DÖŞ CEBİ
Mehmet Yaşar
Kuşakları Buluşturan Bir Edebiyat Yürüyüşü: Yoldaki Kalemler – 1
Kelimelerin de bir ruhu, bir asaleti olduğu kanaatindeyim. Bazı kelimeler bunu fazlasıyla hissettirir. Dile gelince ya da yazılınca fark edersiniz hemen. Merâmınız sarihleşir, bereketlenir… Yol kelimesi de bunlardandır. Güzel Türkçemizin en zengin tedailere sahip, en asil kelimelerinden biridir. Gerek yalnız kullanıldığında, gerek türetildiğinde, gerekse başka bir kelimeyle yan yana geldiğinde bir yönü, bir kaderi, bir seyri, bir hedefi asil bir şekilde fısıldar kulaklarınıza.
İşte internet ortamında yayımlanan Yoldaki Kalemler isimli edebiyat dergisi de ismini bu asalet ve zenginlikten alır. Yoldaki Kalemler, bir internet dergisi olmanın çok ötesinde, farklı kuşakların ve tecrübelerin buluşup kalem yoldaşlığı ettiği; edebiyatın nizâsız bir yürüyüş, diriltici bir nefes, birleştirici bir güç olduğunu yeniden hatırlatan özel bir mekân ya da zeminin adıdır aslında. 2012 yılında değerli büyüğümüz Şair-Yazar Hasan Ejderha tarafından ve kendisinin yayın yönetmenliğinde kurulan Yoldaki Kalemler, 13 yıllık yolculuğunu bütün zarâfetiyle devam ettiriyor.
Her yeni kalem, edebiyat yolculuğuna çıkarken genellikle yalnızdır. Ve doğal olarak karşısında, edebiyat yayıncılığının muhkem kalelerinin görkemli ve korunaklı kapılarını ya da ticari kaygıların edebi hassasiyetleri gölgede bıraktığı popüler kültür çukurlarını bulabilme ihtimali yüksektir. Yoldaki Kalemler, bu vaziyetin bilinciyle genç kalemlere bir "sığınak" ve bir "fidanlık” olmuştur. Hasan Ejderha gibi gönlü dağlardan yüce ve deryalardan engin bir adanmış adamın emeğiyle yürütülen bu çaba, edebiyata, yani Türkçe’ye duyulan saf sevginin en güzel şahitlerinden biridir. Bu vesileyle Yoldaki Kalemler, edebiyatın bir inanç, bir adanmışlık meselesi olduğunu da vurgular.
Bu nokta-i nazarla bakınca görülüyor ki Yoldaki Kalemler’in en önemli özelliği, edebiyat dünyasına yeni adım atan kalemlere rehberlik etmesidir. Şöhretli dergilerin ve yayınevlerinin kapılarını çalmaya cesaret edemeyen genç yetenekler için bir başlangıç noktası sunar. Onların ilk ürünlerini, ilk heyecanlarını ve ilk hatalarını paylaşabilecekleri güvenli bir liman görevi görür. Bu, aynı zamanda kuşaklar arası bir köprü işlevi de taşır. Genç yazarlar, sayfalarında eserlerine yer verilen daha tecrübeli yazarların derinliğinden ve inceliğinden ilham alırken, usta kalemler de genç kuşakların dinamik ve yenilikçi bakış açısıyla tazelenirler. Geçmişin birikimiyle geleceğin enerjisini buluşturan bu tavır, Yoldaki Kalemler'in en büyük muvaffakiyetidir. Tabi bu karşılıklı etkileşim, dergiyi sadece bir yayın organı olmaktan çıkarıp, adeta bir "edebiyat okulu"na dönüştürmektedir. Yeni başlayanlar için bir tecrübe alanı, tecrübeliler içinse gençliğin nabzını tutabildikleri bir mecra sunarken edebiyatın birikimini ve geleceğini aynı sayfada buluşturarak nesiller arası diyaloğu canlı tutmaktadır.
