Hades Geçidi Röportajı

Röportaj Yapan: Ali Büyükçapar

Röportaj Yapılan: Ali Avgın

“ BU ŞEHİR, KENDİNE BİN YILDIR ŞİİR YAZILAN KENTTİR”

Soru: Kitabınız Hades Geçidi hayırlı olsun. Kitabın adından başlayalım: Bu adın edebiyata konu olmasının nedeni nedir?

Cevap: Teşekkür ederim Ali Bey. Malumunuz olduğu üzere bir eserin ismi, o eserin muhtevasına açılan ilk kapı, ruhuna uzatılan ilk anahtardır. Kapaklar ve isimler, metnin derinliklerinde gizli olan o engin manayı bir kristal parçasına sığdırma, bir damlada okyanusu gösterme sanatıdır. Okurun zihninde hem bir merak uyandırmalı hem de vaat ettiği edebi hazzın ilk nüvesini taşımalıdır.

Hades Geçidi de işte böyle bir estetik ve felsefi kaygının neticesinde doğmuştur. Malumunuz, bir sanatkârın gayesi, tek bir hamleyle birden fazla mana katmanını harekete geçirebilmektir. Bu isim, evvela romanımızın zaman ve mekân örgüsünün geçtiği, yanı başımızdaki bir coğrafyanın tarihi adıdır. Bu ismi eserimizin alnına bir nişan gibi takmakla, bir yandan bölgemizin unutulmuş kültürel hafızasını ihya etme ve gün ışığına çıkarma mesuliyetini omuzlarken, diğer yandan bu kadim mirası edebiyatın ebedi hafızasına nakşederek bir yazar olarak üstlendiğimiz görevi yerine getirme arzusunu taşıdım.

Soru: Tarih ve edebiyat arasında ne gibi bir bağ görüyorsunuz?

Cevap: Tarih ile edebiyat, aynı bedende atan iki kalp, aynı nehre dökülen iki ulu ırmak gibidir; birbirinden tefrik edilmesi ne mümkün ne de doğrudur. Tarih, hadiselerin kupkuru iskeletini bize sunarken, edebiyat o iskelete ruh üfleyen, ona kan ve can veren sanattır. Edebiyatın sihirli dokunuşuyla tarihin donuk kronolojisi; beşeri duyguların, trajedilerin, zaferlerin ve en derinlikli acıların sıcaklığıyla yeniden yoğrulur ve canlanır. Böylelikle geçmişin o aşılmaz zannedilen surları yıkılır ve bizler, asırlar öncesinde yaşamış ecdadın kalbinin ritmini kendi kalbimizde hissederiz.

Esasında, edebiyatın aynasında geçmişin izlerini sürerken ya da tarihin o muazzam nehrinde bir seyyah gibi gezinirken, her ikisinin de menşeinin aynı olduğunu idrak ederiz: İnsan, zira tarih de edebiyat da insana dairdir. Biri yaşananları kaydeder, diğeri ise bu yaşananların insan ruhunda bıraktığı yankıları dile getirir. Bu bağlamda, edebiyat tarihin sesi, vicdanı ve duygusal hafızasıdır diye de ifade edebilirim.

Whatsapp Görsel 2025 09 08 Saat 13.47.38 7Dc8E9D0

Soru: Kitabı, farklı yüzyılları kapsayan geniş bir zaman aralığında yazdınız. Bu aralığı doldurmak için neler yaptınız?

Cevap: Asırlar, takvim yapraklarının mekanik bir tekrarından ibaret değildir; her biri kendine has bir ruha, bir kokuya, bir musikiye sahip, mühürlenmiş sandıklar gibidir. Hades Geçidi'ni kaleme alırken, kendimi yalnızca bir tarihçinin vesikalara dayalı titizliğiyle sınırlamadım. Romanıma ruhunu veren bu aziz şehrin bir evladı olarak, gönül dünyamın bana fısıldadığı ilhamla o devirlerin ruhunu yakalamaya, o havayı teneffüs etmeye çalıştım. Her bir asrın kapısından içeri adım attığımda, o dönemin insanının gözleriyle olayları yorumlamaya çalıştım. Onların lisanını, inançlarını, hangi nağmelerle mest olduklarını, hangi mısralarla ağladıklarını anlamak için derin bir tefekkür ve okuma sürecine daldım. Bu maksatla, sahasında otorite olan akademisyenlerin, tarihçilerin ve ilim erbabının eserlerine müracaat ettim, onlarla hemhal oldum.

