Whatsapp Görsel 2025 07 31 Saat 15.20.37 889D90D6

DÖŞ CEBİ

Mehmet Yaşar

Bir Er Kişiyi Yâd

İrfan Fethi Gemuhluoğlu, nâm-ı diğer Fethi Ağabey için nice yazılar yazıldı, nice anma toplantıları düzenlendi, nice kitaplar çıktı. O’nun hakkında gerek matbuatta gerekse internet mecrâında birçok bilgi, belge, hatırat vs. bulmak mümkün. Bizim bu naçiz yazıdan muradımız evvelen Fethi Ağabey’e dâir malumatı olmayanlar nezdinde bir işaret taşı bırakmak, bir merhaba etmek; sâniyen de malumu olanlar nezdinde bir tahattura vesile olmaktır.

Gönlü, uçsuz bucaksız bozkırlarda koşan bir tay gibi çatlarcasına aşkî; dili, şol Türkmen Kocası Yunus’un teknesinde yoğrulmuşçasına buram buram hâlis Türkçe kokan Fethi Ağabey, bu dünya gurbetinde kendisine biçilmiş ömrü, adeta Anadolu’ya henüz duhûl etmiş bir Yesevî dervişi heyecanıyla sürmüştür. O’nun hayatı cezbe, vecd ve istiğrakla yanan bir çerağ misalidir. Bir dostluk çerağıdır O. Ve ateşini diğer başka gönülleri tutuşturmak için her daim diri tutmuş, her daim yeni dostluk çıraları tutuşturmanın telaşıyla yaşamıştır.

‘Dostluk Üzerine’ sohbetinden ve hatıralardan anladığımız şudur ki Fethi Ağabey’in gündemi her daim dostluk temellidir. Onun dostluk anlayışının mehazı tasavvuftur. Allah’a ve Resulüne âşık Hakk Dostlarının aşığıdır Fethi Ağabey. Anlattığı dostluk hikayelerinde hep Peygamber-i Ekber Efendimiz ile âl ve ashabı ve evliyâullah hazerâtı vardır. Mükevvenâta dostluğu teklif ederken de hep bu nokta-i nazardan hareket etmektedir. İnsana, eşyaya, bazı mesleklere, tarihe, coğrafyaya, zamana, ağaca, komşuya dostluğu, hep bu anlayıştan yola çıkarak teklif ve tavsiye eder. Bununla birlikte dost olunmaması gereken birtakım unsurları da şöyle sıralar: Her şeye dost olalım, uykuya dost olmayalım. Uykuya düşman mı olalım? Hayır, uykuya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, politikaya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, hırs-ı mal ve hırs-ı câha dost olmayalım. Her şeye dost olalım ve paraya dost olmayalım.

Dönemin birçok aydını gibi Gemuhluoğlu da Osmanlı’da başlayıp Cumhuriyet’e uzanan batılılaşma politikalarından rahatsızdır ve Türkiye’ye yabancılaşmanın sanatla girdiğini düşünür. Özellikle şiir başta olmak üzere edebiyata dolayısıyla da ‘Türkçe’ye duyduğu hassasiyeti meşhur olmakla birlikte tiyatrodan musikiye, hüsn-i hattan sinemaya, gençleri muhakkak bir sanat dalıyla iştigal etmeleri yönünde yüreklendirirdi. "Cebinizde kalan son lirayla simit alıp da karnınızı doyurmayın, gidin onunla bir film yahut bir tiyatro seyredin." sözü meşhurdur.