Yoldaki Kalemler'in bir blogspot adresi üzerinden varlığını sürdürmesi, onu, hem erişilebilir hem de samimi kılmaktadır bence. Bu tarafıyla bir internet dergisi olarak sadece güncel edebiyat ürünlerini sunmakla kalmaz, aynı zamanda bir dönemin kaygılarını, beklentilerini, hassasiyetlerini de belgeleyen arşiv vazifesi görür. Her yayımlanan metin, aslında bir yazarın o anki ruh halinin, hayallerinin ve düşüncelerinin bir izidir. Bu izler bir araya geldiğinde, ortaya bir dönemin edebî ve fikrî hafızası çıkar. Yıllar sonra bu sayfalara dönüp bakıldığında, belirli bir dönemin ruhunu, genç kalemlerin umutlarını veya hayal kırıklıklarını görmek mümkün olacaktır. Yoldaki Kalemler, edebiyatın geleceğini inşa ederken, aynı zamanda o geleceğe anlamlı bir geçmiş de bırakır.
Ömer Yalçınova
Hafız-ı Kutub: Yaşar Alparslan
Yaşar Alparslan’ın Maraş için önemi anlatmakla bitmez. Çünkü o, Maraş’ın sadece tarihine değil coğrafyasına, doğasına, konaklarına, sokaklarına, ailelerine, mutfağına, kilerine, âlimlerine, şairlerine ve yollarına kadar her şeyine hâkimdi. Çünkü onda Maraş’a yönelik bitmez tükenmez bir aşk vardı.
O Maraş’a aşıktı. Ki bunu hayatını bu şehre vakfetmesinden de rahatlıkla anlayabiliriz. Fakat kesinlikle uydurulmuş bir Maraş değildi onun âşık olduğu. Maraş’ın karanlık, dar, uğraştırıcı, tehlikeli yollarının da farkındaydı. Özellikle oturup konuştuğunuzda, kimseden duyamayacağınız bilgiler, belgeler, isimler sadece onun dilinden dökülürdü. Anlardınız ki o, Maraş aynasının sadece parlak kısmıyla uğraşmamış, sırlı kısmını da olabildiğince araştırmıştır. Zaten sadece temiz sularda dolaşmak isteseydi Türkiye genelinde onun popülerliği hızla artardı. Ama o, popülerliğe kuruş değer vermemiştir. Hakikatti onun tek derdi. Hakikati bütün yönleriyle görmek, bilmek, duyumsamak, içselleştirmek ve insanların hizmetine sunmak.
O, sakladığında da bir bilgiyi, çok önemli kaygı ve sorumluluklarla hareket etmiştir, beyan ettiğinde de.
Yaşar Alparslan’ın ilahiyat alanında bilgisiyse, tarih bilgisinden çok daha geniş ve derindi. Arapçası vardı Yaşar Hoca’nın, uzmanlığın üstünde bir derecede Osmanlıcaya hâkimdi. Çok profesör çözemediği Osmanlıca metinleri, ona getirirdi ve o, sanki konuşur gibi, metni çözüp neyin murat edildiğini bulurdu. Onun bu şekilde ilim camiasına yardımları saymakla bitmez. Yardım ettiği kişilerin büyük çoğunluğu da sanki bu aldıkları bilgileri kendileri çözmüş, araştırmış, bulmuş gibi satmayı tercih etti. Az sayıdaki hakkaniyetli akademisyen ise, Yaşar Hoca’ya hürmeti bir an bile elden bırakmadılar. Ondan gelen bir ricayı emir telakki ettiler.
Yaşar Hoca’yı bilen bilirdi. Dışarıdan bakansa, Divanlı Mahallesi’nde doğup büyümüş ve oranın havasından çıkamamış, eski dönem bir Maraşlı sanırdı onu. Giyim kuşama dikkat etmezdi. Genellikle geniş kesim gömlek giyerdi. Ve gömlek cebinde türlü çeşit küçük kâğıt bulunurdu. Gömleğinin cebinden para çıkarıyorsa anlardınız ki bu Kur’an kursu öğrencilerinin ihtiyaçları için, pantolonunun cebinden para çıkarıyorsa şahsi işleri için harcama yapacaktır. O, tam bir Kur’an âşığıydı. Kur’an kursları dendiği zaman Yaşar Hoca’da akan sular dururdu. Kur’an-ı Kerim’i okuyanı da, dinleyeni de, hatmedeni de, ona saygı duyanı da tazimle karşılardı. Zaten eğer bir sohbetinde ayet ve hadislerden söz ediyorsa, bilin ki farklı bir iklimden konuşmaya başlamıştır, tek kelimesini bile ıskalamamak gerekirdi.
