Whatsapp Görsel 2025 09 18 Saat 15.10.58 D5A93237

DÖŞ CEBİ

Mehmet Yaşar

"Oku da Adam Ol"dan "Oku da Çok Para Kazan"a

Bir zamanlar, bu topraklarda "oku da adam ol" denirdi. Bu ibare, bir insanın sadece bilgiyle değil, aynı zamanda hüviyetle, şahsiyetle, erdemle ve vicdanla inşa edilmesi gerektiği inancını taşırdı. Okumak, bir yolculuktu; kendini tanıma, hayatı anlama ve nihayetinde "adam" olma yolculuğu. O zamanlar hayat, bir yarış, bir koşuşturma değil, her adımda ruhun bir parçasını inşa etme süreciydi.

Sonra neler geldi başımıza, neler… O kadim bilgelik, modern zamanların rüzgârı karşısında ufalanıp durdu. Bugün çocukların kulaklarına fısıldanan, hatta adeta beyinlerine kazınan tek bir emir var: "Oku da çok para kazan." Artık okullar, diplomalar, sertifikalar, hepsi birer banka cüzdanı gibi. Verilen her emek, elde edilen her başarı, daha iyi bir maaşın, daha gösterişli bir hayatın habercisi şeklinde karşılanır oldu. Çocuklarımızın gözlerindeki parıltı, yapılan bir iyiliğin verdiği huzurdan ya da bir sanat eserine duyulan hayranlıktan değil, gelecekteki lüks bir arabanın hayalinden gelir oldu. Bu yeni inanç, ruhlara daha küçükken çeşitli korkular aşılıyor: yokluk korkusu, başarısız olma korkusu, geride kalma korkusu vs vs…

Modern insan, hayatı dümdüz bir otoban gibi düşlüyor. Tek amacı var: Durmadan, nefes almadan koşmak ve sonunda "konfor cenneti"ne ulaşmak. Dönemeçler, inişler, çıkışlar, kazalar, nefeslenmeler, manzaralar hiç hesaba katılmıyor. Bu yolculukta ruhlar, adeta birer makineye dönüşüyor; duygular, düşünceler, insanı insan yapan pek çok şey göz ardı ediliyor. İçimizdeki kanaat pınarı, şükür çağlayanı, sonsuz bir tüketim arzusunun çölünde kuruyup kalıyor.

Maddi kaygılarımız ve beklentilerimiz, hayatın asıl manasını, yaradılışımızın hikmetini ıskalamamıza sebebiyet veriyor çoğu zaman. Ve hiçbir maddi unsurda bulamayacağımız, yakalayamayacağımız hisleri ıskalıyoruz hep. Asıl zenginliğin, kalıcı olanın, bir dostun samimi tebessümünde, bir iyiliğin kalpte bıraktığı izde gizli olduğunu unutup duruyoruz. Bazen çeşitli musibetlerin ihtarıyla hatrımıza gelse de dünya denen cazibe bizi yeniden kendi çarklarına hapsetmeyi başarıyor ve kanaatten açgözlülüğe doğru hemencecik yola koyuluveriyoruz.

Çocuklarımıza lisanen “oku da adam ol” derken kalben de bunu söyleyebiliyor muyuz? Ya da halimizde, hayatımızda bu söylediğimizi tatbik eden izler barındırabiliyor muyuz? Sözlerimiz ve eylemlerimiz arasındaki bu çelişki, modern insanın en büyük trajedilerinden biri. Onlara dürüstlüğün, vicdan sahibi olmanın ve kanaat etmenin kıymetinden bahsederken, bir yandan da kendi hayatımızın maddi kaygılarla nasıl şekillendiğini gösterip duruyoruz. Bu ikilem, çocuklarımızın zihninde büyük bir karmaşaya yol açıyor. Onlara va’zettiğimiz değerler, yaşadığımız hayatın pratikleri tarafından sürekli çürütülüyor. İşte ezcümle asıl sorumluluğumuz, bu çarkın dışına çıkıp, onlara sadece kadim izler barındıran hikmetli sözlerle değil, hayatımızla, tercihlerimizle, duruşumuzla gerçek zenginliğin ne olduğunu göstermekten geçiyor.

Mustafa Işık

Aşkı Kâğıda Yazmayan Şair: Abdurrahim Karakoç *

-Yâr deyince kalem elden düşüyor.

