Mehmet Yaşar
Seydi Ünal’a, Arslan Karadayı’ya ve Kurşunlu Dergisi Ekibine Selam Olsun.
Eskiler “nikahta keramet vardır” buyurmuş. Bu keramet, sadece evlenenler için değil tabi. Aileler, dost ve akrabalar için de geçerlidir aynı zamanda. Bendeniz de geçtiğimiz birkaç ay içinde evlenen iki dostun düğünleri vesilesiyle yeni dostlarla tanıştım, bahtiyarım. Mayıs ayında Ahmet Enbiya Uzdil dostumuz, Temmuz’da da Burak Çırak dostumuz evlendiler, Cenab-ı Allah’tan bu dostlar için iki cihan saadeti temenni ediyoruz.
Düğünler sayesinde gurbetteki dostlarla da bir araya gelmiş oluyoruz. Öğretmenlik vazifesi münasebetiyle Bursa’da bulunan, Garbi Yeli yazarlarından Mustafa Cihan Alliş’i de çok özlemiştik. Düğünler vesile oldu, sarılma imkânı bulduk bol bol. Mustafa Cihan Alliş, telefon görüşmelerimizde Eskişehir’de bir dost meclisinden söz etmişti. Kendisinin arkadaşı olan Seydi Ünal’ın da dahil olduğu bir dost meclisi. Ve bu güzel meclisin bânilerinden Arslan Karadayı’dan da bahsetmişti. Hak nasip etti, Enbiya’nın düğünü vesile oldu, Seydi kardeşimiz Kahramanmaraş’a geldi. Tanıştık ve bahtiyar olduk bu tanışıklıktan. Edebiyattan, şiirden, fikirden, memleket meselelerinden bol bol sohbet ettik. Kendisi de Eskişehir’den, Eskişehir’deki dost meclisinden, Kurşunlu dergisinden, Arslan Karadayı’dan mevzu açtı, anlattı. Farklı şehirlerden, birbirimizi tanımadan, aynı dertlerle dertlendiğimiz insanlarla tanışmak, bilişmek, konuşmak istikbale dair ümitlerimizin artmasına vesile oluyor. Modern dünyanın getirdiği kopukluğa rağmen, ortak paydaların ne kadar güçlü bağlar kurabileceğini gösteriyor bize.
Aradan iki ay geçti ve Mustafa Cihan Alliş, Burak Çırak’ın düğünü için tekrar Kahramanmaraş’a geldi. Bu defa da bir kitap ve birkaç dergi ile tanıştırdı bizi. Kitap, Arslan Karadayı’nın Zeytin Pastanesi adlı romanıydı, dergiler ise yine Karadayı’nın yayın yönetmenliğinde Eskişehir’de çıkan Kurşunlu dergisinin çeşitli sayıları idi. Kurşunlu Dergisi, 2021’de çıkmaya başlamış ve 2024’ün güz mevsiminde 11. sayısıyla son sayısını çıkarmış. Özenle seçilmiş dosya konuları ve işin ehli kişilerle yapılmış mülakatlarla; derdi olan kıymetli isimlerin yazıları ve şiirleriyle dolu 11 sayı. İnşallah 11. sayı son sayı olmaz, inşallah Kurşunlu dergisi çıkmaya devam eder, diye temenni ediyoruz. Gelelim Zeytin Pastanesine… Seydi kardeşimiz, yazara bendenizin adına imzalatarak göndermiş kitabı. Arslan bey, “Dünya, gözümüzün gördüğü kadar büyük değil, gönlün semada meşvereti ile hasıl… Mehmet Yaşar dosta selam ve muhabbetle.” ithafıyla göndermiş romanını sağ olsun. Muhterem büyüğümüz Muzaffer Gözükara hocamızdan tahsil ettiğimiz hızlı okuma yöntemiyle okuduk kitabı.
