Yetkiyi alanlar kendilerini bir anda ulaşılmaz pozisyonuna sokuyor. Ne telefonlara çıkıyorlar, dinledikleri zaten yok, ki vatandaşın isyanının, tepkisinin, talebinin ilk kelimesinde sözünü kesip karşılık vermeye çalışanlar, ne halkın içine dalıyorlar, ne dinlemesini biliyorlar, her şeyi kendileri çok daha iyi biliyorlar ya, etki ve tepki aynı anda fırlayıveriyor.

Tıpkı enflasyon rakamları gibi.

*

Doç.Dr. Zühal Karakoç ve Ali Öztunç’u bu meselede diğerleri ile aynı kefeye koyamam.

Geçenlerde, bu köşede çıkan; ‘Verin yetkiyi, görün etkiyi, sizi ay’a göndereyim, Elbistan’ı il yapayım!’ başlıklı mizahi yazım üzerine sıkı takipçilerimden sevgili Mesut Batmaz, bir gerçeğe işaret edip, ‘Mehmet abi, yetkiyi alanlar evrim geçiriyor!’ demişti, alkışlamıştım bu müthiş yorumu için.

Şimdi ben… Yetkiyi alırsam sizden, evrim mi geçirmiş olacağım. Gelin bu meseleyi masaya yatıralım, yetki alıp da evrim geçirenler var mı, geçirdilerse ülkeleri için mi, şehirleri için mi, yoksa kendi çıkarları için mi bu geçişe yol açtılar, tartışalım isterseniz!

*

Koltuk seviciliği nasıl bir hırs, bir ego tatmin aracı ise oturanlar dokunulmazlık zırhına bürünenler, halkı unutuveriyor. Kaldıysa Trabzon bulvarı üzerindeki esnaf, kenar mahalle esnafı, vatandaşı ile zaten bir araya gelmeyi zül sayıyorlar, ancak bir bakan geldiği zaman fotoğraf karesine girmeyi siyasete sayıyorlar, Ankara’ya selam çakıyorlar.

Bu mu siyaset? Bunun için mi seçildiniz. Hani halkın vekiliydiniz, hani vatandaşın oyuna sahip çıkacaktınız, hani memleket için, sorunlarının çözümü için elinizi taşın altına koyacaktınız!

Taş mı kalmadı memlekette.

*

Birine bir koltuk veriyorsunuz, hasbelkader de olsa, bakıyorsun havalarda, bulutların üzerinde, üstelik de burnundan kıl aldırmıyor.

Örnekleri var mı derseniz, hangisini göstereyim, hangisini sayayım. Düne kadar etrafında pervane olanlar, ‘abi, abi’ diyerek yılışıklık gösterenler, hasbelkader siyasetin bir ucundan tutunca, ya da yönetimlerden birine kapağı atınca, küçük dağları ben yarattım havasında, çalımından çehresinden geçilmiyor.

Görse görmezden geliyor, duysa sanki kulağının üstüne yatmış gibi aldırmıyor. Tuhaflaşıyor, kerameti kendinde zannedip çevresine siyaset dersi veriyor, sık sık da genel başkanından, birlikte çektirdiği bir fotoğraf varsa, bir yerde tesadüfen karşılaşmış, ya da aynı masada yemek yemişliği varsa, onu koz, silah olarak kullanıyor.

Referans sayıyor kendince.

*

İki kelimeyi bir araya getiremezken, yerde ezilmeye ramak kalan karıncayı bile kurtaramazken, memleketi kurtarmaya kalkışıyor, belediye başkanlarını beğenmiyor, gazetecilere aklı sıra posta koyar gibi tavırlar alıyor, yer yer de çemkiriyor, ego, kibir tavan yaptığı için üzerine giydiği başkan, siyasetçi veya STK lideri gömleği ile ‘vatan kurtaran kahraman!’ rozetini de yakasına taşımaya başlıyor.    

Tabi o rozet sırıtıyor!

Babasını sorsan memlekette seveni yok. Kendinde kibir, etrafındakilerde yeni seçilmiş olmanın, bir üst marka gömlek giymiş olmanın, yanına verilen  çalışma arkadaşı ve altına çekilen veya çektirdiği son model araba ile havasından yanına yaklaşılmayan adam, vatandaştan, pardon liderinden yetkiyi alınca bulutların üzerinde geziniyor.

*

Bir de ukala ki, bir de sıyırık ki, bir de küstah ki, olur olmaz yerde yazdıkların için, söylediklerin için çemkirince, bunu da üst perdeden paylaşınca, ee, adamda karakter yoksunluğu da var, hiç ummadığı bir dönemde, hiç beklemediği bir yerde aldığı ya da ısmarlanan yetkiyi doyunca kullanmaya kalkışınca hele hele, buna bir de başkalarının gölgesi altında siyaset ve yetki ve unvan eklenince, etkisi dışarı taşıyor seller sular gibi.

Kalenderlik yok!

Tahammül yok!

Sevgi, saygı zaten şinanay yavrum şinanay!

Ee görgüsüz de zaten!

Böylelerine yetki versen ne olur, ortaya koyacağı tepkiden ne hayır çıkar, yaratacağı etkinin gücü ne kadar görünür!

*

Çingeneyi padişah yapmışlar, tutup önce babasını asmış! Etkisiz adamlara verilen yetkinin de neticesi bu oluyor nihayetinde!

Kabak tohumu ekerseniz, hıyar yetişmiyor! Memlekette o kadar hıyar varken, tohum neylesin!