Öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen…

Eğitim camiası bu kavramları, dolayısı ile bu unvanları almak için düzenlenecek sınavları konuşuyor.

Sahi öğretmenin sınavı olur mu? Olmalı mı? Yani meslekte geçen belli bir yılı dikkate alıp, sicil kaydı temiz olan öğretmenlere sırasıyla uzman öğretmen, başöğretmen ünvanları verilmeli mi? Yada sınavla başarılı olanlar mı bu unvanları almalı?

Genel olarak öğretmenlerimiz  bu sınavlara karşı duruş sergiliyor. Üniversite sınavlarına girip, milyonlarca kişiyi geride bırakıp eğitim fakültesini kazanmak. Ardından zorlu bir eğitim süreci ve bilahare KPSS sınavlarında yine yüz binlerce kişiyi geride bırakıp öğretmen olan kişinin, mesleki icrası sırasında yeniden sınava tutulması ne kadar doğru?

Yaptığım araştırmada sınava girecek öğretmenlerimize sorulacak sorular üniversite yıllarında eğitimini aldıkları konu ve konu başlıklarından. Ancak bu sorulardan geçmiş öğretmenlerin yaşları şu an elliye dayanmış durumda. Otuz yıl önce gördükleri derslerden yeniden sınava girecekler.Sınavın içeriği, soru tipleri ayrı bir tartışma konusu olsa da, böyle bir sınav yapılmalı mı, yoksa bu unvanlar mesleki geçmişi dikkate alınarak sınavsız verilmeli mi?

Hayat gözlemimiz bize iki çeşit öğretmen profili çizdi. Birincisi işinin hakkını veren, kendisini öğrencilerine adayan, ekonomi gerekçelerden ziyade kendisini bir nefer olarak adayan, akşam yemeğinde, hatta gece yarısı velisinin ve öğrencisinin telefonunu açan, öğretmen olarak her türlü bilgi aktarımı yaparken, eğitmen olarak çocukların sağlam kişilikte, vatanına ve ülkesine bağlı, ahlaki değerlere sahip bir birey olarak yetiştirmek için kendini paralayan öğretmenler.

İkincisi yaptığı işi angarya gören, aylık maaşını bilen, ders saatlerinin bitmesini dört gözle bekleyen, öğrencilerine okul dışında ücret mukabilinde ders veren, hatta ek iş yapan, araç alıp satan, deyim yerinde ise salla başı al maaşı öğretmenlerimiz de var.

Aslında konu sadece öğretmenlerden ibaret değil. Hala kullanılır mı bilmem ya, eskiden anne babaların çocuklarına sıkı bir tembihi vardı; devletin bir yakasından yapış da neresi olursa olsun.

Belki de devletin bu yakasına yapışanlardan kurtulması lazım. Memur olup, işçi olup 40 yıl devletin yakasından yapışanlar, salla başı al maaşı çalışan memurlar işçiler.

Maalesef devlet kadrolarında çalışan ile çalışmayan, zeki ile aptal memur arasında pek bir fark yoktur. İkisi de aynı maaşı alır. Hatta zeki, idealist memur, işçi, öğretmen daha çok yorulur. Çünkü önemli işler, gayret ve emek gerektiren işler hep onlara verilir. Diğerlerine güven olmaz.

Netice itibari ile hak, adalet ölçüleri içerisinde yapılacaksa bu sınavlara tabi ki evet. Hak eden bu unvanları mutlaka almalı. Hatta bu tür yükselme sınavları devletin bütün kadrolarında yapılmalı. Bürokrasi ve devlet iş ve işlemlerindeki hantallık bu sınavlarla kalkar. Çalışanlar üzerlerine serpilmiş bu ölü toprağı bir şekilde kalkar.

Liyakat, hiçbir vicdanı rahatsuz etmeden tüm devlet kadrolarında tepeden tırnağa yer edinmelidir.

Sınavsız unvan, emeksiz yemek gibidir. Öğretmenler arasında bunu belirlemenin sınavdan başka yolu yoktur. Adil, mantıklı, karşılığı dolu dolu olan bir sınava evet.