Çocukluğumuzda, ki hepiniz de çocukluk günleri yaşadınız, okula gittiğinizde sene sonu karnelerimiz olurdu. Hal ve gidiş vardı mesela… Şimdiki nesil bilmez, okula gidiş geliş esnasındaki tavırlarımıza, tutumlarımıza not verilirdi.

Arkadaşlarımıza, sınıftaki duruşlarımıza, öğretmenlerimize olan tavırlara.

Sınıfta kalmak yoktu. İkmale kaldığımız seneler de oldu. Sınıfı geçmek için ha bire çalışırdık, uyku uyumazdık. Yoksa öğretmenlerimizden, ailemizden yiyeceğimiz fırçayı, dayağı göze almak zorundaydık.

Çocuklar sınıfta kaldığında öğretmenleri suçlardık. Gider kızardık, kötü söylerdik belki de.

Çocuklar bağırır çağırır, kızar, öfkelenir, döverdik niye sınıfta kaldın diye. Çocuklar okumalıydı, tembellik yoktu, olmamalıydı. Tembellik edenin cezası olurdu, çocuklar da bu cezayı çekerdi.

*

Peki ya şimdi?

Siyasetçileri biz seçiyoruz. Ankara’ya biz gönderiyoruz. Maaşları da bizden! Bırak, tamam mecliste ucuz yemek yesinler, içtikleri çaylar-kahveler beleş denecek kadar ucuz olsun, afiyet olsun!

Beceriksizlikleri karşısında sadece arkalarından öfke kusuyor, nefret ediyor, demediğimizi bırakmazken, yüz yüze gelince, iki yüzlülüğümüz devreye giriyor, ‘Canım vekilim, sayın vekilim, sizinle gurur duyuyoruz’a evriliyor, o sözleri söyleyen gitmiş, yerine kibarlık budalası, yalakalık yapan, sözüm ona nezaket timsali seçmen gelmiş gibi, karakterimizi ortaya koyuyoruz.

Gerçek yüzümüzü gösteriyoruz. Ha, siyasetçi bunları bilmiyor mu zannediyorsunuz. Biliyorlar elbet! Onlar da alıştılar, ses çıkartmıyorlar bile bile, onlar bizden daha sabırlı. Biz gibi onlar da nabza göre şerbete veriyor. Yoksa ve oysa seçmenin arkalarından neler söylediklerini, konuştuklarını sağır sultan duyuyor.

*

Siyasetçilere örneğin.

Belediye başkanlarına mesela…

Telefon açarsınız bir mesele için, çıkmazlar, bakmazlar. Karşılaşsan bahaneleri hazır, ‘Telefonumun jarzı bitmişti’ ya da ‘Lavabodaydım, duymamışım!’

Bir de hazır cevapları var, ‘Seni daha sonra arayayım mı?’

Çok beklersin tabi.

Telefonun çaldığında, bakarlar, işlerine gelmezse, beğenmedikleri ya da sık sık arayarak taciz edildiklerine inandıkları biri ise, danışmanına verirler, ‘Bak şuna, misafirleri var de!’ savsaklamasıyla günü kurtardıklarını zannederler.

Randevu istersin vermezler. Çok yoğun(!) olduklarından olsa gerek sallarlar seni, beni, ötekini.

Tabi özellikle tenzih ettiklerimizi yok mu, var. Sözüm meclisten dışarı.

*

Bir işin oldu hasbelkader. İlk başvuracağın kişi milletvekilidir. Yerelde ise mesele, belediye başkanı…

Tut ki Ankara’da işin, çözüme kavuşulacak, derler ki, ‘Valla çok uğraştım, hatta bakan beyle bile görüştüm, olmadı, biliyorsun, senin için   yapamayacağım şey yok! Ama kısmet değilmiş.’

Külliyen yalan!

Bırak bakanı, danışmanı, çaycısı ile bile görüşemez. GörüşecekMİŞ gibi yapar, görüşMÜŞ  gibi yapar, sen de çok safsın, çok iyi niyetlisin ya, inanırsın. ‘Bak vekilime, benim için bakanla bile görüşmüş, helal osun valla! Olmadı, canı sağ olsun, uğraştı ya!’

Sen de dolmayı yedin!

*

Bazıları biraz daha iyimser, biraz daha sıcak, biraz daha samimi gibi, söylersin talebini, iletirsin ihtiyacını, ‘Tamam, merak etme, o iş bende. Zaten benim ilgi alanıma girer, takma kafana, hallederim!’ diye geçiştirir, umutlandırır seni, ona göre plan yaparsın!

Artık meslek, huy ve alışkanlık haline getirdiği için bir dahaki seçime kadar idare eder vaziyeti.

Siyasetin ana hatlarının adam satmak, yalan söylemek, çalışıyor, söz tutuyor gibi yapmak olduğuna inanmadığın için, ‘Benim vekilim, benim başkanım bir başka canım!’ dersin avuntuyla.

Her önüne gelene yeşil ışık yakar, ‘Ulan adam gibi adam!’ dersin.

Herkese mavi boncuk dağıtır, ‘Valla helal olsun, verdiğimiz oylar boşa gitmiyor demek!’ dersin.

Gidersin mecliste, bir yemek yedirir, sırtını sıvazlar, ‘Yahu bizim başkan, bizim vekil insan evladı, bak şunun yaptığı kibarlığa, gardaşım olsa yapmaz valla!’ der, gardaşından bir adım ileri gidişine neredeyse sevinirsin.

Kim ne dese, lügatinde ‘yok’ olmadığı için, herhalde sistem öyle, ‘Evet, tamam, peki, hay hay!’ demesine kanarsın.

Varsın iş olmasın, başkan, milletvekili sırtımı sıvazladı ya, mecliste yemek yedirdi ya, otobüs biletimi aldı ya, ‘Bizim başkan, bizim vekil böyük adam yahu!’ dersin.

*

Aha seçim geldi kapıya dayandı. Çocuklarını döverdin, bağırır çağırır, kızardın tembellik etti, sınıfta kaldı diye.

Hadi şimdi bağır, çağır, öfkelen! Veya not ver bakalım, hangisinde kaç tane kırık var, hangisinin karnesi baştan aşağı zayıfla dolu!

Denesene bir!