Bilen bilirdi onu. Müthiş bir gözlemciydi. Siz fark etmezdiniz ama o sizin bütün hâl ve hareketlerinize, herhangi bir rahatsızlık vermeden dikkat kesilir, ona göre bilgi ve fikir paylaşımında bulunurdu. Eğer niyetinizin farklı olduğunu anladıysa, bir an önce bulunduğu ortamdan ayrılır ya da bir daha sizinle görüşmek istemediğini belli ederdi. Bu yüzden onda din ve tarih ilmiyle birlikte insan ve hayat ilmi de mevcuttu diyebiliriz.
Bazen de yanıldığı insanlar hakkında, karşısındakinin samimiyetine binaen, yine kendine yontmadan keseri, sırf yanılgısından bir ders çıkarılsın ve o kişiyle ilgili artık hataya düşülmesin diye uyarıcı sözler ederdi. Hatasını kabul etmekten çekindiğini de hiç görmedim. Üzülürdü de, bahsi geçen kişiyle ilgili neden bu kadar feci bir yanılgıya düştüğünü her dile getirdiğinde ve düşündüğünde. Eğer öfkeliyse o an Yaşar Hoca susmayı yeğlerdi. O, esip gürleyip yağmaya başlamışsa, affedecek demekti. Hayatımda gördüğüm tek alleme-i cihan şahsiyetti Yaşar Alparslan. Okuyup yazan kişiler için bulunmaz bir hazineydi.
Sibel Kurt Daşoluk
"Şiir; Bir Savunma Biçimi Olduğu Kadar, Bir Saldırı Biçimidir de.”
Ruhumun melodisi şiir ve ona en güzel sözleri yazan Edip Cansever. Benim için şiir; bazen sığındığım bir liman, bazen güzel bir düş, bazen gözyaşı, bazen umut, bazen bir isyan. Şiir; özgürlüktür; söylenmek istenen hiçbir engele takılmadan dökülmelidir söze. Stratejiyi kabul etmemelidir. Yaşadıklarını yazdığını söyler Edip Cansever. Bu kitabı da ona göre dışadönük bir eserdir. Şiirin uçsuz bucaksız derinliklerini yoklamak yerine, yüzeydeki parıltılarını yoğunlaştırmayı, çoğaltmayı seçtiğini söyler. O parıltılar gözlerinizi kamaştırır hemen, onun büyüsünde çabucak hafiflersiniz. Yormaz sizi, her şey gözünüzün önündedir. Yüzeydedir belki ama en derinlere sızar.
“Elbette umutsuzluğa düşerim bazen
Elbette umutluyum her zaman
Neden yazılır bir şiir
Neden okunur bunca yazı
Çünkü nasıl aşılabilir başkaca
İnsanın karmaşıklığı.”
İnsan gibidir şiirleri; umutsuzluk da vardır, umut da. TRT Arşivinde izlemiş olduğum bir röportajında, şair için şöyle söylenir: “Edip Cansever için, umutsuzluk ve ölüm yaşamın karşıtı değil, bir bütünü, olumluyu belirleyen; olumsuz yanıdır.” Program şu etkileyici cümlelerle son bulur: “Kuşkusuz gelişen koşullarla, Edip Cansever’in de, insanın da yalnız hak edilmiş hüzünleri değil; hak edilmiş sevinçleri de olacaktır. Sokakların, meyhanelerin, kahvelerin ortasındaki dalgın ve yalnız bakış, çocukların yüzünde, doğanın görüntülerinde, mutlu bir dünyanın şiirini de bulacaktır. Çünkü şiir; hiçbir zaman umutsuzluğun, ölümün, haksızlığın ve yalnızlığın askeri olmadı. Şiir, en umutsuz göründüğü zamanda bile, insanı, dünyaya, çalışmanın ve yaratmanın gücüne, sevgiye ve dostluğa inandırır. Çünkü şiir, bir savunma biçimi olduğu kadar, bir saldırı biçimidir de.”
Örneğin, bir felaketin ardından, bir başına kalmak nasıl anlatılırdı, şiir olmasa?
“Sanki kar yağışlarının ardından
Uzun süren kar yağışlarının ardından
Sevimsiz bir lunaparkta
Kimsesiz bir atlıkarıncaydım.”
