Şu an gündemi meşgul eden evlenen kadının kütüğünün erkeğe geçmesi hususunda vurgulanan "aile birliği" ilkesi ve ‘’idari eşitlik’’ kavramları için bir kütük meselesinin fazlası demek mümkündür.
Son zamanlarda, Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru kararlarıyla hızlanan bir "eşitlik" tartışmasının içindeyiz. Kadının soyadından sonra şimdi de "aile kütüğü" meselesi, yani evlenen kadının kütüğünün eşinin hanesine nakledilmesi uygulamasının kaldırılması gündemde. Bu değişiklik, "kadın-erkek eşitliği" ilkesine dayandırılarak talep ediliyor.
Hukuk, daima toplumsal değişimle bir diyalog halindedir. Ancak bazen "reform" zannettiğimiz şey, binlerce yıllık toplumsal ve hukuki bir yapının temellerini sarsan bir "rötuştan" ibaret kalabilir. Bu konuya da salt bir "idari kayıt" meselesi olarak değil, Anayasamızın bir diğer temel direği olan "Ailenin Korunması" ilkesi penceresinden bakmak zorundayız. Hukuk her ne kadar toplumsal değişimle diyalog halinde olsa da kültürel birikimler ve alışkanlıklar ile bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Bu sebeple her ilke ve her kavramı içinde bulunduğu toplumdan bağımsız değerlendirmek sağlıklı ve faydalı sonuçlar doğurmayabilir.
Öncelikle şu tespiti net olarak yapalım: "Aile kütüğü" nedir?
Aile kütüğü, Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda düzenlenen, bireylerin kişisel durumlarını ve bu durumlardaki değişiklikleri gösteren resmi bir sicildir. Bu sicil, sadece kimin nerede doğduğunu değil; "soybağı" ve buna bağlı olarak Medeni Kanun'un en temel kavramlarının da haritası olarak karşımıza çıkar. Kısaca ifade etmek gerekirse elimizdeki "kütük", kimin kiminle akraba olduğunu, kimin kimin mirasçısı olduğunu belirleyen, devletin resmi "aile şeceresidir".
Gündemdeki tartışma, bu şecerenin nasıl tutulacağı üzerinedir.
Evlilik, Medeni Kanunumuza göre bir "birlik" kurar. Mevcut uygulamada, ailenin "birliğini" ve "bütünlüğünü" simgelemek amacıyla, aile fertleri idari olarak tek bir kayıt altında, yani "aile kütüğü"nde toplanır. Binlerce yıldır süregelen yasal uygulamalar ve soy takibi ihtiyacı nedeniyle, ailenin kayıtları idari olarak babanın hanesi üzerinden tutulmuştur. Bu durum, bir "üstünlük" meselesi değil; çocuğun kimden olduğunu netleştirmek ve miras işlemlerini sorunsuz takip etmek gibi konularda karışıklığı önlemek ve yasal güvence sağlamak amacıyla yapılmış bir tercihtir.
Peki, bu değişikliği talep edenlerin savunduğu "eşitlik" ilkesi, bu uygulamayla gerçekten zedeleniyor mu?
Evlilikle birlikte kadının kütüğünün eşinin hanesine geçmesi, onun Medeni Kanun'dan doğan miras, mal rejimi veya velayet gibi temel haklarında kesinlikle bir eksilmeye yol açmamaktadır. Evlenen kadın, kendi ailesine ait mirasçılık sıfatını muhafaza eder. Eşinin malvarlığı üzerindeki yasal hakları tam ve eşittir. Bu bağlamda, hukuki haklar açısından bir eşitsizlik veya kayıp söz konusu değildir; mevcut tartışma, özünde yalnızca nüfus kayıtlarının idari olarak nasıl düzenleneceği noktasında yoğunlaşmaktadır.
Şimdi bir an için kütüklerin ayrıldığını varsayalım ve hukuki sonuçlarını düşünelim:
Evlilik gerçekleşti, ancak iki taraf da kendi "aile kütüklerinde" kaldı. Peki, doğan müşterek çocuk hangi kütüğe kaydedilecek? Annenin kütüğüne mi, babanınkine mi? Bir tercih mi sunulacak? Bu tercihin yapılamadığı durumlarda ne olacak?
Diyelim ki çocuk annenin kütüğüne kaydedildi. Bu durum, çocuğun "baba" tarafından olan soybağını, dede ve ninesinden gelecek miras haklarının takibini idari olarak nasıl etkileyecek? Hukukta bu tür "belirsizlikler", "Geciken Adalet Zulümdür" dediğimiz türden yeni davalara, kaosa ve mağduriyetlere yol açar. Hukuk, netlik ve öngörülebilirlik ister.
Anayasamızın 41. Maddesi "Aile, Türk toplumunun temelidir" der. Bu temeli korumak, sadece şiddete karşı değil, aynı zamanda onu ayakta tutan "hukuki yapıya" karşı gelişigüzel müdahalelere karşı da korumayı gerektirir.
Kadın-erkek eşitliğini savunacaksak; bunu "idari kayıt" gibi sembolik alanlarda değil, adalete erişimde, ekonomik hayata katılımda ve en önemlisi "şiddetin" önlenmesinde aramalıyız. Asıl mücadele; bir kadının adliyeye sığındığında "koruma" alabilmesi, boşandığında "nafakasını" tahsil edebilmesi ve ekonomik olarak "kendi ayakları üzerinde" durabilmesi için verilmelidir.
Toplumun temeli olan "aile" kurumunun idari kayıtlarını "eşitlik" adına parçalara ayırmak, asıl sorunlarımızı çözen bir "reform" değil, sadece mevcut yapıyı daha karmaşık hale getiren bir "rötuş" olacaktır. Hukuk güvenliği, anlık ideolojik taleplerden daha önemlidir.
Av. Ahmet KAZANCI