DÖŞ CEBİ
Mehmet Yaşar
“Uçurumlar Çağı”nda Şiire Tutunmak
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki her yeni gün, yeni bir zulüm haberiyle geliyor. Kan ve gözyaşlarıyla dolu günler birbirini kovalayıp duruyor. İslamlığımızın izzeti, Türklüğümüzün gururu, insanlığımızın haysiyeti her gün bir başka saldırıyla çiğneniyor. Kim nasıl tesmiye ederse etsin yaşadığımız bu zulüm çağı, attığımız her adımda bir uçurumla karşımıza dikiliveriyor. Çocukluğumuzda oynadığımız saklambaçlarla zihnimize kazınan o meşhur cümleden hareketle diyebiliriz ki önümüz, ardımız, sağımız, solumuz uçurum. Şair Enver Çapar bu zulüm çağını “Uçurumlar Çağı” şeklinde isimlendiriyor ve baktığımız her yanda, adım attığımız her yönde kaşımıza çıkan bu uçurumlar çağında bize tutunacak bir dal salık veriyor: Şiir.
Enver Çapar, Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şube Başkanı... Enver Çapar, Türkçe Öğretmeni… Enver Çapar, diriliş neslinin öncü bir neferi… Enver Çapar, sözünü dudaktan, gözünü budaktan esirgemeden yürüyen bir hakikat yolcusu… Enver Çapar, kalbinizi kalbine güvenle yaslayacağınız bir dost… Enver Çapar, gözünüze sezdirmeden gözyaşlarınızı silebilen bir ağabey. Ve en önemlisi de Enver Çapar, şair.
Yıllara sârî yazdığı ve bendenizin de acizane birçoğunu sıcağı sıcağına okuduğum şiirlerini nihayet bir kitapta cem etti Enver Abi. Kitabın adı: Uçurumlar Çağı. Yıllardır şiirlerini yayımladığı Birnokta dergisi bünyesindeki İstanbul Yayınları Birnokta Kitaplığından çıktı Uçurumlar Çağı. Kitap, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde asıl yurda uğurladığımız Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesinin güzide isimleri Ahmet Doğan İlbey, Fazlı Bayram ve Ferhat Ağca’ya ithaf edilmiş. Her biri birbirinden değerli 38 şiir var kitapta.
Enver Çapar, o latif ve samimi üslubuyla, yaşadığımız çağın hassas şahitlerinden biri olarak, yaralarımızı ve merhemlerimizi şiirin gücü ve ahengiyle kelimelere dökmüş. Kitap, evvela sizi “Nisan Yağmuru” adlı bir naatla karşılıyor. “Selam durur kalbimiz, duyunca adını” diyor, “Seni sevmeden giden birisi/Aldatmış sayılır kalbini” diyor. Kalbimizi önce kime, neye yaslamamız gerektiğini hatırlatıyor bize. Hemen sonra “Mutlu Bulut” şiirinde Alemlerin Efendisine (s.a.v) gölge olan bulutla konuşuyor. “Küçük bulut sen ne kadar şanslısın” diyor, “Gölge oldun başına, baş tacısın sen bize/Güneş kıskanmıştır seni” diyor, “O yürürse yürür, O durursa dururdun/Gökyüzüne asılmış/Küçük beyaz bir güldün” diyor. Sonrasında yaşadığı çağın tanıklığını dile getiriyor hep. Dostlarına, önden gidenlere, kalıp nöbet bekleyenlere selam veriyor. Karlı Dağda Solan Gül ile adını oğluna ad eylediği Muhsin Yazıcıoğlu’nu, Deli Tütün ile Fazlı Bayram’ı, Bir Kuyu Masalı: Kanayan Gömlek ile Ahmet Doğan İlbey’i, Gül Yüzlü Ferhat ile Ferhat Ağca’yı; Bir Hayal Uğruna ile Hasan Ejderha’yı, Nedir Şiir ile Mahmut Bıyıklı’yı, Şiir Arayan Ses ile Said Yavuz’u, İşgal Altında Zihinler ile Ahmet Edip Başaran’ı selamlıyor. Onlarla konuşurken Uçurumlar Çağı’ndan fotoğraflar veriyor. Sonra, Bir Nebze Gazze, Arakan: Toprağı Yakan Kan, Türkistan’dan Yemen’e Yakın Acılar Tarihi gibi şiirlerle gönül coğrafyamızda yaşanan acılar karşısında bir sayha oluyor şiirler.