Zira omuzlarımdaki yükün ağırlığının farkındaydım. Eserimde sadece vakaları değil, o vakaların gölgesinde filizlenen ümitleri, zeval bulan hayalleri, ihanetleri ve ölümsüz aşkları da resmetmek istedim. Niyetim, kuru bir tarih metnini romanlaştırmak değil, bilakis o çağlarda yaşamış insan portrelerinin nefeslerinin dahi hissedildiği, kanlı canlı bir tablo vücuda getirmekti. Bu gayeyle uzun soluklu okumalar, saha araştırmaları yaptım ve en önemlisi hayaller kurdum. "Geniş zaman aralığını nasıl doldurdunuz?" sualinize en veciz cevabım şudur: "O aralığı, ruhumun ve idrakimin en derin katmanlarını o devrin hissiyatıyla doldurarak aştım."

Soru: Kahramanlarınızı seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Cevap: Roman karakterleri, kurgunun satranç tahtasındaki piyonlar değil, kaderlerinin labirentinde kendi hakikatlerini arayan, kanlı canlı seyyahlardır. Onları oluştururken yalnızca dış görünüşlerine değil, ruhlarının derinliklerindeki girdaplara, içsel çatışmalarına ve beşeri hallerin en girift tecellilerine odaklanırım. Tarihi bir roman söz konusu olduğunda ise sorumluluğum daha da artar. Tarih sahnesinde rol almış gerçek şahsiyetleri, onları tarih kitaplarının soğuk satırlarından çekip alarak etten ve kemikten, ihtirasları ve zaaflarıyla yeniden var etme cüretini gösteririm.

Hades Geçidi'nde tecessüm eden Hamdani Emiri Seyfüddevle, Şair Mütenebbi, Ebu Firas ve büyük filozof Farabi gibi benzer şahsiyetler, tarihin rahminden doğmuş hakiki kahramanlardır. Elbette, hakikat ile tahayyülün raks ettiği bu sanatta, olay örgüsünün gerektirdiği hayali karakterler de bu tarihi freskteki yerlerini alacaklardır.

Whatsapp Görsel 2025 09 08 Saat 13.47.38 740A0Ca5

Soru: Maraş kent merkezinin kitabınızda yer alması, kent hakkındaki bilgi dağarcığınıza neler kattı?

Cevap: Kahramanmaraş, benim için yalnızca bir coğrafi mekân değil, ruhumun haritası, ilhamımın membaıdır. Bu şehrin "şiirin ve edebiyatın başkenti" unvanı, son asırda kazanılmış bir paye değildir. Hades Geçidi'ni yazma sürecinde idrak ettim ki, bu şehir, kendine bin yıldır şiir yazılan kenttir. Büyük Arap şairi Mütenebbi’nin, eserimde de yer bulan 45 beyitlik o meşhur “Maraş Kasidesi”, bu kadim hakikatin en parlak delilidir.

Bin yıl evvel bu şehre ismiyle hitap eden mısraların varlığı, kentin kültürel genlerinin ne denli zengin olduğunu gösterir. Dolayısıyla bu süreçte, şehrin yalnızca insan portreleri değil, her bir sokağı, her bir taş yapısı ve her tarihi dokusu, irfan dağarcığıma paha biçilmez hazineler katmıştır.

Soru: Kitabınızda ilmihal bilgileri veriyor, resim ve musiki sanatı hakkında okurlarınızı bilgilendiriyorsunuz. Sizce roman yazarı bilgi vermeli mi yoksa bu konuları okura mı bırakmalı?

