Aborjinler zamanı bizim gibi düz bir çizgi olarak görmez. Onlar için zaman bir döngüdür; doğanın ritmiyle, toprağın sesiyle, rüzgârın yönüyle akar. Onların kutsal anlatılarına “Düş Zamanı” (Dreamtime) denir. Bu zaman, hem geçmişi hem geleceği şimdiyle birleştiren bir varoluş biçimidir. İşte bu anlatılardan birinde, bize modern dünyanın unuttuğu bir gerçeği hatırlatan bir karakter vardır;  Yavaş Ayak.

           Yavaş Ayak, kabilesindeki diğer çocuklar gibi koşmaz, çabuk konuşmaz, oyuna atılmaz. Hareketleri ağır, bakışları derin, sözleri seyrektir. İnsanlar onun bu haline anlam veremez. Ancak toprağın dilini bilen bilge kadın büyükannesi hep der ki; “yavaş olan, her şeyin gerçeğini duyar.”

           Zamanla Yavaş Ayak doğayı okumayı öğrenir. Kuşlar susunca rüzgârın yön değiştireceğini bilir. Ağaçlara yaslandığında köklerin altındaki sesi duyar. Kuraklık zamanı geldiğinde herkes yönünü                 şaşırırken o sadece durur, dinler, bekler ve sonra konuşur:

                  “Su güneyden gelecek. Çünkü bulutlar geceleri orada ağlıyor.”

            Kabile onun peşinden gider ve gerçekten de güneyde saklı bir vadi bulurlar; serin sularla dolu, yeniden doğuşun müjdesini veren bir yer.

             Bu kadim hikâye bize bilinçli yavaşlamanın, an’ da kalmanın bir kayıp değil, bir kavrayış biçimi olduğunu hatırlatıyor. Modern dünyanın hız takıntısında duymayı, hissetmeyi, yönümüzü bulmayı unuttuk. Oysa bazen durmak en büyük ilerleyiştir. Çünkü dünya acele edenlere değil, dinleyenlere fısıldar. Belki de şimdi bize düşen, her gün biraz Yavaş Ayak olmak; durmak, dinlemek ve anlamak.

              Hızla akan hayatlarımızda yavaşlamak bazen en değerli hazinemizdir. Yavaş yürüdüğümüz bir sokakta kaybolan detayları yeniden keşfederiz. Eskiden göz ardı ettiğimiz o eski çiçekler, paslı kapılar, duvarın kenarındaki yosunlar, bir kedinin uykusu birden efsunlu bir büyü gibi görünür olur. Her şey bir anda anlama kavuşur, çünkü zamanın peşinden koşmak yerine zamanın içinde yaşamaya başlarız.  Belki orada bir yerlerde ruhumuzun sessiz çığlığını da duyabiliriz.

            Hızla akan günler içinde yavaşlamak bir isyan değil, bir kurtuluş meselesidir. Modern yaşam bize her şeyin hızla gerçekleşmesi gerektiğini, beklemenin zaman kaybı olduğunu öğretir. Ancak hızla ilerlemek geride kalmamızın önündeki en büyük engeldir. Bir amaç uğruna koştururken yaşamın kendisini kaçırırız. Bazen durmak ilerlemekten çok daha değerlidir.

           Yavaşlamak, yaşamı daha derinlemesine keşfetmektir. Bir çiçeğin açmasını izlemek, bir kitabı sindirerek okumak, bir anın tadını çıkararak yaşamaktır başlı başına. Tüm bunlar hızla geçip giden zamanın içinde kaybolan güzellikleri yeniden hatırlatır. Yavaşlamak, hayatın tüm katmanlarını görmek için bir fırsattır. Gözlerimizin ve kalbimizin ne kadar dolu olduğunu fark etmemiz için bazen bir adım geri çekilmek gerekir.

            Yavaşlamak, sadece bir hız meselesi değildir; aynı zamanda bir farkındalık meselesidir. Zihnimiz ne kadar koşturursa duyularımız o kadar körleşir. Sadece vücudumuz değil ruhumuz da yorulur.                      Yavaşlayarak hem bedeni hem de ruhu dinlendiririz. Bu bir çeşit içsel temizliktir. Gerçek gücü keşfetmek hep hızda değil, bazen durabilmekte gizlidir. Zamanın içinde kaybolurken bir anda kendi iç sesimizi duyarız.

           Bilinçli yavaşlık, ruhun derinliklerine inmek için bir davettir. Bir çiçeğin açmasını, bir damla yağmurun düşüşünü, bir kuşun kanat çırpışını izlerken ne kadar hızlı yaşadığımızı fark ederiz. Her şeyin hızla değiştiği bu dünyada durmak bir tür cesaret gerektirir. Ve işte o cesaretin içinde gerçek gücümüz saklıdır. Ne kadar yavaşlarsak o kadar derinleşiriz, ne kadar durursak o kadar çok şey görürüz. O zaman kendinize yavaşlamak için zaman ayırın.

Hoşça kalın dostça kalın.