Takdim
Bu toprakların ruhunu taşıyan kelimelere, medeniyetimizin izini süren satırlara gönül verenlere selam olsun. Hayata kültürümüzün eşsiz desenleriyle, sanatın estetiğiyle, edebiyatın zarafetiyle bakanlara selam olsun. Kalemini, kalbini ve fikrini Allah'ın emaneti bilip bu emaneti bir yükü taşır gibi taşıyanlara, yüke omuz verenlere selam olsun. Güncele hapsolmadan, gündemin tuzağına düşmeden geçmişten ilham alarak geleceği kelimelerle örüp inşa eden bu toprağın insanına selam olsun.
Maraş, sadece dağlarıyla, ovalarıyla, suyuyla, havasıyla değil; o dağların gölgesinde büyüyen kelimeleriyle, dizeleriyle, hatıralarıyla da ayakta duran bir şehirdir. Nice badireler geçirse de sanata, edebiyata yüzünü dönmemiş evini barkını bunlarla inşa etmiştir. Burada sanat, gündelik bir uğraş değil; medeniyetin yükünü taşıyan bir emanet, bir vakar hâlidir. Hangi kapıyı çalsanız, içeriden bir şairin çıktığı mümbit topraklardır. Maraş’ın gönlünden doğan, yüzyılların hafızasını taşıyan bir rüzgâr vardır: Garbi Yeli. Kimi zaman bir halk türküsünde, kimi zaman bir şairin dizelerinde esip geçer. Biz de bu sayfada, o yelin ardına takılıp kelimelerin izinde bir yolculuğa çıkıyoruz.
Milletimizin köklerinden beslenen bir sanat anlayışıyla vakarla yazılmış mısraları, irfanla yoğrulmuş fikirleri ve kültürümüzün mahzun güzelliğini sizlerle buluşturmak niyetindeyiz.
Kültür, köksüzlüğe karşı en büyük direniştir. Ve biz, bu direnişi kalemle verenlerin safındayız. "Ki O, kalemle yazmayı öğretendir."
Sanat, milletin sadece süsü değil, sesidir de aslında. Asırlardır derdini, sevincini sanatla anlatan insan, sanatla kendine gelmiş ve sanatla kendini bulmuştur. Bazen bir ağıt olmuş bazen ise taşa kazımış sevdasını. Söz olmuş dilden dile, coğrafyalar aşmış şiir olmuş bazen. Şiir; bir söz, bir estetik değildir yalnızca. Bazen bir duruş, bazen bir itiraz, bazen de susarak haykırmaktır. Edebiyatın bütün şubeleri de tıpkı şiir gibi haykırmanın, anlatmanın farklı hallerinde çıkmıştır karşımıza.
Biz, kelimelerin yalnızca yazılmadığına, yaşandığına da inanıyoruz. Belki kelimeleriniz bizde yerini bulur, belki de yıllardır beklediğimiz sesi getirirsiniz.
Şiirle, fikirle, sanatla yeniden hatırlamak, hatırladıkça yeniden dirilmek ümidiyle...
Garbi Yeli: Sözü olan ve sözüne sadık kalanların, kalbinin kıyısında kelime biriktirenlerin, kalemin sadece kâğıda değil zamana da dokunduğuna inananların, zaman ve mekândan münezzeh olan O'nun hatırına mesuliyet hattında duranların mekânıdır.
Merhaba.
Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:
Mehmet Yaşar
DÖŞ CEBİ
Bismillah…
Rahmetli dedem, seri üretimden çıkmış konfeksiyon ürünü mağaza gömlekleri giymezdi. Terzisi vardı. Gider kendine -kendi diliyle ifade edecek olursak- mintan diktirirdi. Mintanının en önemli özelliği dört cepli olmasıydı. İkisi göğüs, ikisi kuşak hizasında sağlı sollu dört cep. Her ne kadar göğüs hizasındaki iki cep, döş cepleri olarak tanımlanabiliyor olsa da “döş cebi” ibaresi bâhusus kalbin üzerine denk gelen cebe işaret ederdi. Döş cepleri kapaklı ve düğmeli olurdu. Bu iki cebin sabit misafirleri vardı: gözlük, sigara ve not kağıtları. Döşün sağında sigara, solunda gözlük ve not kağıtları. Not kağıtları, ince deriden kitap kapağını andırır ve kağıtların içine sığacak şekilde tasarlanmış, bloknot ebadında bir muhafazada tutulurdu. Bu muhafazada; hüviyet cüzdanı, telefon numaraları, adresler, kartvizitler, alacak-borç listesi, taksit bilgileri vb. çeşitli notlar olurdu. Bu notlar dedem için çok önemliydi. Yanından hiç ayırmazdı ve muhakkak döş cebinde taşırdı. Zaman zaman da ilaveler, tasnifler, tasfiyeler yapılırdı. Hâsılı, döş cebi önemliydi efendim. Zamâne gömleklerinde döş cebi yok artık. Tabii eskisi gibi ihtiyaç da duyulmaz oldu döş cebine. Bir mağazada yetkiliye “Gömleklere niçin döş cebi dikmiyorsunuz?” diye, sormuştum. “Yeni moda anlayışa göre dar kesimlerde cep dikilmiyor ama klasik kesimlerde kısmen mevcut.” cevabını almıştım. Döş cebine ihtiyaç duyanlara, özellikle de Nahırönü’nün en dili güllü avukatı Ahmet Emiroğlu’na duyurulur. Neyse lafı çok uzatmayayım. Garbi Yeli hayırlı olsun. İnşallah her sayıda gönlümden döş cebime sızan notları Döş Cebi köşesinden sizlere aktaracağım. Bu köşenin ismine dedemin döş cebi ve orada muhafaza ettiği kıymetli notlar ilham kaynağı oldu. Tabii aziz udebâmız Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün hatırlatmalarını da unutmayayım. Malumunuz ortada döş cebi kalmadığı için bu kavram da yavaş yavaş hafızalarımızdan silinip gidecekti. Bu vesile belki bu kavram yeniden dilimizde yer bulur, kullanılmaya devam eder.
***
Garbi Yeli Hikayesi
Matbuat dünyamızda öteden beri gazetelerimiz birkaç sayfa da olsa kültür sanat içeriklerine yer verirler. Bazı gazetelerin kültür sanat sayfaları, koca koca mecmuaları sollayacak kalibrede işler de çıkarırlardı. Hatta kitap ekleri, tarih ekleri ve kültür sanat ekleri yayımlayan gazetelerimiz de vardı, şükür ki hâlâ var. Her gazete bu çalışmaları kendi durduğu fikrî zeminden hareketle yürütür. Kahramanmaraş’ta da mahalli düzeyde çıkan gazeteler, öteden beri bu hassasiyeti muhafaza ederdi. Öyle ki Andırın Postası’nın İkindi Yazıları, bir döneme damga vurmuş, ulusal çapta alaka görmüş, bağrından pek çok şair ve yazar da çıkarmıştı. Fakat yakın zamanlara kadar mahalli gazetelerimizde müstakil olarak kültür sanat sayfası çıkmaz olmuştu. Son yıllarda özellikle Büyükşehir Belediyemizin öncülüğünde UNESCO Edebiyat Şehri olma yolundaki çalışmalara şahit oluyoruz. Bendeniz de zaman zaman mahalli gazetelerimizi “Kimse kültür sanat sayfası çıkarmıyor mu acaba?” diye kontrol edip duruyordum. Konjonktür denilen şey de buna çok müsaitti. Şehirde kültür sanat edebiyat içerikli etkinliklerin haberlerine yer verilse bile en azından haftada bir gün böyle bir sayfa neşrolunabilirdi. Bu duyguyla dostlarımın fikirlerini aldım ve bir mahalli gazetede haftalık kültür sanat edebiyat sayfası çıkarabileceğimize karar verdik. Kahramanmaraş’ta ya da pek çok şehirde okuyan, düşünen, eli kalem tutan pek çok dostumuz vardı. Kimle görüştüysek destek sözü aldık. Şimdi sıra böyle bir sayfaya yer ayıracak bir gazete bulmaktaydı. İlk müracaatı Manşet gazetesine yaptık. Grafiker dostum Mehmet Selçuk Aksoy’un tavassutuyla gazetenin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mahmut Beyaz’la görüştük. Mahmut Bey sağ olsun bizim teklifimizi, büyük bir alaka ve yakınlık göstererek, kabul etti. Kendilerinin şahsında Manşet ailesine teşekkür ediyoruz. Sayfanın bir de ismi olsun dedik. Bu isim Kahramanmaraş’ı çağrıştırsın, bilindik bir isim olsun istedik. Aklımıza Kahramanmaraş’ı sıcaklara karşı bir nebze serinleten, şiirlere, romanlara, türkülere konu olmuş garbî yeli geldi. Bu isim Maraş’ı serinlettiği gibi bize de bir ferahlık verdi. Hemencecik alıştık Garbi Yeli ismine. Batıdan esen yel anlamına gelen Garbî Yeli ibaresindeki -i- her ne kadar literatürde şapkalı, yani uzatılarak geçse de halkımız bu uzatmayı kısarak -i-‘yi uzatmadan telaffuz etmektedir. Biz de bu şekildeki bir imlâ ile hareket etmeyi tercih ettik. Böylelikle ilk sayıyla huzurlarınızdayız. Her hafta Cuma günleri de huzurlarınızda olmayı murâd ediyoruz. Gayret bizden, tevfik Allah’tan...
mehmet raşit küçükkürtül
şehir mektupları
bizde de artık japonya gibi tane hesabına meyve sebze satıyorlar! (bu köşedeki yazının başlığı)
bugün annem otomobile binerken feracesinin cebinden bozuk paraları döküldü. koltuktan kalkmak meşakkatli geldiği için para toplama işini ablama ısmarladı: “kızım şu feracenin cebi çok yavlangaç, paralar döküldü. şunları topla da bana ver.”
yavlangaç, yavlangaç… türk dil kurumu’nun tarama ve derleme sözlüklerinde yok. maraş ağzı ile ilgili akademik çalışmalarda yer almıyor. sıddık altunbaş’ta yok. ömer kaya’nın kitabını raflarda bir türlü bulamıyorum. tietze’ye, ahmet attila şentürk’e, başka sözlüklere gidiyorum. yok, yok… yavlangaç… epey bir zamanımı esir aldı kelime fakat bir şey bulamadım. [16haz2025pazartesi]
***
maraş’ı sevip maraş’a bağlananların bir sebebi de garbî yelidir. maraş’tan usanıp maraş’tan ırayanların bir bahanesi de deli poyrazdır. karacaoğlan garbî yeli’ne türküde şöyle yer verir:
garbi yeli serin değer
akça deniz dalga döğer
karac’oğlan yârin anar
sen esdikçe garbî yeli
nuri pakdil, 27 temmuz 1958 tarihli bir mektubunda arkadaşı nurettin’e şöyle der: “Sana Maraş'tan ne yazayım? Bildiğimizden başka bir şey yok ki. Allah’ın günü poyraz, poyraz. Yüzümüz gözümüz toz, toprak." [16haz2025pazartesi]
