Bir devletin büyüklüğü, sadece gökyüzüne yükselen binalarıyla veya devasa bütçeleriyle değil; sabahın seherinde kepengini besmeleyle açan esnafını ve adaletin tecellisi için ömrünü veren genç hukukçusunu ne kadar koruyabildiğiyle ölçülür. Ancak bugün geldiğimiz noktada, ne yazık ki "sosyal devlet" ilkesi, yerini sadece "tahsilat odaklı" bir mekanizmaya bırakma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Daha önceki yazılarımızda, vatandaşın bankalar karşısındaki yalnızlığından ve idarenin hizmet kusurlarından bahsetmiştik. Bugün ise mesele daha derin: Vatandaşın, bizzat sosyal güvenlik sistemi tarafından "borçlu" sıfatıyla kuşatılması.
Esnafın "Kepenk Hattı"ndaki Mücadelesi
Anayasamızın 60. maddesi der ki: "Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar." Kağıt üzerinde parlayan bu cümleler, bugün Bağ-Kur primini ödeyemediği için sağlık hizmetinden yararlanamayan, emeklilik hayali kurarken borç batağında boğulan esnafın gerçeğiyle taban tabana zıttır.
2025 yılı itibarıyla en düşük Bağ-Kur priminin 9 bin TL bandına dayanması, sadece bir "ekonomik veri" değildir. Bu rakam; bir mahalle bakkalının kirasıdır, bir terzinin çocuklarının okul masrafıdır, bir berberin bir aylık emeğinin devlet eliyle cebinden alınmasıdır. Primini düzenli ödeyemeyen esnafa "sağlık hizmeti yok" demek, sosyal devletin şefkatli elini çekip, vatandaşı fırtınanın ortasında yalnız bırakmaktır.
Savunmanın Belini Büken Borç: Cübbe Altındaki Yalnızlık
Mesele sadece esnafla sınırlı değil; adaletin sac ayağı olan savunma makamı, yani meslektaşlarım, bugün tarihinin en ağır ekonomik sınavlarından birini veriyor. Hukuk camiasının kanayan yarasına, bizzat genç hukukçuların yaşadığı o büyük haksızlığa daha derin bir pencereden bakmak zorundayız.
Yıllardır uygulanan ve mesleğe yeni adım atan 18-29 yaş arası genç meslektaşlarımız için bir "nefes borusu" niteliğinde olan Genç Girişimci Teşviki, yani bir yıllık Bağ-Kur priminin devlet tarafından karşılanması uygulaması, ne yazık ki sessiz sedasız elimizden alındı. Bu teşvik, sadece bir "maddi destek" değil; ofis kirasını nasıl ödeyeceğini düşünen, henüz tek bir müvekkili dahi olmayan bir gencin sırtındaki yükü hafifleten, ona "Devlet senin adalet dağıtma iradeni destekliyor" diyen bir güvenceydi.
Bugün cübbesini yeni giymiş bir avukatın önüne konulan tablo şudur: Henüz ilk dilekçesini yazmadan, ilk duruşmasına girmeden devlete aylık yaklaşık 9 bin TL prim borcuyla güne başlıyor. Ofis kirası, vergi stopajı, Baro kesenekleri ve genel yaşam giderleri de eklendiğinde; bir genç avukatın mesleki bağımsızlığını koruyabilmesi için mucizeler yaratması gerekiyor.
Burada asıl tehlike şudur: Ekonomik baskı altındaki bir savunma makamı, hür ve bağımsız kalamaz. Eğer siz adaletin bekçisi olan avukatı, daha yolun başında Bağ-Kur borçları içinde boğulmaya terk ederseniz; o avukatın sadece hukuku ve müvekkilinin hakkını düşünmesini bekleyemezsiniz. Bu durum, savunmanın kalitesini düşürdüğü gibi, yargının bağımsızlığına da dolaylı yoldan vurulmuş bir darbedir.
Devletin kendi yetiştirdiği hukukçusuna, "kendi başının çaresine bak" demesi ve mevcut teşvikleri kaldırması, açık bir hizmet kusurudur. Teşviki kaldırmak, nitelikli genç beyinleri serbest avukatlıktan kaçırıp, düşük ücretlerle sömürülen "işçi avukat" düzenine mahkum etmek demektir. Oysa hukuk devleti, avukatını borç tebligatlarıyla değil, mesleki onurunu koruyacak sosyal güvenlik şemsiyesiyle karşılamalıdır.
Adalet Terazisi Neyi Tartmalı?
Hukuk devletinde vergi ve prim yükümlülüğü esastır; buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak bu yükümlülük, vatandaşın yaşama, mesleğini icra etme ve kendini geliştirme hakkını ortadan kaldıracak düzeye ulaştığında, orada hakkaniyet ilkesi zedelenir.
Bağ-Kur primlerinin bu denli yüksek olması ve desteklerin birer birer çekilmesi, sistemi "güçlü olanın hayatta kaldığı" bir ormana çevirir. Devlet, vatandaşına sadece borç çıkaran bir "muhasebeci" değil, zor gününde onun sigortası olan bir "hamidir".
Unutulmamalıdır ki; primlerini ödeyemediği için sistemin dışına itilen her esnaf ve ekonomik kaygılarla cübbesi lekelenen her avukat, sosyal devletin hanesine yazılmış bir mağlubiyettir. Adalet terazisi, bütçe açıklarını değil; vatandaşın emeğini, avukatın bağımsızlığını ve devlete olan inancını tartmalıdır.
Av. Ahmet KAZANCI