Cevap: Yazarın vazifesi, yalnızca bir hikâye anlatıcılığına indirgenemez; yazar, aynı zamanda okurun ruhuna ve zihnine yeni pencereler açan bir rehberdir. Bahsettiğiniz ilmihal, resim ve musiki gibi bilgilere gelince, bunlar didaktik bir üslupla, bir yazar anlatımıyla değil; bilakis roman karakterlerinin kendi devirlerindeki bakış açılarıyla, onların diyaloglarının doğal akışı içinde verilmiştir. Zaten roman sanatının inceliği de bunu gerektirir. Diğer yanda bilgi vermek, metnin estetik akışını kesintiye uğratmak değil, aksine onu zenginleştirmek, ona derinlik ve boyut kazandırmaktır. Hakiki bir hikâye, yalnızca "ne oldu?" sorusuna değil, "neden ve nasıl oldu?" suallerine de cevap arar. Bu sebeple yazar, okuruyla bu entelektüel ve ruhani paylaşımı yapmaktan imtina etmemelidir.

Soru: Felsefe konusunda önemli paragraflar kaleme almışsınız. Felsefi okumalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Cevap: Bir romancı, karakterlerinin sadece eylemlerini değil, onların düşünce yapılarını, niyetlerini, psikolojik hallerini, kısacası bütün bir varoluşsal çerçevelerini de inşa etmekle mükelleftir. Eğer eser felsefi bir derinlik taşıyacaksa, yazarın bu alandaki birikiminin zengin olması elzemdir.

Benim ruhani ve fikri olarak beslendiğim tasavvuf geleneği, kendi içinde zaten felsefi bir deha barındıran büyük şahsiyetlerin dünya görüşlerini ve düşünce sistemlerini talebelerine aktarır. Yıllar boyunca bu pınarlardan zihin ve gönül dünyama pek çok kıymetli hazine kattım. Bu sebeple hamasi söylemlerden ziyade, varoluşun sırlarını aralayan felsefi okumalara her daim öncelik verdim.

Zannederim bu birikim, eserlerime de sirayet etmiştir. Özellikle son romanım Hades Geçidi'nde, büyük bir muhabbet beslediğim Türk filozofu ve musiki dehası Farabi’nin yer alması, bu uzun soluklu felsefi yolculuğun bir neticesi olsa gerektir.

Whatsapp Görsel 2025 09 08 Saat 13.47.38 Cbc733De

Soru: Hazine avcılığı, kitabınıza önemli bir konu olarak girmiş. Bunun sizdeki ya da Maraş bağlamındaki yeri nedir?

Cevap: Maraş, tarih boyunca nice medeniyetin beşiği olmuş, nice sırra ve hazineye tanıklık etmiştir. Lakin benim nazarımda asıl hazine, bu toprakların bizzat kendisidir: kültürel katmanları, direniş ruhu ve her köşesine sinmiş olan o derin tarih...

Romanımdaki Bizans hazineleri, bu muazzam kültürel zenginliğin parlak bir metaforundan ibarettir. Bu hazineler, sadece maddi kıymeti olan objeler değil; kaybolmuş bir devrin hatıraları, unutulmuş inançları ve bir imparatorluğun ardında bıraktığı derin izlerdir. Benim için asıl definecilik, geçmişin katmanlarını bir arkeolog sabrıyla kazıyarak hakikate ulaşma serüvenidir. Maraş, bu bağlamda ağzı mühürlü bir hazine sandığı gibidir. Romanımdaki hazine avcılığı motifi, okuru hem fiziki bir maceraya davet eden hem de onu kendi tarihinin ve ruhunun derinliklerinde sembolik bir keşfe çıkaran sihirli bir anahtar mesabesindedir.

Soru: Hades dediğimiz mekân, kitapta bir savaş mekânı olarak yer alıyor. Acaba bu mekan daha farklı özelliklerle kitaba dahil edilebilir miydi?

Cevap: Pek tabii, tahayyülün hududu yoktur ve Hades mefhumu, sayısız farklı yorumla ele alınabilirdi. Ancak benim kurgu evrenimde Hades Geçidi, yalnızca orduların çarpıştığı bir coğrafya değil, aynı zamanda insan ruhunun en karanlık ve en çetin imtihanlarına açılan sembolik bir kapıydı.

Onu bir savaş meydanı olarak tasvir etmem, sadece tarihi bir olaya sadık kalmamdan ileri gelmez; bu tercih, aynı zamanda o devrin ruhunu, savaşın getirdiği o muazzam yıkımı ve enkazın altından filizlenen umudu sembolize eder.

