Asrın felaketini iliklerine kadar yaşamış insanlar olarak, bu son günlerde ikiye ayrıldığımızı gözlemliyorum. İyiler daha iyi, kötüler daha kötü oldu. Aslında bu çağın insan metaforu tam da buna doğru evrilirken, asrın felaketini yaşamak, bu algıyı biraz daha keskin bir duruma soktu. Öncesinde de iyi olan insanlar, yaşadıkları o kıyametin ardından şapkalarını önlerine alıp, ben buradan nasıl bir ders çıkarırım diye düşünmeye koyuldu. Kölüğü hayat felsefesi yapanlar, bu kaosu nasıl fırsata çeviririm derdine düştüler. Yani geldiğimiz nokta yine trajedi, insanı korkutuyor.
Depremin ilk günlerinde bizler canımızın derdindeydik ve bunu anlamakta güçlük çekiyorduk, önceliğimiz hayatta ve ayakta kalmaktı. Uzun bir zaman barınma, beslenme, güvenlik sorunu derken, hepimiz çaresizliğin dibini gördük. Sonrasında kavim kavim adeta göç ettik. Gidenler gittiği yerde aylardır kaldı, belki bir daha gelmemek üzere.
Ve sorgulamaya başladık, biz toplum olarak nasıl bir hata yaptık, ya da yapılan hataları nasıl görmezden geldik. Başımızı soktuğumuz evler, ocaklar nasıl birden tütmez oldu, doksan saniye gibi kısa bir sürede evler nasıl da mezar oldu.
Çünkü sorgulamayan, hayat farkındalığını arttırmanın, cebindeki kuruşları arttırmaktan önemli olduğunu unutan insan topluluğunun içinde yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Aslında tabi ki haberimiz vardı, bu insanımsıların entrikalarını fark ediyorduk. Bala koşan sinekler gibi ne zaman şehrin yönetim kanalları değişse, onlar hemen mevzilenip, oralarda yer edinmeye çabalıyorlardı. Başardılar ki bugün menfaat tüccarlarının yaptığı evlerde binlerce can yok oldu. Sadece insan ölmedi bu şehirde, umutlar, hayatlar, bir nesil kayboldu. Şehir bitti, enkazdan bir kent nasıl ayağa kalkar bilmiyorum. Bazen içimde yeşertmeye çalıştığım umut kırıntıları da bir bir yok oluyor. Yine bu menfaat tüccarları, şehrin değişen siyasetine müdahil olur, fırsatı ganimete çevirir endişesini şehrim adına yaşıyorum. Tarih tekerrürden ibarettir desturuna inanarak, bunların yeniden sahneye başka maske ve kılıklarla çıkacağından eminim. Neden eminim diye kendime bile sorarken, şunu duyuyorum, depremde tutuklanan, sorguya alınan müteahhitler bu aralar dışarı çıkmış ve yeni bir tezgahla harekete geçmiş. Nasıl mı, yakın illerde başka isim altında yeni şirketler kurmuş, oradan Maraş’ın yeniden inşasında ihaleler alıp, inşaatlar yapmak üzere hazırlanıyorlarmış. Halk şimdi bunu konuşuyor, umarım yanlıştır, umarım siyasi ve yerel yönetimler eskisinden daha titiz davranır. Daha da önemlisi, halk artık kapalı kapıların kendine açılmasını, şehrin geleceği adına yapılacak her işin kendine gösterilmesini, açıklamaların ve projelerin şeffaf olmasını istiyor. Buna şimdi eskisinden daha çok ihtiyacı var Maraş halkının. Çünkü bu halk endişeli, umutsuz, tüm yaşam enerjilerini kaybetmiş ayakta ve hayatta kalmaya çalışıyor. Ev yerine çadırda, konteynerde yaşayan bu yaralı halka daha da bir ihtimam verilmeli, öyle boş vaatlerle, yanınızdayız söylemleriyle geçiştirilmemeli. Bu halk dilenci değil, hak ettiğini talep eden bir yaralı. Ateş düştüğü yeri zaten yaktı, yok etti, külü bile kalmadı. Bundan sonra eskiden beri süre gelen Maraş yetim, Maraş öksüz, Maraş sahipsiz gibi söylemleri unutturacak eylemler bekliyoruz. Kimden mi, her türlü muhatabından. Yorulduk, tükendik, gale alınmamaktan kırıldık, Allah’a dua ve beddua etmekten de auramız değişti.
Bu şehrin can damarı, imar ve geleceğinde en mühim nokta olan esnaf yeniden tutunmaya çalışıyor, bu bizi mutlu ediyor. Fakat konuştuğum, durum değerlendirdiğim esnaftaki şu hali de derinden fark ediyorum. İnsan, yarası henüz sıcakken, travmanın ardından can havliyle ayağa kalkıp, içgüdüsel olarak dik durmaya çalışır. Bu insan psikolojisinin en doğal halidir. Sonra bakar ki o kalkış, onu ayakta ve hayatta tutacak yeterlilikte değil, işte o zaman daha da fena yıkıntı ve tahribat ilmek gibi çözülüp önümüze gelir. O zaman şunu diyebiliriz, zamanında yaralarımız sarılmadı, daha da kanayarak kan kaybından öldük. Bu duruma halkın her kesimini , eğitimi , aileyi, sokağı, caddeyi, şehrin taşını ,toprağını da ekleyebilirsiniz. Ayağa kalkarken ve yeni bir kent kurulurken eskisinden daha çok, daha emekli bir tavır bekliyoruz. Kimden mi yine söylüyorum en ufaktan en büyük muhatabına kadar. Yorulduk, yıkıldık, bir yanımızla toprağa gömüldük, daha nasıl ifade edelim. Unutulduk mu diye endişe etmekten daha korkunç bir duygu yok bu aralar içimizde.
Hoşça kalın dostça kalın.