2024’ün Şubat’ında Fabrik Kitap’tan çıkmış Zeytin Pastanesi romanı. Roman, Kurtuluş Savaşı'nın çetin geçen son günlerinden başlayarak, Anadolu insanının savaş sonrası yaşadığı derin toplumsal ve psikolojik etkileri mercek altına alıyor. Ayrıca tek bir ana karakterin bakış açısından ziyade, dönemin ortak bilincini ve her bireyin yaşadığı travmaları çok sesli bir anlatımla okuyucuya sunuyor. Karadayı, "Zeytin Pastanesi"nde sadece bir savaşın bitişini değil, aynı zamanda yeni bir dönemin başlangıcını ve bu başlangıcın getirdiği zorlukları işliyor. Roman, savaşın yıkıcı etkileriyle yüzleşen, kayıpların ve travmaların gölgesinde yeni bir düzen kurmaya çalışan Anadolu halkının çetin mücadelesini gözler önüne seriyor. Yazar, karakterlerin gözünden savaş sonrası dönemin getirdiği belirsizlikleri, umutları ve hayal kırıklıklarını sade ve anlaşılır bir dil kullanarak, okuyucuya vermek istediği mesajı betimlemelere boğdurmadan yansıtıyor. Burada romanın temel direklerinden biri olan Seyyid Tekkesinden bahsetmeden geçemeyiz. Çünkü Karadayı, tekkeye fiziksel bir mekan olmanın ötesinde, halkın direnişinde ve savaş sonrası hayat tutunma sürecinde kilit bir rol biçiyor. Seyyid Tekkesi, romanda adeta bir hafıza deposu gibi geçmişin izlerini taşıyan ve geleceğe ışık tutan bir sembol halinde takdim ediliyor. Hâsılı kitap, özenli bir emeğin mahsulü. Arslan Karadayı’nın ellerine sağlık, emeklerine bereket… Okuyucusu bol olsun diyelim ve yazardan yeni eserler beklediğimizi de hatırlatmış olalım.
ŞEHİR MEKTUPLARI
mehmet raşit küçükkürtül
“25 litreden fazla su almak ve araba yıkamak yasaktır”
bugün köker konağında rasim özdenören anma programında prof. dr. selim somuncu ve erdoğan aydoğan konuştular. erdoğan hoca konuşmasında “maraş’ın azmedilip gelinecek bir yer olmadığını (veya böyle bir mahiyetinin kalmadığını)” söyledi. selim hoca da konuşmasında kahramanmaraş sütçü imam üniversitesi’nde son yıllara kadar rasim özdenören hakkında bir tez çalışması yapılmadığını vurguladı. hoca bunu taşra üniversitelerinin bir maluliyeti olarak kabul ediyor. bence itiraftan çekinilmemesi gereken önemli bir husus da şudur: bilhassa rasim özdenören’in hafızası ve anlatımlarıyla beslenen “yedi güzel adam” efsanesi, gerçekten bir efsanedir ve bir nesli, bir edebî topluluğu temsil etmez. [24tem2025]
***
gaziantep'te mecidiye han'daki "millet kıraathanesi"ne oturdum. en son 5 yıl evvel dergi almışlar, dergi standı toz içinde. covid dönemi dergilerine bakıyorum. sahaflar çarşısı'na çevrilen han da yakında kebap ve baklava tarafından işgâl edilecek. hummalı çalışma var girişte. zaten çarşıya girip sağa döner dönmez “baklava akademisi” diye bir tabela karşılıyor sizi. otuz yıl mersin’de kitapçılık yapan bir antepli, çarşının içerisinde “vefa kitap tamircisi” diye bir dükkân açmış. ehli sohbet biri, dinleyen birini bulunca bırakmadı. hele kahramanmaraş'tan geldiğimi duyunca gözü parladı ve uzun uzun antep'te kitaba, şiire, edebiyata kıymet verilmediğinden yakındı. bu yüzden maraş'tan şikayet etmeye yer kalmadı. acı tebessümlerle anlattıklarını dinledim. karşımda kitaba, okumaya, irfana âşık bir adam vardı. vurdumduymazlık ve saçma karşısında mütevekkil ama biraz da huysuz bir bilgeliği var. kızarken bile nezaketi elden bırakmıyor. tamirci dükkânı, sahaflar çarşısının üst katında. arada aşağıdaki hummalı faaliyete gözüm kayıyor. sohbet arkadaşımın gönlü râzı gelmiyor, “sen de benim gibi sırtını dön de otur” diye kızıyor. handa o kadar garip kalmış. biraz sonra orta yaşlı bir kadın hayli yorgun bir mushaf getirdi tamir ve cild için. “işte böyle mushaflar geliyor, mesaimizin çoğunu bu mushaflar alıyor” diyor. çarşıyı katmer, kebap, baklavaya boğacak hummalı temizlikçilere gene kızıyor: “bir aya kalmaz başlarlar, ‘entebin hememleri…” gürültüsünden durulmaz” diyor. maraş’ın kültüre, kitaba, edebiyata kıymet verdiğinden öyle sitayişle bahsediyor ki hayret ediyorum. “dışı seni yakar, içi beni…” dahi diyemiyorum.
