Toprağın üstünde olanlar, yaşadığını zannedenler pek gerçeği yansıtmıyor. İnsanlar, daha çok siyasiler, daima başkalarından gizledikleri ikinci yüzlerini karanlıkta tutup, yine de aklı başında iki kelam edip, doğruları, güzellikleri anlatmıyorlar.

Anlat baba, hiç olmazsa sen anlat!

Biz o kadar inemiyoruz derinlere, meydan tanımıyor, fırsat vermiyorlar. Denemeye kalkışsak, ‘Hooop, dur orada!’ uyarısı geliyor bir yerlerden.

*

NOT: Yaklaşık 20 sene önce, Kahramanmaraş’ın Sesi Gazetesinde (Yaşar Başer ağabeyimize bir kere daha rahmet diliyorum) çıkan yazımın günümüze uyarlanmış hali.

Güncelleme yani.

*

Kavuştuğumuzda çok şeyler anlatacağım kesin! 20 sene önceki mektubumda, kış için zahra tutamadığımı, üniversite mezunu kızımın iş bulamadığını, cumhurbaşkanı adayı olamadığımı, Maraş’ta ot atmanın akla zarar verdiğini izahta zorluk çektiğimi, gazeteci-yazar kimliğimle Maraş medyasında arasatta kaldığımı, yeni çıkacak günlük-haftalık ve yerel gazetelerden milyarlık transfer teklifleri alamadığımı, Hizbullah vahşetini anlatmakta sıkıntı çektiğimi anlatsam, elime ne geçecek!

En iyisi sen anlat diyeceğim de, ne anlatacaksın toprağın altında. En iyisi ben yazayım, sen oku. Türkünün dediği gibi, okurken sakın ağlama!  Derinliklerde olmadığımız için fazla derin konulara inemiyoruz şu ortamda. Hoş bu derin meselelerden neyi anlayıp neyi anlamadığımı da bilmiş değilim.

*

Anamla aranız nasıl. Yan yanasınız ama rahmetliyle sağlığında geçinemezdin. Anlamazdınız birbirinizi. Anam rahmetli, şimdi komşu oldunuz, senin üstüne gül koklamadı ama ara sıra kavga bile ettiğinize şahit olmuştum. Anama da sakın gazeteci olduğumu söyleme, duymasın! O beni hâlâ Sümerbank’ta muhasebeci sanıyordur.

Bu arada, geçenlerde bir basın kuruluşu gece düzenledi, bana da ‘Ömür boyu onur ödülü’ vermişler. Duydum, baktım hak etmeyenlere de verilince, aldığım ödülü çöpe attım. Suyu getiren de aynı, testiyi kıran da aynı olunca... 

*

Geçen ziyaret ettiğimde ‘Maraş’ta ne var, ne yok!’ demiştin, hatırladın mı? Buralarda sular bulanık akıyor baba. Belki bilgin var. Genel seçimler de yapıldı bu arada. Her parti uçuşta. Bakıyorum, herkes potansiyel milletvekili, belediye başkanı havasında. Kimse Maraş’ın derdiyle dertlenmiyor. Dertleniyoruz diyenlere de inanan yok zaten.

Siyasete aklı yeten biri değilim ama burası Türkiye baba, olur mu, olur olur…

Çapına, kareköküne, özgül ağırlığına bakmayanlar, yüreğinin kaç okka çektiğini bilmeyenler, liderlerinin ve Ankara’nın rüzgârına kapılarak siyaset yaptıklarını, yapacaklarını zannedenler, milletvekilliğine soyundular. İşimiz zor. Bu şehrin ağır yükünü çekecek, taşıyabilecek kimseler arıyoruz da, elime fener alıp ‘Adam arıyorum, adam!’ diye gezesim geliyor.

*

6 Şubat’taki depremde şehir çok yıprandı, yıkıldı, enkaz altında kaldı. Yorgun binalar birer birer gitti içindeki canlarla. Müteahhitler suçlandı, belediye başkanları, imar müdürleri, onay verenler, yapı denetim firmaları hedef haline geldi. Ebrar Sitesi gündemden hiçi düşmedi. Konut sahiplerine cennet vaat eden Seher Hocanın oğlu, meğer cehennemden köşe ayırmış millete. Onlarca canlar gitti, hatıralar, birikimler enkaza altında kalırken, hesap vermesi gerekenler, istifa etmesi beklenenler gıkını çıkartmadı, kimse istifa etmedi ama istifade etmeye devam dediler.

*

Eskiden uçaklarımız gelir giderdi adam gibi. Şimdi kolay olsun diye komşuya iniyor. Hasta mı var, yaşlı mı var, engelli mi var, aldırış eden yok. Parası olanların tuzu kuru, ya olmayanlar. Yağmur yok, kar yok, rüzgâr yok, buna rağmen uçaklar sağlıklı iniş-kalkış sergilemekten uzaklar. Tutturmuşlar bir ILS cihazı. Hay bu cihaz kadar kafanıza taş düşsün!