“Kalbimin nesi var doktor?/Çok yorulmuş/Çalışmaktan değil ama/Bu çağda yaşamaktan” dizeleriyle şair, çağı tarihe şikayet ediyor. Uçurumlar Çağı’nda en büyük, en derin uçurumların kalbimizde olduğunu vurguluyor. Fakat yaşadığı çağın bu uçurumlarını kayda geçirirken aynı zamanda dirilişin ve umudun tohumlarını da ekiyor. Yani bize sadece uçurumları göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bunca uçurum arasında istikametten sapmadan nasıl yürüneceğini, nereye tutunulacağını, nasıl ayakta durulacağını, kalbimizi nereye yaslamamız gerektiğini de işaret ediyor.
Uçurumlar Çağı, sadece Enver Çapar’ın kaleminden çıkan şiirlerin bir derlemesi değil, aynı zamanda bir şairin yaşadığı çağa karşı duruşunun ve direnişinin manifestosudur. Kitap, uçurumlar çağında yaşamak zorunda kalan insanın kaybolmuşluğuna ve çıkışsızlığına karşı, şiirin kılavuzluğu ve diriltici gücüyle bir cevap veriyor. Okuyucuyu, bu zorlu çağda bile kalbini diri tutmaya, şiirin kurtarıcı nefesine tutunmaya davet ediyor.
Bu şiirlerle henüz tanışmayan varsa, vah ki ne vah!
ŞEHİR MEKTUPLARI
mehmet raşit küçükkürtül
dünya klasiklerini oku, paragraf sorularını daha iyi çözersin
koliva fırını’ndayım, ekmek alacağım, fırın tezgahındaki iki genç konuşuyor aralarında. tezgahtakilerden birinin abisi evi terk etmiş, mevzu o. roman yazdığı için babasıyla zaten bozukmuş arası, nihayet köprüleri atmış. maraş'ta roman yazmaya teşebbüs eden bu don kişot'u tanımadan sevdim. ne de olsa yarım asır evvel bu şehirde roman okumak birçokları için ayıplanan, gizli yapılması gereken bir işti. genç kızlar için çeyiz dizmek, ev işleri için koşturmak varken roman okumak büyük bir kusurdu. genç bir erkek için elinde romanla sokakta dolaşmak da maraş’ın çoğu sokağında istihza ile karşılanacak bir şeydi. yakın zamana kadar lüzumlu, hayırlı bir okuma uğraşı içerisinde olduğunu vurgulamak için “öyle roman okumuyoruz biz” sığınılan bir argümandı. yine de çocuklarını okutma gayreti içerisindeki ailelerin, öğrencisinin anlam dünyasına dokunmak isteyen hocaların “dünya klasiklerini oku, paragraf sorularını daha iyi çözersin” telkinleri epeyce maya tuttu. [10eyl-8ekim2025]
***
sarayaltı şekerleme’den kahve alırken dükkânın önünde gördüm: şili cevizi 350 lira. her sene bertiz tarafından bize ceviz getiren müdürümüz aklıma geldi. “don vurdu, soğuklar fenaydı, hiçbir yerde ceviz yok” bahanesiyle bize ceviz yok demişti. ben de “zenginlere pahalı pahalı satmak için bize cevik yok mu diyor?” diye haber salmıştım, elbette cevap filan gelmedi. herhalde şili kabuklu meyveler konusunda büyük yatırımlar yapıyor, geçenlerde bir fındık üreticisinden dinlediğime göre önümüzdeki yıllarda fındık piyasasına şili’den büyük miktarlarda ürün sunulacakmış. kendileri de şili’de yatırım yapmışlar. amerikan menşeili domates dahi maraş’a cumhuriyet devrinde girmiştir. maraşlının bir tarhanası, bir dondurması dünya pazarlarını tuttu. şili cevizinin geliş hızına bakılırsa maraşlının işi zor görünüyor. her ne kadar birmingham sarayı’na andırın kirazları satılsa da uluslarası ticaret maraş’ın aleyhine dönmüş gibi geliyor bana. çeyiz alışverişine dahi gaziantep’e teveccüh eden kahramanmaraşlının tavrı da buna çanak tutuyor. [7-8 ekim2025]
***
sultan hâmid-i sânî camiinin[1] yanından nahırönü tarafına inen caddede bir tabela gördüm: uhud fırın kasap. zihnim çocukluğuma gitti: uzunoluk’ta uhud gıda diye bir market vardı. sonra aklıma maraşlının modern zamanlardaki isim verme kültürüne intibak edemeyişi geldi. mekteplerde, müfredatta türkçede isim verme kültürü, mantığı, edebi üzerine herhangi bir şeye denk gelmedim. hâlbuki hayatımızın her alanında artık isim vermek durumunda kaldığımız yerler çoğaldı. dükkâna isim vermekten eve kurduğumuz internet hattına kadar bir dolu şeye isim koyuyoruz. fakat bu çeşitliliği ve yeni durumları karşılayacak bir kıvraklık gösteremiyoruz. türkçede isim verme kültürü üzerine yeniden tefekkür etmeye ihtiyacımız var. maraş kapalı çarşısında “1453 iç giyim” gibi dükkân tabelalarına gülüp geçerek meseleyi aşamayız. [28ağustos2025perşembe]
[1] caminin adı “abdülhamid han camii” diye geçiyor. özensizliğimiz birçok yerde olduğu gibi burada da var: hangi abdülhamid han? elbette bu ismi koyanların tek bildikleri ve kast ettikleri sultan ikinci abdülhamid han olduğu için ben de caminin adını böyle yazmayı tercih ettim.
