Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesinde16-18 Mayıs 2025 te gerçekleştirilen Din Ve Ahlak Çalıştayı raporunu siz okurlarımla paylaşıp değerlendirmelerimi de yapacağım önce sonuç bildirgesini okuyalım:

SONUÇ BİLDİRGESİ

1.Aydınlanmayla sekülerleşen Batı düşüncesi ve tecrübesi, postmodern çağda haz ve tüketimi merkeze alan bir dünya görüşüne evrilmiş; bu süreç, küreselleşme ve dijitalleşmenin etkisiyle tüm toplumları kuşatmıştır. Bireycilik, haz ve tüketim kültürü, insanın manevî yönünü gölgede bırakırken; kötülük daha görünür ve bulaşıcı hale gelmiştir. Modern bilim ve teknolojinin tekelleşmesi söz konusu ahlâk krizinin dünyanın tamamına yayılmasına sebebiyet vermiştir. Bu krizin kökeninde ahlâkın temelini oluşturan metafizikten mahrumiyet vardır. Yaratıcının merkezden çıkarıldığı, ahlâkî ilke ve fazîletlerin göreceliğe teslim edildiği bir dünyada, çözüm değil krizlerin ve zulmün üretilmekte olduğu artık fark edilmelidir.

2.İslâm’ın tüm meydan okumalara cevap üretebilecek bir ahlâk özüne ve güçlü bir metafizik kaynağa sahip olmasına rağmen, İslâm dünyasında da gaye, anlam ve ahlâk krizinin yaşandığı bir gerçektir. Bu kriz, Müslüman ilim adamları ve mütefekkirler tarafından sahici ve kuşatıcı bir ahlâk sistemi geliştirilememesiyle daha da derinleşmektedir. Ahlâkı yalnızca kelam, fıkıh ya da tasavvufun bir alt başlığı olarak değil; bu ilimlerin merkezine yerleşmiş kurucu yapı taşı olarak düşünmek gerekir. Ahlâk, hayatın, fıtratın, dinin ve ilmin merkezinde yeniden konumlandırılmalıdır. Sadece bir bilgi alanı, bir davranış normu değil, Müslümanlar için varoluşsal kabul edilmeli, yalnızca bir kemal meselesi değil, bir beka olarak görülmelidir.

3.Ahlâk krizi söylemi hemen her dönemde siyasallaştırılmış ve siyasi kavgaların aracı haline gelmiştir. Bu nedenle ahlâkî durumun gerçekçi bir resmi çekilmek yerine, kendi pozisyonunu besleyici, karşıt görüşü de eleştirmeye imkân verici tavırlar benimsenmiştir. Siyasi ideolojilerden ayrıştırılmadığı sürece ahlâk krizinin gerçekçi bir analizini yapmak mümkün değildir. Osmanlı son döneminde de bugün de hâlâ gördüğümüz ve belki de bu coğrafyanın kaderi olan seküler-dindar çatışması, ahlâk krizine dair tartışmaları yoldan çıkarıcı niteliktedir. Her iki cephenin de endişeleri, hassasiyetleri, ümitleri, hedefleri, siyasî-ahlâkî-hukukî her tartışmanın seyrini etkilemektedir. Artık her iki tarafın da niceliksel çoğunluğuna güvenemeyeceği bir sayısal güce sahip olduğu düşünülmeli ve bunu çatışma alanından çıkarıp kolektif bir hareket biçimine çevirmenin yolları üzerinde emek verilmelidir. Söz konusu hassasiyete sahip bir vizyonla sivil toplum, entelektüeller ve devlet iş birliği yaralara çare olabilecektir.

4.Zaman zaman ahlâk krizi ısrarla dinle ilişkilendirilmektedir. Bu, “ahlâk krizinin esas sebebinin dinden uzaklaşması olduğu” şeklinde dini yüceltici veya “dinî yapıların ahlâkî ikiyüzlülük ve istismara yol açtığı” şeklindeki dini eleştirici tarzdadır. Meseleyi böyle bir ikileme sokmanın dine de ahlâka da bir faydası yoktur. Artık ahlâk meselesinin dinî/ilmî/felsefî/hukukî bir zeminde bütünlük içinde değerlendirilmesi daha doğru görünmektedir.