Hiçbir sistem, insanın umutsuzluğunu bu kadar açık bir şekilde istismar etmeye cesaret edemezdi; eğer o sistem zaten insanı umutsuzluğa sürüklememiş olsaydı. Suçlunun cezasını bulması yılan hikâyesine dönerken suçlu için ülke de tam bir Pazar yerine dönüşüyor. Ekonomik krizlerin derinleştiği, geçim kaygısının hayatta kalma içgüdüsüne dönüştüğü bu günlerde insanlar artık kolay yoldan para kazanmayı yalnızca arzu etmiyor, buna mahkûm olduklarını hissediyorlar. Dolandırıcılar, tam da bu noktada devreye giriyor; çünkü onların ihtiyacı umut satacak bir alıcı bulmak değil, zaten çaresizce umut arayan birine rastlamaktır. Ne yazık ki, artık umut, en kolay su istimal edilen duygulardan biri hâline geldi. Gençlerin büyüklere söylediği şu cümle; “siz zamanında ev, araba almışsınız, biz alamayacağız.” Bu cümle çaresizliğin net ifadesidir. Bir ev bir araba alabilen, arada tatile çıkabilen o orta direk aileler artık yok. Ya sistemin karunlaştırdığı zenginler ya da fakirler var.

Dolandırıcılık adı altında olmasa da kapılar ardında birilerinin zenginleştirilmesi planları yapılırken kimin haberi var.

Kolay para kazanma arayışı, bugün artık hayatta kalmanın yollarından biri haline geldi. Alım gücünün düşmesi, işsizlik oranlarının artması ve gelecek kaygısı, hem dolandırıcıları hem de kurbanlarını motive eden en temel etkenlerden biri. Dolandırıcılar için bu durum “açık av sezonu” gibi. İnsanların çaresizliğini kullanarak umut satıyorlar; kimine kolay kazanç, kimine kredi affı, kimine de "mucizevi bir yatırım fırsatı". Suçlu, ceza algısı kökten değişmiş durumda. Ceza görevini yapmazsa dolandırıcılık da işte böyle meslek haline gelir.

Bütün bunların ötesinde, dijitalleşen dünya ile bu dünyayı anlamakta zorlanan milyonlarca insan arasındaki mesafe, dolandırıcılığın en verimli zeminlerinden birini oluşturuyor. E-Devlet’in kopyalanmış ara yüzlerinden sahte banka sitelerine, sosyal medya hesaplarının taklitlerinden WhatsApp mesajlarına kadar çeşitlenen dijital tuzaklar, özellikle yaşlılar, kırsalda yaşayanlar ve dijital okuryazarlığı zayıf bireyler için birer açık kapı hâline gelmiş durumda. Ancak suçun faili kadar, bu suçun yayılmasına imkân tanıyan bilinç eksikliğini gidermeyen yapılar da sorgulanmalı değil midir?

Öte yandan medyanın ve popüler kültürün bu soruna dolaylı katkısı da yadsınamaz. Televizyon dizilerinde, YouTube videolarında ya da sosyal medyada karşımıza çıkan “bir gecede zengin olma” hikâyeleri, emeği ve sabrı değersizleştirmekte, kısa yoldan başarıyı kutsamaktadır. Bu kültürel atmosferde, dolandırıcının verdiği vaat, yalnızca bir aldatmaca değil, aynı zamanda toplumun bilinçaltına yerleşmiş bir arzunun dışavurumudur. İnsanlar, emeksiz kazanmayı makul bir seçenek olarak görmeye başladıkça, bu suça karşı bağışıklıkları da zayıflamaktadır.

Devletin bilgilendirme, önleme ve eğitme konularında gösterdiği yetersizlik, sorunu daha da derinleştirmektedir. Dolandırıcılık gibi hızla evrilen bir suç türüne karşı, kamu otoriteleri hâlâ “kamu spotu” düzeyinde çözümlerle yetinmektedir. Oysa bu mesele, sadece bireysel dikkatle değil, kurumsal bilinçle mücadele edilmesi gereken bir krizdir. Okullarda verilecek temel dijital güvenlik eğitimlerinden başlayarak, yerel yönetimlerin bilgilendirme kampanyalarına, bankaların kullanıcı dostu uygulamalar geliştirmesine kadar uzanan çok yönlü bir seferberliğe ihtiyaç vardır.

Dolandırıcılık, artık bu toplumda sadece bir suç değil; bir sonuçtur. Ekonomik güvencesizliğin, adalet sistemine duyulan inançsızlığın, bilgiye erişimdeki eşitsizliğin ve kültürel yozlaşmanın ortak bir ürünüdür. Her geçen gün daha fazla insanın kandırıldığı bir ülkede, aslında en çok kaybedilen şey para değil, güvendir. O güven ki bir kez yitirildi mi, ne yasal düzenlemeyle geri gelir, ne de bireysel önlemle.

Bu yüzden sormak gerekir: Bir ülkede herkes birbirini kandırmaya başlamışsa, o ülkede kim dürüst kalabilir? Ve daha önemlisi: Adaletin sustuğu yerde, kimin sesi duyulur? Vatandaş uzayan mahkemeler, sonuca varılamayan meseleler yüzünden adalete olan güvenini kaybederse o ülke ne hale gelir, bu hale gelir. Dolandırıcılığın meslek haline gelme sürecini hepimiz izledik izliyoruz. Ne garip sadece izliyoruz, elimiz kolumuz bağlı. Hangi gün bana sıra gelecek diye de düşünmeden edemiyoruz. Ve mutlaka kimsenin bu sistemden kaçışı yok az ya da çok.

Hoşça kalın dostça kalın.