Ufuk Türk
Kuşak Tedaileri 2
Yakın tarihimiz, geriye doğru bakıldığında ve yeni nesillere dönemin hafızası aktarıldıkça ibretamiz örneklerle doludur. Günümüzde ise 2000 sonrası doğan adına Z kuşağı, alfa kuşağı denilen modern tabirlerin yer aldığı kuşak tanımlamaları da mevcuttur. Daha çok batılı paradigmayla düşünen, teknolojinin hızıyla birlikte daha hızlı yaşayan, düşünmesi bir farklı, olaylara bakışı bir farklı olan yeni kuşak. Eskiye nazaran yeni nesil, böyle modern tanımlamalar içinde anılmaya başlanmıştır. Ve bunlar da literatürde yeni bir kuşak tanımlaması içinde yerini almıştır. Son tahlilde bu kuşağın kayıp kuşak olduğu, bu kuşağa bağlanan hayallerin akamete uğradığı gibi görüşler olsa da ben şahsen böyle bir görüşe sıcak bakmıyorum. Ne olursa olsun, nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin bu topraklara bağımız beni umutlandırıyor. Anadolu’muzun pek çok medeniyete ev sahipliği yapması, farklı düşünce ve geleneklerin, kültür hafızasının hala yaşıyor olması bizi ümitlendirmeye yetiyor. Türk çocukları, Türk nesli fetret dönemleri diye adlandıracağımız tarihi sıkışıklık anlarında nice badirelere göğüs germiş nesline, kültürüne ve vatanına sahip çıkmıştır.
Kuşak ilk akla gelen anlamıyla, değişik formlarıyla karşımıza çıkan kumaştan ziyade manevi olarak anlamlar ifade eden bir simgesel kavramdır da. Usta çırak ilişkisinden hoca talebe ilişkisine kadar kuşak bağlama adetleri tarih boyunca süregelmiş bir gelenektir. Uzak doğu sporlarında yer alan ve derece ifade eden kuşak renkleri de bu geleneğe farklı kültürlerden bir örnek olarak sayılabilir. Kuşak bağlamak görünürde sade bir olay gibi algılanabilir fakat bu olay bir aidiyet, ustalaşmada seviye atlama, o yolun sorumluluğunu kuşanma gibi önemli gelenekleri içinde barındırır. Ahilik geleneğindeki şed kuşanmak da bunun en güzel örneğidir. Çırağın imtihanları geçip ustasının elinde belirli bir kıvama geldiğinin göstergesi, bir yemin belgesi gibidir aslında.
Tüm bu kuşak örneklerinden sonra geleneksel olarak günlük yaşantımızda da kuşak bağlayıp bunu kıyafetin ayrılmaz bir parçası olarak gören dedelerimiz Anadolu’nun bilmem hangi köşesindedir şimdi. Beline sardığı kuşağıyla kışın soğuğundan korunduğu gibi kuşağın arasına koyduğu para kesesi, tütün, tesbih ve belki çakı gibi malzemelerle onun bir çanta, cüzdan görevi görmesini sağlar. En kıymetli eşyalarını, tütününü, kalemini, kağıdını döş cebine saklayan dedelerimizin yanında böyle kuşağının arasına saklayanlarımız da vardır. Bunların yanında kutsal bayramlarda, önemli günlerde, belki folklor gösterilerinde simgesel ve geleneksel olarak kuşak bağlanan kıyafetler de mevcuttur.