[23nis2025]
***
hartlap’tayım. “buçaklı çeşme”nin önündeyim. maraş’ta son bir yılda görülen hemen her “şehir unsuru” gibi çeşmenin yanından yöresinden çirkinlik akıyor. “cuma buçak anısına” yazısından başka birbirine çatılı gibi duran iki hartlap bıçağı temsili var. tam da bu bıçakların üzerine pespaye bir tasarımla bir ikâz tabelası asılmış: “25 litreden fazla su almak ve araba yıkamak yasaktır” böyle “yasaktır” yazılarını görünce içten içe gülerim. kendinde yasak koyma selahiyeti bulan bu zihnin kısmetine yasağı koyduktan sonra şikayetlenip durmaktan başka pek bir şey düşmez. çünkü karşısındaki kişiler, kendisinin yasak koymaktaki keyfî tavrın aynısını taşımaktadır ve o tabelayı da yasağı da umursamazlar. yine de bu kırmızı zemin üzerine yanlış yuvarlak bir şekilde döşenmiş ikâzı buraya koyan adamın sızlanmalarını dinlemeyi severim. ne de olsa şehir mektupçusuyum, muhakkak mektuplarım arasına derç edeceğim bir kavga hikâyesi vardır. tabelayı buraya hırsla asan hartlaplı, illa ki bir haftasonu “hafif göbekli, doblo’ya binen, saç ektirmiş, ek iş olarak araba alımı satımı yapan” biriyle (farzımuhal ilerideki sır köyünde doğmuş bir imamla) “otomobilini niye burada yıkıyorsun hemşerim?” kavgasına tutuşmuştur.
[5-23tem2025]
Hidayet Bağcı
Gazze’de Anne Olmak
Dünyada bir ülke, o ülkenin adı Filistin. Filistin’in içinde bir şehir. O şehrin adı Gazze. Gazze’nin sokaklarında bir ev. O evin adı İnanç. İnancın kapısında bir kilit. Kilidin ucunda bir anahtar. Anahtarın arkasında var bir Kudüs.
Evin bahçeye açılan tahta kapısını aralayınca toprağa serilmiş çimenlerin yeşili göze de gönle de huzur veriyor. Anne bahçenin ceviz ağacının dalında salıncakta sallanan neşeli çocuklarına seslenirken diğer bir ülkenin Gazze şehrine ait sokaklarında çocuklarının yaşadığından emin olmak için bir annenin şefkat dolu sesi gökyüzünde yankılanıyor.
Annenin sesi kızına da oğluna da güven veriyor. Küçük bir kız annesinin pişirdiği çorbayı heyecanla içmek için salıncaktan iniyor. Küçük kızın ayakları yeşil çimenlere bastığında abisi kız kardeşini sallamayı bırakıyor. Diğer bir çocuğun ise dünyası değişiyor.
