Hafta sonu köye gittim. Küçük bir arsa üzerine kurulmuş, yine küçük bir evim var. Hafta sonları buraya gitmek, toprakla haşır neşir olmak, ağaçları sulamak, sebze yetiştirmek ruhuma dinginlik katıyor. Eminim ki bu his yalnız bana değil, birçok insana iyi geliyordur.
Sebze fidelerinin etrafındaki ayrık otlarını temizliyorum. Domates, salatalık, biber… Ne ektiysem, sadece onların yetişmesini istiyorum. Harici hiçbir şeyin orada barınmasına izin vermiyorum. Sonra ağaçlar… Diplerinde kendiliğinden bitmiş otları, yaprakları, filizleri temizliyorum. Ağaç belli bir şekil alsın istiyorum; her yerden gelişigüzel sürgünler vermesin diye biçimsiz dallarını buduyorum.
Bazen düşünüyorum: Domates fidelerinin arasında kendiliğinden çıkan otların yaşama hakkı yok mu ki onları söküp atıyorum? Ya da ağaç neden özgürce büyümesin diye buduyorum? İşime geleni, şahsi olarak bana fayda sağlayanın yaşamasına izin veriyorum. Digerlerine o hakkı tanımıyorum .Benim yaptığım biraz da bencillik değil mi? Geçtiğimiz günlerde Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, bazı söylemleri nedeniyle gözaltına alındı. Uzunca bir süre cezaevinde kaldı. Ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Kısa bir süre önce gazeteci Fatih Altaylı, yine birtakım ifadeleri nedeniyle gözaltına alındı ve tutuklu yargılanmak üzere cezaevine konuldu.
Biri siyasetçi, biri gazeteci. İkisinin de üslubunu beğenmem, fikirlerini benimsemem, söylemlerini desteklemem. Ancak Ümit Özdağ’ın renkli kişiliği, farklı söylemleri ve alternatif bakış açılarının ülke siyasetinde bir karşılık bulması gerektiğine inanırım. Her ülkede aşırı milliyetçi partiler vardır. Örneğin Yunanistan’da, Rusya’da olduğu gibi bizde de Ümit Özdağ gibi figürlerin siyaset sahnesinde var olması doğaldır.
Fatih Altaylı ise, zaman zaman uç söylemleriyle gündeme gelse de, gazetecilik anlamında kendine özgü üslubuyla bir marka olmuştur. Hiçbir siyasi çatı altında yer almayan, kimseden yana görünmeyen bir gazeteci olarak kendi kulvarında dikkat çeker.
Ekrem İmamoğlu’nu ise bu yazının kapsamına almadım. O, apayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Ancak hakkında açılan davada tutuksuz yargılanması gerektiğini, belediyesindeki yolsuzluk iddialarına gösterilen hassasiyetin, iktidar belediyelerinde de gösterilmesi gerektiğini vurgulamakla yetineyim. Tekrar budama meselesine dönersek…
Mevcut hukuk sistemimizin, siyasi iradenin etkisiyle yaptığı bazı uygulamalar, bizim bahçede yaptığımız budamadan çok da farklı değil. Fatih Altaylı gibi, Ümit Özdağ gibi "sivrilen kollar" kesiliyor. Susturuluyor, sindiriliyor. Bahçede tek ürün isteniyor: Tek meyve versin, başka dal, başka ot, başka sürgün olmasın…
Oysa farklı sesler zenginliktir. Asıl olan hoşgörüdür. Her farklı fikir, yeni bir güçtür. Kolektif bilincin getirdiği birlik, demokrasinin temelidir. Çok sesin oluşturduğu ortak ses, her zaman daha gür çıkar. İnsan bitki değildir. İnsanın fikirlerini budayamazsınız.
Türk siyasetinin yeni liderler üretememesinin, siyasette hep yakınılan "alternatif yokluğu"nun nedenlerinden biri de işte bu budama alışkanlığı olmasın?