Platon, Devlet adlı eserinde bir çobanın kaderini değiştirirken aslında insanlığın en eski sorularından birini kağıda işler: Giges’in Yüzüğü. Hikâye bir gün yerin yarılmasıyla başlar. Merakının peşinden giden Giges, toprağın altındaki bir cesedin parmağında parlayan yüzüğü bulur. Yüzüğü çevirdiğinde görünmez olduğunu fark eder; yani artık tüm sınırlar kaldırılmıştır. Ne gören vardır, ne yargılayan, ne de engelleyen… Giges bu gücü önce kraliçeyi baştan çıkarmak, sonra kralı öldürmek ve iktidarı ele geçirmek için kullanır. Platon bu hikâyeyi anlatırken aslında tek bir soruyu görünmez bir hançer gibi kalbimize bırakır: İnsan, kimsenin görmediği yerde de aynı insan mıdır?
İnsanın iç âlemi, kimsenin adım atamadığı bir çöldür. Bu çöl, bazen sessizdir, bazen de karanlığın içinden gelen bir çığlık ile sarsılır. Görünür yüzümüzle dünyaya başka türlü gülümserken, görünmez yanımızda bambaşka bir kapı aralanır. İşte tam da bu nedenle Platon’un Giges’in Yüzüğü, yalnızca bir alegori değil, insanın iç sesiyle imtihanının kadim bir aynasıdır.
Görünmezliği bahşeden yüzüğü parmağına takan Giges, aslında yalnızca bir çoban değildir. O, insanın en derinindeki karanlıkla ilk defa yüzleşen biridir. Çünkü insan, gözlerden kurtulduğunda, kendi iç çölünde özgür olduğunu sanır. Oysa asıl özgürlük, kendi karanlığına yenilmemekte gizlidir.
Giges’in kralı öldürmesi, sadece bir iktidar hırsı değil; insan ruhunun sınırlarının ne kadar kolay çözülebildiğinin trajik bir göstergesidir. Bir yüzük, görünmezlik ve cezasızlık ihtimali… Hepsi insanın içindeki fay hattına dokunur. Ve o fay hattı kırıldığında, insan en önce kendine yenilir.
Platon’un binlerce yıllık sorusu hâlâ havada asılı duruyor:
“Kimsenin görmediği yerde adil kalmak mümkün müdür?”
Belki de insanın görünmez tarafı, en görünür yanıdır; çünkü insan, yalnız kaldığında, en çok kendine benzer.
Kapılar kapandığında, kalabalığın sesleri sustuğunda, alkışlar uzaklaştığında… Geriye yalnızca o iç mahkemenin yankısı kalır. Vicdan dediğimiz o ince ses, bazen fısıltı gibi gelir, bazen çığlık gibi.
Adalet, dışarıdan dayanan bir kural değil; ruhun kendiyle yaptığı bir anlaşmadır. Yalnızken de bozulmayacak bir ahittir. Kendine hile yapmamak, kendi ruhunun kapısına gölge düşürmemektir.
Bugün dünyanın kalabalığında her insan bir yanıyla Giges’in yüzüğünü taşıyor. Sosyal medyanın görünmez anonimliği, kapalı kapılar ardındaki tutumlar , iç sesin “kimse bilmez” tesellileri…Modern çağ, yüzüğü parmağımıza takmak için belki de daha çok fırsat sunuyor.
Ama mesele bu değil. Asıl mesele, görünmezken bile ışığı seçebilmek.
Belki de Platon’un en ince mesajı şudur:
İnsan, kendi iç çölünde bir iz bırakmadan yürüyemez. Ve o izleri önce kendi ruhu okur.
Günümüz modern dünyasının doğurduğu insan tipine ne kadar da uyuyor Platon’un 2300 yıl önce yarattığı karakter değil mi? İnsan doğası değişmiyor, değişen şartlar ve yaşam tarzımız.
Hoşça kalın dostça kalın...