Lafa gelince Maraş’ın yükü ağır deniliyor, ne siyasetinde lezzet var, ne ticaretinde, ne yerel yönetiminde tat. Hele bir de seçim havasına girdik ki, bıraktık geçimi, seçimi, koltuk öne çıkmaya başladı. Koltuğu nasıl korurum, koltuğa nasıl sıkı sıkı yapışırım, koltuğun kalitesini nasıl olur da artırırım heva ve hevesinde olanlar, Maraş’ı unuttular baba.

‘Sahipsiz şehir Maraş’ diyorlardı ya, bu şehrin sahibi bir milyon 250 bin kişi.

*

Durduk yerde bir ikinci üniversite kurdular. Adını da İstiklal Üniversitesi koydular. Ölmüş tavuk dönerci veya çiğköfteci dükkânı açar gibi üniversite açıldı. Eğitim yok, başarı yok, üstelik de kiracılar gibi geziniyor, şimdi de bir apartman dairesinde eğitim sürdürüyorlar sözüm ona. Daha geçen hafta 2 de bayan rektör yardımcısı atadılar. Sayın Sami Özgül ayrıldı da kurtuldu. Eyvallahsız adamdı Sami Bey. Tahammül edemiyordu baskılara. Biliyorsun, beni de anjiyo eden adamdı. Severim kendisini.

Ama üniversite hayal gibi bir şey. Siyasetçisi, ağır abiler yakınlarını doldurdular, içi boş üniversiteye. Bir de vakit geçirmek, çay-kahve muhabbeti için bulunmaz mekân haline geldi. Siyasetçilere gün doğdu Türkçesi.

*

Depremde Şehir Hastanesi de zarar gördü. Zaten fay hattı altına, su havzası üzerine kurulmuştu. Beyninin içinden fay hattı geçenler ders almamış olacaklar ki, şimdi hemen bitişiğine kadın doğum hastanesi inşa ediyorlar. Birkaç katı yükseldi bile. Ders almışlara mı dersen, yok baba yok…

Şimdi şehir yeniden ihya ve inşa ediliyor. Bu şehir 5-6 sene zor ayağa kalkar!

Ama bakarsan, üstüne vazife olanlar olmayanlar şehri ayağa kaldırmak için yarışa girmişler. Eh yalandan kimse ölmüyor nasıl olsa.

Yalan söyleyeni Ahırdağı’na da kaldırmadıklarına göre…

*

Ilıca yolu sorun olmaya devam ediyor baba. Veysi Kaynak Başbakan Yardımcısı iken viyadükler, tüneller yapılacaktı, yatırım programına alınmıştı üstelik. Ama olmadı, öylece kaldı, bize de hayali haberlerini yapmak düşmüştü. Haberin yok tabi, 8 sene önce bir ev aldım Ilıca’dan. Tabi sen yaşayana kadar görmemiştin Ilıca’yı, o da sahipsiz. Yolu için aha yapıldı, aha yapılacak dediler, milleti kandırdılar. Hastane yapacağız dediler, o bile balon çıktı. Patladı gitti…

Biz kandırılmaya müsaitiz galiba. ‘Müstehak mı?’ dedin, anlamadım, duyamadım, bir daha söyle, bir daha!

*

Ticaret ve Sanayi Odasına yeni başkan seçildi. Rahmetli Mehmet Balduk’tan sonra bir türlü gerçek kimliğine bürünemedi. Şimdiki başkanın adı Mustafa Buluntu. Bakalım diyet borcunu ödeyebilirse, rahat bırakırlarsa sanayicilerin sorunlarına merhem olacak, şehre katma değer katacak!

Maaşları yaklaşık 70 bini bulan milletvekilleri Meclis’e uğramıyormuş. Bizzat sayın Cumhurbaşkanı söyledi. Fırça çekti vekillere. Liderlerinin ve Ankara’nın rüzgarı ile varlıklarını idame ettiren vekiller, çarşı-esnaf ziyareti, gezisi olduğunda sadece Trabzon Bulvarını biliyor olmalılar ki, kenar semtlere gitmeye tenezzül ettikleri yok. Herhalde ayakkabıları çamur oluyor diye korkuyorlar.

Eh, bir ayakkabı boyası 15-20 lira. Haklı adamlar.

Bu şehir çelişkiler şehri baba.

*

Dün genel seçimler yapıldı. Ben bu satırları yazarken kim Cumhurbaşkanı oldu, Kahramanmaraş’tan kimler milletvekili olarak meclise gitti, gidecek, bilmiyorum.

Kim kazanır, kim milletvekili olur, ülkemize ve şehrimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Seçimlere ilişkin analizimi çarşamba günü yine bu sayfada yayınlarım, senin oralarda internet çekiyorsa, okuma zamanın olursa, takip edersen sevinirim.

Aslında yazacak çok şey var da, işi özele indirgemek istemiyorum.

Bir müjde vereyim sana, ki anamla da paylaş, dördüncü kez dede olacağım. Pelin, Mehmet ve Atahan Cihangir’den sonra bir kızımız daha olacak.

Bak, anamla iyi geçin. Çünkü yanında ondan başka kimse yok, demedi deme! Zaten ilerleyen günlerde de bir de canım anama, aslan Hacer’e yazacağım!

Biz uyuyoruz, uyutuyorlar. Hadi, sana da iyi uykular baba!