Hangi söz, şu dizeler kadar içine işlerdi ki insanın? Şiir, yürüdüğüm yorucu yolda, oturup dinlendiğim eşsiz bir durak, bazen bir sevgili, bazen şefkatli bir anne eli. Şiir, dünyamı güzelleştiriyor. İncecik gövdesi ile rüzgârda sallanan; eğilen, bükülen ama asla kırılmayan güzel ve güçlü bir çiçek hayal ediyorum. Ne kadar da nahif görünüyor ama nasıl da güçlü. Şiirlere benziyor. O zaman anlıyorum, şiirin sadece sözcükleri süsleme sanatı olmadığını. Aslında ne kadar güçlü olduklarını. Sarf ettikleri ölüm sözcükleri ile yaşamı sunmalarına, umutsuzlukları ile umudu anlatmalarına, gece ile güneşi doğurmalarına şahit oluyorum. Şiir; kendin olabilmenin, tüm iyi ve kötü duygularla var olduğunun kelimelerle vücut bulmuş hali sanki. En güzeli de bu değil mi? Kendin olarak, var olabilmek… Bazen, kendin olmaya bir yoldur şiir.
İbrahim Bayram
Goncam
Adından anladığım
gece nöbetleri
Kuş güvertesinde sancı
Ay ışığıyla toprak kokusunun dansı.
Yağmur yalnızlığa aldırmaz goncam
örter gece karanlığını gözlerinle olduğum vakit
Gözlerinle olduğum vakit
Avucumun içinde bahar kokusu
Suyun ferahlığı ve toprağa saklanan kalın kitaplar
Kalbimde masal boşluğu
Seni unutasım var
Bir çingene cazgırlığının dehlizlerinde
kaybolmuşluğum var
Arama kaybolursun goncam
Kuyu derinliği ve serinliği kadar yitirdim kendimi sende.
Sende yitirdim en omurgalı türküleri
Şimdi savurduğum şiirimin külleri
Urganla bağlandığım gözlerinin yankısıyla yakınmalarım.
Kaybolmuşluğum var sende
Kent boşluğu beynimde
Tütün dumanı yoldaşım
Hazırlıklar tamam seni yaşamanın
Pişmanlıklarım var goncam
Dağ titremeleri
Zemheri üşümeleri
Ötelenen, ertelenen, susuşlar, yokuşlar kayboluşlar
İşte şimdi başlıyor adına şiir şöleni
Kaç gece uzar gider kaşlarının karasına
Kaç hüzne yoldaşlık eder pencere ağzı kapı aralığı
Kaç girift denklem serilir tütün kağıdına
Ah benim yalnızlığıma dökülen
Andığımda adını yüreğim sökülen
Göğsüme nefes oyy
Soluğum kesilmeden bir fasıl daha geçeyim gözlerinle geceden
Gözlerin anne merhameti
Sarmaşık güller bitiren.
Derin depremler şivesi kulağımda goncam
Yerli yerinde mi her şey
Otursun yerine bende hiçbir şey...
Enver Çapar
Kan ve Toz
Kalbin son kırıntıları,
Gazzeli çocuklarla gömülürken toprağa
Ne yazsın artık şair,
Ümmetin utancı sığar mı mısralara?
Kuşların gözünde ve belki şiirlerde yaşayacak,
Gazzeli çocukların gülüşü.
Dağa taşa haykırsaydı Ebu Ubeyde,
İslam aleminden önce koşardı onlar imdada.
Ölüme yoldaş olan insanlar,
Şimdi açlıkla imtihandalar.
Biz kaybettik yine, kazanan onlar.
Dönmüyor yüzünü Hanzala Müslümanlara,
Utandırmak istemiyor belki de.
Gazze’de anne ölmek.
Gazze’de çocuk ölmek.
İşte yazı başlığı, dizebilirsen kelimeleri.
Dünyanın gözü Filistin’de,
Kalbi başka yerde atıyor.
Kan damlıyor, hakikati perdeleyen ellerden.
Ne bir çocuğun açlıktan ölümü,
Ne bir annenin kuruyan gözyaşı,
Diriltmedi kalbimizi.
İslam aleminin bu hali,
Kabul olmayacak dua sesleri gibi.
Bu utancın ağırlığı,
Eğdi başımızı.
Yer yarıldı, giremedik içine.
Dünya seyircileriyiz hepimiz,
Bakıp unutma ödevindeyiz.
Ölüme gülümseyen çocukları,
İncitmeden sakladı toprak.
Onların hatırası artık bize çok uzak.
Hangi şiir merhem olur,
Gazze yarasına.
Kağıda bakmaya yüzümüz,
Kalemi tutmaya gücümüz var mı?
Yüz duldası yaptık kelimeleri.
Dünyanın GERİ kalanıyız artık
Toz ve kan birikiyor ekranımızda
Cennet kuşları havalanırken yerden.
Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:
Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:15
Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi yayınıdır.
Her hafta Cuma günü yayımlanır.