Prof. Dr. İlyas Gökhan gibi kıymetli âlimlerle yürüttüğüm istişareler ve derinlemesine araştırmalar sonucu edindiğim tarihi birikimi, kendi muhayyilemin potasında eriterek okurun zihninde yalnızca bir harp sahnesi değil, derin bir tarihi ve manevi atmosfer oluşturmayı hedefledim.

İnandım ki Hades, sadece bir savaş alanı değil aynı zamanda destanların doğduğu, ruhların sınandığı ve tarihin kanla yazıldığı kutsal bir mekândır. Bu yüzden o, romanın dramatik omurgasını taşıyan, hem fiziki hem de metafizik bir savaş alanı olarak betimlenmeyi hak ediyordu.

Whatsapp Görsel 2025 09 08 Saat 13.47.38 9626Fb34

Soru: Musikinin bugünkü hayatımıza katacağı estetik duyarlılık hakkında ne söylemek istersiniz?

Cevap: Musiki, yalnızca işitme duyumuza hitap eden bir sesler bütünü değil, ruhumuzun en gizli köşelerine fısıldayan ilahi bir lisandır. Romanımdaki Farabi'nin musikisi, insanın iç âlemine, ahlaki hassasiyetine ve estetik idrakine tutulmuş bir ayna, bir bilgelik pınarıdır.

Günümüzün gürültü ve kaosla malul dünyasında, o kadim tınıların, o arı ve duru nağmelerin kaybolmaya yüz tuttuğunu görmek, ruhumuzu acıtıyor. Oysa hakiki musiki, insanı sükûnete, tefekküre ve içsel bir ahenge davet eder. Gürültüden arındırılmış, manayla yoğrulmuş bir melodi, bize estetik duyarlılığın ne demek olduğunu yeniden hatırlatır: Hayatın ritmini, varoluşun inceliğini ve kendi ruhumuzdaki o kayıp ahengi yeniden keşfetmek. İşte musikinin, modern insana bahşedeceği en büyük armağan bu ulvi duyarlılıktır diyebilirim.

Soru: Kitap hazırlıklarınız bitmez. Sırada neler var?

Cevap: Edebiyat yolculuğu, rotası önceden çizilmiş bir seyahat değil, ilham rüzgârlarının seyyahı nereye götüreceği meçhul olan bir serüvendir. Zihnimde ve gönlümde demlenmekte olan tasarılar mevcutsa da bir sonraki hikâyenin hangi topraklardan, hangi iklimlerden filizleneceğini şimdiden kestirmek güç. Belki bir gün Maraş'ın tarih kokan konaklarından, belki sarp kayalıklarından yahut geçmişin tozlu arşivlerinden yeni bir hikâye zuhur eder... Yegâne temennim, bu coğrafyanın o derin ve kadim rayihasını taşıyan yeni romanlarla okurlarımın karşısına çıkmaya devam edebilmektir.

Soru: Sizi kutluyor, başarılar diliyorum.

Cevap: Asıl ben, bu nezaket dolu temennileriniz ve bana ayırdığınız bu kıymetli anlar için kalbi şükranlarımı sunarım. Var olunuz. Müsaadenizle, bu sohbetimizi aziz okurlarımıza yönelik naçizane bir davet ile taçlandırmak arzusundayım.

Dilimiz Türkçe, kelimelerin âdeta birbiri içinde eridiği, eş anlamlı zannedilen her bir sözcüğün aslında farklı bir ruh ve mana nüansı taşıdığı engin bir ummandır. Bir mefhumu ifade etmek için önümüze serilen onca kelime, aslında birer seçenek değil mananın farklı bir veçhesini, ince bir ayrıntısını aydınlatan birer meşaledir. Kelime, ancak ait olduğu cümlenin ruhuna, bağlamın dokusuna tam manasıyla oturduğunda kendi hakiki manasına kavuşur ve bir mücevher gibi parlamaya başlar.

Lisanımızın bu paha biçilmez zenginliğini muhafaza etmek ve onu gelecek nesillere bir miras olarak aktarabilmek, en mukaddes vazifelerimizdendir. Bu vazifenin ifası ise, bu kelime hazinesini yalnızca lügatlerin tozlu sayfalarına hapsetmekle değil, bilakis onu gündelik hayatımızın her anına, sohbetlerimize, yazışmalarımıza nakşederek yaşatmakla mümkündür.