Bu milletin ve toprağın sesi, muteber, ehli kalem ve kelamdan Abdurrahim Karakoç; ilgiyi, iltifatı ve vefayı fazlasıyla hak eden değerimizdir. Abdurrahim Karakoç’u anmak, anlamak ve anlatmak için Gergef Edebiyat dergisinin özel sayı hazırlama fikri ve teşebbüsü takdire şayandır. Kültür ve medeniyetiyle hemhâl bu memleketin aziz evladı olan Karakoç ile ilgili farklı zamanlarda, farklı dergilerde kıymetli çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir. Bu husus vefanın ve kadirşinaslığın gereğidir. Şair ve yazarların Karakoç aynasında kendi gerçekliklerini görme ve bu gerçekliği pak haliyle yeniden yansıtma tezahürünün gerekliliğidir. Bu da koca yürekli şairin duruşunun ve şiirinin satırlarına yüklediği anlam bağlayıcılığının göstergelerindendir.

Abdurrahim Karakoç’u yakından tanımak ve şiirleriyle ve gönül dünyasıyla tanış olmak çıkılacak edebî yolculukta okuyucuya, özellikle de gençlere güzelliklerin ve anlam dünyasının keşfinin kapılarını aralayacaktır. Elbistan doğumlu Ozan, küçük yaşta zengin tarihî ve edebî sofranın serili olduğu sıcak bir hanede beslenmiş ve bu durum onu küçük yaşta sözün hakikatiyle ve belagatin hassıyla tanış kılmış ve yoluna ayna olmuştur.

Eğitim hayatına küçük yaşlarda ara vermesi, tabiatla meşguliyeti ve uzleti onun kendisiyle baş başa kalmasına ve nev-i şahsına münhasır bir dilin / üslubun sahibi olmasına vesile olmuştur. Abdurrahim Karakoç şiir zevkini Balcı Fakı diye tanınan ve halk şiirleri söyleyen dedesi Mehmet Efendi ile babası Ümmet Efendi’den almış, Türk Halk Şiiri geleneğine sahip bir ortamda büyümüş, küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlamıştır. Aile kütüphanesinde divan şairlerine ait kıymetli eserlerin yer aldığı bir kütüphanesinin bulunması Karakoç’un şairliğini besleyen önemli husus olmuştur. Karakoç, şiire başlamasını ve şiirinin yaslandığı kaynakları tecrübeleri ve yaşamıyla iç içe oluşunu her daim ifade etmiştir. Her ne kadar Karacaoğlanvari bir lirizm onun şiirlerinde ön planda olsa da ve Karakoç, toplumun gönül dili olmayı vazife sayan Karakoç, insanımızın hastane ve mahkeme kapılarında karşılaştığı zorlukları, çektiği sıkıntıları, siyasetçilerin vaatlerini yerine getirmeyip vatandaşları aldatmasını yergi ve öfke duygularıyla dile getirmiştir. Toplumun sancılısı olduğunu ve eserlerinin toplum gerçekliklerine ayna olduğunu ifadeden geri durmamıştır. Eserlerinde ele aldığı onca konunun ortak ifadesi dildeki sadelik ve üslubundaki samimiyet onu kendine has bir yerde konumlandırmıştır.

Sanat yapmak için özel bir gayret sarf etmemiştir ve içtenliğini yitirmeyerek imgem ve söylemlerini kendince kurgulamıştır. Böylece her ne kadar âşık tarzı geleneğiyle bağdaştırsak da ulu ozanı, o mevcudun taklidini bırakmış, “Lambada titreyen alev üşüyor.” dizesinde olduğu gibi yeni şiirin özgünlüğüyle çağrışım dünyasına farklı bir zenginlik ve mahiyet katmıştır. Geleneği evrenselliğe taşıma gayreti ve bu gayretini milli- manevi ve kültürel değer olgularıyla beslemesi onu farklı ve özel kılan önemli göstergelerdendir elbette. Ağaç kökünden uzakta büyümez, sözü onun anlayışının net ifadesidir. Aynı zamanda realist bir şair olan Karakoç, Türk-İslâm âleminin geri kalmışlığının ve esaretinin de farkında olduğunu şiirlerinde dile getirmiştir. Sade ve anlaşılır hiciv ve eleştiri tarzındaki söylemleriyle toplumun; sosyal problemlerin temelinde vicdanlarının sesine kulak asmamalarının, ahlaki ve dinî kıstasları görmezden gelmelerinin ve özünden kopuşun toplumdaki yoz anlayışı ifadeye gayret etmiştir.