Anne her gece sevgiyle okşayıp, öptüğü kahverengi saçlı oğlunu tanıyor. Yerde cansız bir halde yatan oğlunun alın hizasından akan kan damlalarını öperek siliyor. Annenin kirpiklerinde asılı duran her bir gözyaşı teslim oluyor bu şehadete. Diğer bir anne, çorbasını içen oğlunun kahverengi düz saçlarını öpüyor, anne şefkatiyle.
Annenin gözleri sırma saçlı kızını arıyor. Küçük kız çimenler arasında keşfettiği uğur böceğini, parmağının ucunda bekletiyor. Uğur böceği, uçtu uçacak gibi olsa da küçük kızın parmağının ucunda bir süre kalmak ister gibi duruyor. Küçük kız, büyük bir alev topunun evlerinin bahçesine düşmesiyle birlikte uğur böceği uçuyor. Anne kızının yanına geliyor şefkatle sarılıyor ve diyor ki:
“İyi ki benim kızımsın.”
Diğer bir anne ağlıyor, şehadete ermiş cennet kuşu olan kızına. Sarılıyor defalarca anne, hayatta olan küçük kızına. Öpücükler annenin gözyaşlarına karışırken şükür duaları ediyor her iki anne.
Dünyada bir ülke, o ülkenin adı Filistin. Filistin’in içinde bir şehir. O şehrin adı Gazze. Gazze’nin sokaklarında bir ev. O evin adı İnanç. İnancın kapısında bir kilit. Kilidin ucunda bir anahtar. Anahtarın arkasında var bir Kudüs.
Ferhat Altun
Çalgun
ben inanmazdım sana fakat gözlerini gördüm
ondan süzdüm dünyanın çehresini
sonra
öldürdüm
başı şapkalıları
evi balkonluları
çünkü beni çalgun bırakan
bir kurşun sesi değil
değil bir tüfengin süngüsü
hepsi gözlerini görmemek korkusu
gözlerini görmemek
binalardan
büyük dilencilerden
küçük firavunlardan
ellerine ruhumun kilidi girmiş adamlardan
daha müphem daha korkunç
bakmamak o gönlümüzü katmerleyen gözlerine
görmemek bir an olsun ferini
olsun
adını anmak
adını asmak boynumuza
yüz sürmek ve eritmek gözlerimizi kapında
budur yaşamak denen her neyse
Samet Yurttaş
Biz Yürürüz Tüm Cihan Yürür Bizimle
Ötüken’den şahlanır atlarımız
Sır-ı derya’da sırlanır kanatlarımız
Altaylar’dan akan coşkun sular biziz
Han biziz, buyruk biziz, sancak biziz...
Biz yürürüz tüm cihan yürür bizimle.
İpekten türküler söyler dilimiz
Buram buram toprak kokar mendilimiz
Gönülden gönüle akan kervan biziz
Alp biziz, Eren biziz, Yûnus biziz...
Biz yürürüz tüm cihan yürür bizimle.
Semerkant gök yüzlü mabedimiz
Bin âriften iz taşır kubbelerimiz
Bin demir kapıyı açar kılıç seslerimiz
Oğuz biziz, Alparslan biziz, Yavuz biziz...
Biz yürürüz tüm cihan yürür bizimle.
Âlemde damla damla büyür sesimiz
Garba yürür mürekkep damıtır fesimiz
Cisimde mânayı gören biziz
Dede Korkut biziz, Hayyam biziz, Akşemsettin biziz...
Biz yürürüz tüm cihan yürür bizimle.
Rüzgâr olur eseriz, gök olur gürleriz
Yay gibi gerilir gövdemiz
Bozkırı vatan yapan ok biziz
Balkanlar biziz, Anadolu biziz, Türkistan biziz...
Biz yürürüz tüm cihan yürür bizimle.
Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:
Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar
Sayfa Editörü: Ufuk Türk
Sayı:6
Her hafta Cuma günü yayımlanır.