Artık günümüzde sosyal medyanın hayatımızdaki yeri tartışılmaz bir noktaya geldi. Günün hangi saatinde olursak olalım elimizde telefon, gözlerimiz ekranlarda. İnternet uzun süredir hayatımızın ayrılmaz bir parçasıydı ama sosyal medyanın yükselişiyle birlikte bu bağ neredeyse bağımlılık boyutuna ulaştı.

***

Özellikle “influencer” ya da Türkçesiyle içerik üreticileri, adeta denizde kum misali çoğaldı. Bir ürünü övgüyle tanıtan bir video, binlerce kişiye ulaşıyor ve o ürüne aslında ihtiyacı olmayan insanlara bile satın alma dürtüsü aşılıyor. Bir ayakkabıya gerçekten ihtiyacı olan kişi, kendini mutlaka lüks ve pahalı markaları almaya mecbur hissediyor. Böylece ihtiyaçlar yerini arzulara, arzular ise sosyal medya tarafından şekillendirilen “görünürlük yarışına” bırakıyor.

***

Oysa eskiden insanlar yalnızca ihtiyacı olan şeylere para harcardı. Bugünse “trend olmak” uğruna, borç içinde lüks yaşamaya çalışmak revaçta. Maddi durumu ortalama olan vatandaş, sosyal medyada gördüğü tatilleri yapmak, pahalı arabalara binmek, markalı kıyafetler giymek için kendini zorluyor. Sonunda ortaya çıkan tablo ise hem ekonomik açıdan hem de psikolojik açıdan oldukça yıpratıcı.

***

Bir ürün sırf viral oldu diye alınabiliyor, fakat çoğu zaman kullanılmadan bir kenara bırakılıyor. Çünkü mesele ürüne sahip olmak değil, o ürüne sahip olduğunu başkalarına gösterebilmek. Sosyal medyanın inşa ettiği popüler kültür, adeta modern bir kölelik düzeni yaratmış durumda. İnsanlar kendi benliklerini, gerçek ihtiyaçlarını ve kişisel zevklerini unutup, başkalarının onayına ve beğenisine bağımlı hale geliyor.

***

Bugün en büyük tehlike, bu “popüler kültür köleliğini” fark etmeden yaşamamız. Çünkü bir şeyin içindeyken onun bizi nasıl yuttuğunu görmek zordur. Oysa gerçek özgürlük, neyin moda olduğuna değil, gerçekten neye ihtiyaç duyduğumuza karar verebilmektir. Belki de artık hepimizin kendimize şu soruyu sormasının zamanı geldi:
Ben gerçekten bunu istiyor muyum, yoksa sadece başkaları aldığı için mi almak istiyorum?