Cumhuriyet döneminin ulvî değerlerinden olan şairimiz, Anadolu kültürüyle mayalanmış şiirleri aşk ve ülkü yıldızı olarak bizlere kılavuz olacaktır, yolumuzu aydınlatacaktır. Gergef Edebiyat dergisinin takdire şayan bu gayreti için emeği geçenleri tebrik ediyor, şairimizi saygı, rahmet ve minnetle bir kez daha anıyoruz.

-Lambada titreyen alev üşüyor / Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.

Enver Çapar

Dostluk Rehberinin İzini Sürmek

Bizi bir araya getiren bir eden, kendimiz yapan bir sırdır dostluk ve muhabbet. Her işte olduğu gibi bu işin de bir pîri, öncüsü olmalıdır. Efendimizin kutsal bir emaneti olan bu rehberlik vazifesi günümüze kadar devam ede gelmiştir. Bu iş gönül işidir. Gönül insanı olan ve insana dokunabilen kişilerin işidir. Böyle nice gönül insanımız vardır. Bunların en bilinenlerinden biri de Fethi Gemuhluoğlu üstadımızdır. Yazı vesilemiz de Mahmut Bıyıklı’nın “Dostluk Rehberi Fethi Gemuhluoğlu” kitabıdır.

Tdv yayınları arsından çıkan bu kıymetli eserde güzel bir hayat nasıl yaşanır, ömür nasıl bereketlenir onun somut bir örneğini görüyoruz. Hacmi küçük içeriği oldukça geniş bir eser. Akıcı dili ve samimi anlatımıyla bir çırpıda okunan, gönlümüze dokunan bir kitap olmuş. Yazar kitabı dört bölüme ayırmış. 1940’lı 50’li 60’lı ve 70’li yıllar olarak. Bir nevi o dönemlerin de bir portresini sunmuş. Kişileri ve olayları değerlendirirken yaşadıkları dönemin şartları mutlaka hesaba katılmalı ki daha iyi anlaşılsın. Kitap bir kişinin hayatını anlatıyor gibi görünse de bir dönemin bir zihniyetin bir mücadelenin tanığı sıfatında. Bizler ecdadımıza ve vatanımıza bir vefa borcumuz olduğu şuuruyla yetiştirilmişiz. Yazar, Gemuhluoğlu’na armağan ettiği bu eserle güzel bir vefa örneği göstermiş. Çeşitli zamanlarda yazılar yazmış ama kitap çıkarmamış olan Gemuhluoğlu’nun vefatından sonra onu anlatan kitaplar çıkmıştır. Onu tanıyan dostları, herkes onu tanısın ve onun hayatını örnek alsın istemişler. Böyle insanlar bereketli insanlardır. Yazmazlar belki ama yazdırırlar.

Kitaptan hareketle Gemuhluoğlu kimdi, neler yaptı, kısaca özetlemeye çalışalım. Öncelikle neyi kaybettiğimizi ve neden bu halde olduğumuzu idrak etmiş şuurlu bir Müslüman. Bu mukaddes vatanın gerçek evlatlarının, Anadolu terbiyesini muhafaza edenlerin, hak ettikleri yere gelebilmeleri için hayatını vakfetmiş bir vakıf insan.

İslam milletinin ve ülkemizin içine düştüğü durum onu derinden yaralamış. İnsanı öncelemiş daima. Bozulma insandaysa düzelmenin da yine insanla başlayacağı düsturuyla hareket etmiş.

