Merhabalar, Manşet Gazetesinin Kıymetli Okuyucuları, her hafta olduğu gibi bu haftada hayatımıza değer katan konularla karşınızdayız. İçinde bulunduğumuz modern çağda, hayatın hızına kendimizi kaptırıp bireyselliğin öne çıktığı bir dönemde, maalesef bazı köklü değerlerimizi göz ardı ediyoruz. Bu değerlerden biri de selamlaşmadır. Bir zamanlar toplumsal dokumuzun temel taşı olan selam, günümüzde sessiz bir uzaklığa dönüştü. Artık ne içten bir "selam" verebiliyor ne de samimi bir "nasılsın" ile hal hatır sorabiliyoruz. Peki, bu basit görünen ama derin anlamlar taşıyan kelimeyi neden bu kadar unuttuk? Ve daha da önemlisi, onu yeniden hayatımıza katmak neden bu kadar elzem?

"Selam" kelimesi, Arapça "selime" kökünden türeyen bir mastardır ve sözlükte maddî ve manevî sıkıntılardan kurtulmak, barış ve esenliğe kavuşmak anlamına gelir. "Es-Selamu" ise isim olarak selam, selamet, sulh ve güven manalarına gelir. Bir fıkıh terimi olarak selam, karşılaşan iki Müslümanın birbirine yönelttiği bir dua cümlesidir. Selam veren "es-selamu aleyküm" yani "Allah'ın selamı sizin üzerinize olsun" derken, selamı alan ise "ve aleykümü's-selam ve rahmetullah" yani "Allah'ın selamı ve rahmeti sizin üzerinize olsun" diyerek bu duaya ilaveli bir şekilde karşılık verir. Bu, yalnızca bir nezaket ifadesi değil, aynı zamanda karşılıklı bir iyi dilek, esenlik ve barış temennisidir. Öyle ki, "Selam" aynı zamanda Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biridir.

İslam dini, inananları kardeş ilan etmiş ve bu kardeşliğin güçlü kalması için belirli sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukların başında da selamlaşma gelir. Selamlaşma, Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına, kardeşlik duygularının pekişmesine vesile olan güçlü bir bağdır. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde selamlaşmadan bahsetmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de hadis-i şeriflerinde bu mübarek amel üzerinde sıkça durmuştur.

Yüce Allah, Nisa Suresi'nin 86. ayetinde şöyle buyurur: "Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır." Bu ayet, selamın bir hak olduğunu ve karşılığının verilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyar. Hatta daha güzeliyle karşılık vermek, iyilikte ve fazilette yarışma ruhunu teşvik eder.

Nur Suresi'nin 27. ayeti ise selamın özel hayatın mahremiyetine ve saygıya olan katkısını vurgular: "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor." Bu ayet, başkasının evine girerken sadece kapıyı çalmakla kalmayıp, selam vererek varlığını belli etmek ve izin istemekle hem mahremiyete duyulan saygıyı hem de iyi niyeti gösterdiğimizi öğretir.

Furkân Suresi'nin 63. ayeti ise müminlerin vakar ve tevazu sahibi duruşunu selam ile birleştirir: "Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler." Bu ayet, müminin olgunluğunu ve gereksiz tartışmalardan uzak durma biçimini selam kelimesiyle ifade eder. Selam, burada bir barış ve olgunluk ifadesi olarak kullanılır.

Peygamber Efendimiz'in hadisleri de selamın toplumsal barış ve sevgi üzerindeki etkisini gözler önüne serer. Bir Hadis-i Şerif'te şöyle buyrulmuştur: "Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız." (Müslim, Îmân 93) Bu hadis, selamı sevgi ve imanla doğrudan ilişkilendirir. Selamlaşmak, insanlar arasındaki mesafeleri kaldıran, kalpleri birbirine yaklaştıran eşsiz bir anahtardır.

Diğer bir hadis ise selamın her karşılaşmada ne kadar önemli olduğunu vurgular: "Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir." (Ebû Dâvûd, Edeb 139; Tirmizî, İsti’zân 15) Bu, selamın sadece bir başlangıçta değil, bir ayrılık anında da sürdürülmesi gereken, sürekli bir sünnet olduğunu gösterir. Hem geliş hem de gidiş birer selamla güzelleşir.

Her şeyin bir usulü olduğu gibi, selam vermenin de bir adabı vardır: Genç olan yaşlı olana; aracında olan yaya olana; arkadan gelen önden gidene; az olan çok olan topluluğa selam verir. Bu adab, selamlaşmanın sadece kuru bir kelime olmadığını, aynı zamanda bir saygı ve hiyerarşi anlayışı taşıdığını da gösterir.

Günümüzün meşguliyetleri, bireyselleşme ve sanal iletişim, bizi gerçek hayattaki insani ilişkilerden uzaklaştırmış olabilir. Ancak unutmayalım ki, bu sessiz uzaklık toplumsal dokumuzu zayıflatıyor, bizi birbirimizden koparıyor.

Selamı yeniden hayatımıza katmak, sadece dini bir vecibe değil, aynı zamanda toplumsal bir zorunluluktur. Bir "selam", bir "nasılsın" sözcüğü, insanların yüzünde bir tebessüm oluşturur, kendini değerli hissetmesini sağlar. Komşuluk ilişkilerini canlandırır, mahalle kültürünü güçlendirir. Tanımadığımız insanlarla dahi kurulan bu küçük bağ, toplumda güven ve huzur ortamının oluşmasına katkıda bulunur.

Gelin, bu köklü ve güzel geleneği yeniden ihya edelim. Evimizden çıkarken, iş yerimize girerken, komşumuza rastladığımızda, alışveriş yaparken, otobüste, tramvayda; kısacası karşılaştığımız her insana bir selam verelim. O basit kelimenin, kalpler arasında köprüler kurduğunu, sevgi tohumları ektiğini ve toplumsal bağlarımızı yeniden güçlendirdiğini göreceğiz. Unutulmuş selamın, aslında günlük hayatımızın sessiz uzaklığını gideren en güçlü ilaç olduğunu yeniden keşfedelim.

Dursun MÜLAZIMOĞLU