece adını çocuklarımıza vermek yetmez. O, nasıl bir hayat yaşamış ne için mücadele etmiş fikirleri nelermiş çok iyi bilinmeli ve örnek alınmalıdır.

Akif gibi büyük şahsiyetlerin bir özelliği, milletlerin buhranlı günlerinde ortaya çıkmış olmalarıdır. Adeta bir varlık yokluk savaşının verildiği millettin umutlarının tükendiği zamanlarda biri çıkar ve millete umut olur. Onlara cesaret verir. Kim olduklarını nereden gelip nereye gittiklerini hatırlatır. Millî mücadele yıllarında Mehmet Akif’in Anadolu’yu dolaşarak verdiği mücadele bu bakımdan çok önemlidir. Savaşların iki cephesi olur. Birincisi askerlerin savaştığı top tüfekle yapılan savaş, ikinci cephe de fikri olarak verilen mücadeledir. Millete moral aşılamak, birlik ve beraberliği tesis etmek, yardımlaşma ve dayanışmayı örgütlemek. Millet cephe gerisinde mağlubiyeti kabul eder ve umutsuzluğa kapılırsa cephedeki savaş da kaybedilir. İnanan insan gücü ve imkânı yüce yaratandan alır ve onun izniyle de galip gelir. Fikirlerinin ana kaynağı İslam olan Akif, milli mücadele yıllarında camilerde vaazlarla cephe gerisinde vazife almış ve Anadolu’nun kurtuluş meşalesini ateşleyen isimlerden olmuştur.

İstiklal Marşı şairi olarak bilinir Akif daha çok. Bu marşı yazmamış olsaydı yine büyük bir şair ve fikir adamı olarak anılırdı şüphesiz. Herkesin ezbere bildiği, okullarda ve törenlerde okunduğu için bu marşla öne çıkıyor tabii olarak. Bu marş diğer milletlerin milli marşlarından farklıdır elbette. Elimizde başka bir belge olmasa dahi tek başına İstiklal Marşı, Türk milletinin bir kimlik belgesidir. Buradan hareketle bir millet tarifi yapılabilir. Milletin yaslandığı değerler buradan çıkarılabilir. Bu marşı Safahat adlı eserine almayan ve onu bu aziz milletine armağan eden Akif, bu marşın şahsi bir eser değil bir milletin vicdanı, kimliği, kişiliği ve sesi olduğunu belirtmek istemiştir. Onun sahibi millettir.

Vatanı ve milleti için bunca çaba gösteren ve bu kadar değerli eserler veren Akif’e yeterince vefa gösteremedik geçmişte. Evet adını bütün Türkiye’de okullara, kültür merkezlerine vs. yerlere verdik. Evlatlarımıza onun ismini koyduk. Hakkında birçok kitap neşredildi, sayısız programlar yapıldı. Bu tür faaliyetler artarak devam ediyor. Ona vefa borcumuzu ödüyoruz ama biraz geç kalındı bu konuda. Bazı gerçekler artık söylenebildiği için daha rahat konuşuluyor ve yazılıyor Akif hakkında. Geç vefa gösterilmesinin sebebi geçmişte Akif’in sakıncalı biri olarak fişlenmesidir. Millî mücadele döneminde bizzat M. Kemal tarafından Ankara’ya davet edilen ve meclis kayıtlarında İslam şairi olarak ismi geçen Akif sakıncalı hale getiriliyor. 1923’ten sonra kurulan yeni devlet ve rejim onu dışlıyor adeta. Akif yine aynıydı, neyse oydu. Değişen rejimin eksenidir. Akif fikirlerinin merkezine İslam’ı aldığı için dışlandı. Çok sevdiği memleketinden ayrılmak zorunda kaldı. Ömrünün son yılları rejimin gözetiminde tehlikeli biri olarak geçti. Gözetim altında olduğu için kimse onun yanında görünmek istemedi. Bir korku ve baskı atmosferi hakimdi. Akif maalesef yalnız öldü.

Millet o dönemde Akif’e sahip çıkma cesareti gösteremedi ne yazık ki. Onu tam anlamıyla bağrına basamadı. Memleketin yetiştirdiği cesur ve samimi evlatları vardı elbette. Mehmet Akif’in yanında yer alan aklımıza ilk gelen isimler Süleyman Nazif, Nurettin Topçu, D. Mehmet Doğan’dır. Bu öncülerin gayretlerinden sonra başka isimler de Akif’e sahip çıktılar. Bugün Akif hakkında bu kadar fazla kitap, film, belgesel, program yapılmasında bu öncülerin rolü büyüktür. Onlar kaynaklık etmişlerdir. Akif’i unutturmayarak, onu yeni nesillere taşımışlardır. Akif’in izinden giden bu öncülerin ve Mehmet Akif’in ruhu şad olsun. Şu da unutulmamalıdır ki, Mehmet Akif’e düşman olanlar hakka tapan Türk milletine düşman olanlardır.

Mustafa Işık

Münacat

Üstüne yıkıldı gök

altından yer çekildi

vurulmuşsun bin yerden

sesini duyan yoktur

Boynun büküktür, Gazze

kurbanlık koç misali

arzı suladı kanın

esvabın soyan yoktur

Bağrın yakıp yıktılar

talan oldu bağların

Yusuf gibi seni de

kardeşi sayan yoktur

Kefensiz ölülerin

bekliyorlar sokakta

bakma sen musallaya

onları yuyan yoktur

Sesleniver Nebi’ye

yeni bir tufan gerek

ölmüş cümle insanlar

mezara koyan yoktur.

Şeyhşamil Ejderha

Can Kırıkları

Bırak öyle kalsın; toplama

İçimdeki can kırıklarını

Mevsimler bu yıl erken gelir

Belki yazın üşür ellerim

Kışın seninle ısınırım

Bırak öyle kalsın; toplama

İçimdeki can kırıklarını

Sana karşı kırgınım

ve kaç gece geçecek

Geçmeyecek yine kırgınlığım

Bırak öyle kalsın; toplama

İçimdeki can kırıklarını

Affedersiniz

Gülümsememi sizde unutmuşum

Unutmuşum gülümsemeyi

Samet Yurttaş

Gönülsüz Gittiler

Sürme yüzün dünya toprağına

Nice yüz sürenler

Yüzün yuyamadan gittiler

Dikme gözün dünya toprağına

Nice göz dikenler

Gözü açık gittiler

Açma sırrın dünya toprağına

Nice sır açanlar

Sırra gömüldüler

Yazma adın dünya toprağına

Nice şanlı ad yazanlar

Adsız gittiler

Verme gönlün dünya toprağına

Nice gönül verenler

Gönülsüz gittiler

Satma dostun dünya toprağına

Nice dost satanlar

Tabutu omuzsuz gittiler

Açma elin dünya toprağına

Nice el açanlar

Toprak görmeden gittiler

Dökme dilin dünya toprağına

Nice dil dökenler

Şehadetsiz gittiler

Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:

[email protected]