Ülkenin çalkantılı olduğu, gençlerin savrulduğu bir dönemde, Gemuhluoğlu milletine ve memleketine karşı vazifeli olarak görmüş kendini. Kültürümüzde önemli bir yeri olan “ağabeylik” müessesesinin gerçek temsilcisi olmuş. Döneminde herkes onu “Fethi abi” diye tanımış ve saygı duymuş. Sürekli genişleyen bir dostluk ve muhabbet halkası oluşturmuş. İnsanların onun etrafında toplanmasının ve sözlerinin tesirli olmasının sırrı neydi diye soracak olursak. Söylediğine inanan samimi bir gönül insanı olmasını söyleyebiliriz. Peki bu nasıl olur. Nefsini arındırarak ruhunu yücelterek elbette. Yani ehli tasavvuf olmakla. Gemuhluoğlu, Halvetiye’nin Şabaniye koluna mensup kerameti sohbet olan bir veli. Görünce mutlu olunan ve insanlara ayna tutan bir gönül eri. “insan olan gelir nura çevrilir” diyor ya bir türküde. O misal, insanlar onun etrafında çevrilmiş. Bir okul gibi nice insan yetiştirmiş. Nerede bu memlekete, bu millete ışık tutan faydalı olan birini görse ona değer vermiş, onun elinden tutmuş.

Kendi tarihine, kendi kültürüne yabancılaştırılan ve kimliğinden uzaklaşan insanımıza aslını hatırlatmış. Tarihe ve coğrafyaya dost olun diyerek ülkemizin haritadaki sınırlarına hapsolmamış ve bizim gönül coğrafyamızı hep dile getirmiş. O yıllarda, dünyayı okuyan bir bakışa sahipmiş. Afrika’nın uyanışını haber vermiş bizlere. Hayaller kurmuş İslam milletinin geleceğine dair. Bizim de hayaller kurmamızı istemiş. Hiçbir zaman umudunu yitirmemiş. Bir umut insanı olmuş. Medeniyetimizin yeniden ihya oluşunun rüyasını görerek ve bu heyecanla aşkla şevkle sarılmış her işine. Böyle insanların örnek hayatları bizler için birer rehber niteliğindedir. Bu yüzden onları unutmamamız ve bu insanları unutturmamamız gerekir.

Cüneyt Cesur

Mercanay

Yüreklerimizin demi bozuldu bozulalı

Dünyanın rengi bozbulanık Mercanay

Büyüklük kan ağlar, çocukluk ah, sızlar sızlanmalar

Güzellik acze, güç kime malum Mercanay

Dil söyler, kemiksiz, yürek atmaz utanmaz

Salalar söylenir beddualar salınır

Ehl-i sevdadan sevgi adına

Sıratlar sahte sevgilerle atlanılmaz

Mercanay, kaderi deniz bahtı deniz ay

Ağıtların sahte olduğunu duy artık

Mercanay hayata itaatkar dolunay

Her dem nefislerin okşandığını gör artık

Nazenin düşünceler musiki renkli taylarla uçtu gitti

Elem de, keder de, aşk da basamak taşı

Makyajlar bir çıngı parlaklığında silindi

"Güzelliğin on para etmedi" duy artık Mercanay

İbrahim Bayram

Ellerin Ne Kadar Da Serin

Kalbimi pusuya düşürdü gözlerin

Ellerimin içinde sıcaklığın

Ve alnımda terin

Derin gözlerin çok derin

Bakışların bin bahar

Ve ellerin ne kadar da serin

Yağan yağmurlardan

Aydınlık sulardan

Yalnızlığın demine gölgeni taşırım

Ki gölgen ateşin alevinde

Gözlerin rüyalar aleminde

Ancak bu kadar derin

Ve ellerin ne kadar da serin

Yeni baştan hüzün mayalı gözlerini,

Azık eyledim türkülerin mızrağına

Sen söyle ben dinleyim

Gözlerinin dehlizlerinde uslanmaz bir deliyim

Söyle ben kiminleyim

Ayın, yıldızların, güneşin ve yerin

Sessizliğindeyim

Gece çok derin

Ve ellerin ne kadar da serin

Göğsüme ellerini koy ve ört kalbimi

Yeter gözlerinle dolduğum

Kıyamet kıvılcımlarıyla sararıp solduğum

Ne yapsam nereye koysam başımı olmuyor

Bu hüzün, bu hoyrat gece

Bu kaçıncı gömüşüm gözlerini yüreğime

Daha kaç geceyi devirir kaşlarının karası

Ah bee gönlümün kabuk tutmaz yarası

Kalbimin göklerinde yerin

Gözlerin rüyalar kadar derin

Ve ellerin ne kadar da serin

Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:

[email protected]

Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:14
Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi yayınıdır.
Her hafta Cuma günü yayımlanır.