Kuşak, hayat yolculuğunun her dönemine bir şekilde dokunmuştur insana. Kuşak deyince derin acıların öbeklendiği, doğudan başlayıp amik ovasına uzanan bir fay kuşağı gelir aklımıza mesela. Mesela halk türkülerinde beline bağladığı ibrişim kuşağıyla kahramanlıklar yapan bir Genç Osman gelir aklımıza. Nesilleri birbirine bağlayan bir bağ, yeni hayat kurmak için ilk adımını atan ürkek bir gelinin ilk ayrılış hüznü, bir yiğidin beline bağlayıp arasına kamasını koyduğu cesareti ve çocukluğumuzun en renkli anları gelir aklımıza. Kuşak ister göğe asılı rengarenk hayaller ister belimize bağladığımız sorumluluklarımız olsun. Ama bizi zamana ve mekâna bağlayan birer bağ olsun. Bu dünyadan bağımızı çözsün öbür dünyayla bağımızı kuvvetlendirsin. Hasılı kuşak, yalnız bedeni değil gönülleri de birbirine bağlasın.
İbrahim Bayram
Adamlar
Çiçek sevicileri kekik yetiştirdi.
Kavanozlara doldurup türkülerle mühürlediler
ruh zahireliklerimizi.
Ve göğsüne hep hüzünlü nefesler çekti şair
Bir girdabın tam ortasında.
Öyle çizdi yüreğinin resmini tütün kağıdına
Alevler yuttu devleşti
Serildi, serpildi, çevrildi toprağa
devletleşti.
Deli midir veli midir kafası bin beş yüz elli midir
Dut ağacıyla dertleşti adam
Verdi ağaca, renk şekil biçim
Taşındı kendine, oldu o biçim
Aldı alacağını
Zikir fikir ve bin şükür
Adamın diyordu adamın
Kalbindeki ritmik dansı,
andız tesbihine uyarlayıp
çalıştırıp ciğerlerindeki metaforu
Ve sonra
Ses tellerinin yörüngesinde bir şiir
Adamın diyordu
Kaburga kemiği yok mu.....
Kaldı öylece
Sustu
Su içesi geldi
Sararmıştı elleri dumandan
tütün benizli adam.
Allah'tan Hasan abi
başında değil de aklı
Gönüller sıvazlıyor hep
Debreli de değil Maraş’tan
Yankılanıyor sevdası taa arştan
Kalemi martin gibi tutuyor ellerinde
Gök mavisi rüyaları taşıyor gözlerinde
Adamlar taşıyor
Adamdan taşıyor dükkan
Fazl'ı, keremi,elemi enveri bol
Haydi çık işin içinden çıkabilirsen
Kor ateşi avucunun içine alabilirsen
Kapıçam’a bir selam salabilirsen
Dükkan’da ummana dalabilirsen
Ne kadar da çok şey bilmiyoruz
Türkünün deminde
Yoldaki kalemler...
Samet Yurttaş
Annesiz Günler İçin
Dört mevsimin solmayan tek gülüdür
Masamda duran fotoğrafı annemin
Gecenin bir vakti
Göz göze geliyoruz onunla
Bir annenin iç çekmesindeki
Sessizliği duyuyorum
Gözyaşlarımla tazeliyorum abdestimi
Ve annesiz günlerin
Hiç kapanmayacak penceresi açılıyor
Pencere geceye açılıyor
Pencere hüzne açılıyor
Pencere ölüme açılıyor
Her şeyi bilen ve hiçbir şeyi bilmeyen
Bir adam çaresizliğinde
Evimin koridorlarında yürüyorum
Hastane koridorları gibi uzuyor gözümde
Ve ölümün kanserli bir hücreden
Gül kopardığı yerde
Göğsümün tam orta yerinde
Annesiz günler
Ömürlük bir yara gibi açılıyor
Ve her gece uyutmayan bir ses kulağımda
Rüzgârın çivi gibi çaktığı:
“Gecenin bu vaktidir sen daha uyumadın mı?”
Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:
Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:17
Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi yayınıdır.
Her hafta Cuma günü yayımlanır.