***
ali rıza yalkın’ın “cenupta türkmen oymakları” kitabında maraş ulucamii hakkında bir şeyler bulur muyum diye baktım amma heyhat! 7 eylül/8 eylül 1931 günlerinde maraş’ta bulunmuş, safa otel’de kalmış. “şehrin her yerini gezdim” diyor fakat bir satır camiden bahsetmemiş. hasan reşit tankut da, salâh birsel de ulucamiyi görmemişlerdir. zaten salâh birsel’e bakılırsa maraş kupkuru bir yerdir ve “bir bulvarı, lisesi ve çeltik palas oteli” dışında bir şeyi yoktur. gerçi, deprem oldu, ulucami kapandı, minaresinin yukarı yarısı uçtu amma maraşlının kaçı bunun acısını duydu. bir cüneyt cesur’dan birkaç cümle işittim. [22şub2024perş]
***
akşam ezanının okunmasına az kalmış. “prestij caddemiz” hareketli, eylül ortası olduğu için henüz doboğlu firik önündeki akşam kuyrukları kesilmemiş. yan tarafta kent şekerlemenin önünde iki büyük sergide yaş fıstık ve alıç çıkmış. alıç mevsimi… yaklaşıyorum, küçücük bir spot yıldızı gibi fiyat tabelası yapmışlar: “kilosu 350 lira, tanesi 7 lira”. altmışlı yaşlarda bir kadın-çene altından bağlı eşarbı, deve tüyü rengiden ceketi ve meraklı bakışlarıyla- alıç sergisinin önüne varıyor ve “tanesi 7 lira”yı sayıklar gibi okuyor ve hayıflanarak, söylenerek uzaklaşıyor. “böyle şey mi olur?” uzaklaşmasa bir zarf atacağım: “bizde de artık japonya gibi tane hesabına meyve sebze satıyorlar!” [13eyl2024cuma]
Karacaoğlan
Garbi Yeli Garbi Yeli
Garbi yeli garbi yeli
Ne esersin deli deli
Bahçemde açılan gülü
Sen soldurdun garbi yer
Garbi yeli yeğin eser
Deli poyraz sana küser
Ak yâr duyar bana küser
Sen barıştır garbi yeli
Ak bilekte sarı akik
Zülüfler gerdana dökük
yüzün yıkık boynun bükük
Sen kavuştur garbi yeli
Garbi yeli serin değer
Akça deniz dalga döğer
Karacaoğlan yârin anar
Sen ulaştır garbi yeli
Sibel Kök
Tevilsiz Rüya
gün doğmadı henüz
fecrin ağırlığı vuruyor yüzüme
rabbim diyorum, rabbim!
bu dalgın rüyayı kime emanet edeyim
ne yusuf’um var tevilini açık edecek
ne yakup’tan haberdarım
uykudayım;
bu yüzden bulanık baktığım her resim
geceler, geceler, geceler boyu
kuyulardan duyulmadı sesim
bilmiyorum, omzuma yüklediğin bu yükün
bu dağları un ufak eden sırrın
bir nişan gibi durması
ödülü mü yıllar yılı gövdemde büyüyen boşluğun
gezdiğim bahçeleri özlüyorum
duyduğum sesleri
gölgesinde dinlendiğim ağacı
ırmakların yakut renkli parıltısını
ve serinliğini saçlarımı okşayan rüzgarın
sonra her şey siliniyor hafızamdan
bir sen kalıyorsun geriye
bir de adın
adınla başlıyorum her yeni güne
gün doğuyor ve ben yeni bir rüyaya açıyorum gözlerimi
bu kez tevile gerek yok
tenimde açan güllerin büyüsü
ilk annemden hatıra
isyanım ve tövbelerim
ve garipliğim
ve yurt tutamayışı ellerimin
bir gölge gibi geçip gidişim toprağın üzerinden
hep aynı hikayenin acemiliği
Samet Yurttaş
Zuhuru Zuhura Perde Olan
Sen
Ey kalbim
Zuhuru zuhura perde olan
Hilkatin aynasından
Suya
Ve toprağa
Ve eşyaya dağılan
Sen
Ey kalbim
Ruhu henüz üflenmemiş kadavra
Kâlû Beladan
Kaburgamı çatlatan
Bir emir dokundu sana
Sen
Ey kalbim
Esfele Safilin
Zindanlarda terbiye edilen
İnsan-ı Kâmilin
Sende çatlayacak tohumu
Nefsimin
Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:1
Her hafta Cuma günü yayımlanır