Fethi Ağabey, hangi görüşü taşırsa taşısın millet ve memleket adına iyi bir iş yaptığını düşündüğü kim varsa; eğer kendinden küçükse yüreklendirir takdir eder, kendinden büyükse teşekkür eder, hürmet gösterir. Sadık Yalsızuçanlar, 2009 yılında derlediği Dostluk Üzerine kitabının önsöz mahiyetindeki yazısında bu durumu çok latif bir şekilde ifade eder: Gemuhluoğlu sadece belli bir kesime seslenmiyor, medeniyetimizi ve geleneksel bilgeliğimizi oluşturan bütün unsurları, yapıları ve kişileri kuşatıyordu. Bu anlamda Yaşar Kemal’den Asaf Halet’e, Bedri Rahmi’den Genco Erkol’a, Cahit Zarifoğlu’ndan Nuri Pakdil’e Neyzen Tevfik’ten Cinuçen Tanrıkorur’a, bu toprakların her kıymetine ayrı bir önem atfediyor, cem düzeyinden sesleniyor, birliyor, derliyor, toparlıyor, toplumu topyekûn bir kalkınmanın, bir dirilişin ve yeniden varoluşun deveranına çekiyordu.

Fethi Ağabey’i bir yazıyla anlatmak ne mümkün. Bahis konusu edecek o kadar çok mevzu var ki… Girişte de ifade ettiğimiz gibi yazıdan muradımız bir merhaba etmektir. Bu münasebetle merhumu sadece birkaç mümeyyiz veçhesinden hareketle yâd ettik. Yoksa Fethi Gemuhluoğlu denilince kalbimize her biri ayrı birer yazıya konu olacak şekilde o kadar çok mevzu düşüyor ki…

Ezcümle Merhum Gemuhluoğlu, resmî ideoloji dâhil bu toprakların mayasıyla nâmütenâsip bütün ideolojilerin Anadolu kumaşını çekiştirip durduğu bir zaman diliminde, Horasan erenlerinin attığı ilk düğümden bu yana bin yıldır nice emeklerle ilmek ilmek dokunmuş olan bu kumaşın örselenmemesi ve Anadolu insanının kendi hüviyetini muhafaza etmesi için mücadele eden mümtaz bir şahsiyet, bir er kişi olarak tarihin hafızasına kazınmıştır. Ruhu şâd, mekanı cennet olsun, âmîn…

ŞEHİR MEKTUPLARI

mehmet raşit küçükkürtül

kütüphaneci olmayan memlekette kütüphane kültürü gelişmez

edem m. yaşar’ı tanır mısınız, bilir misiniz? ben dünya işlerimi de ahiret işlerimi de ona sorarım. fakat şu son yıllarda, evvela bir “iktisadi yalpalama” ile başlayan sonra “iktisadi felfelleme”ye dönecekken birden “iktisadi buhran” kesiliveren ahval sebebiyle midir, nedir edemde bir arayış başladı. köyüne hurma ağaçları dikti, maraş’ı terk edecek oldu, şu oldu bu oldu… kınamıyorum, paramız pul olmuş. öyle debdebeli, masraflı bir hayatımız olmamasına rağmen hepimiz zor duruma düştük. elbette edem de çareler arayacak. fakat şu kalbime gelen şeytan üfürmesi midir, nedir, beni epeyce rahatsız etti: edemle ne zaman karşılaşsak “müdürümün bertiz’deki ceviz ağaçlarına don vurmuş ha! ben tedbirimi aldım, eldekini temkinli yiyorum ha!” kıvamında ikazlar, ikazlar… bir maraşlı cevizden mahrum kalır mı? elbette kalmaz. bunu bildikleri için eldeki cevizlerin tanesini herhalde amerikan doları üzerinden maraş’ın zadegan takımına, kuyumcusuna, şucusuna bucusuna satacaklar. cevizler müdürden, pazarlama edemden… açıkçası inanmak istemiyorum ama iki, üç ay evvel “müdürümün cevizlerine don vurmamış, şo geçenki fırtına da ağaçlara zarar vermemiş” diyen biri şimdi niye böyle ağız değiştirir? [29tem2025salı]

***

maraş’ta “okey salonu” diye bir şeyin pürtleyip gittiğini siz de fark etmişsinizdir. depremden sonra mı sayıları arttı? cuma hutbesi dinleriz, bilmem kaç tane caminin depremden ötürü tadilatı devam etmektedir. berber muharrem’den işitirim, bilmem şu kadar okul 2025’in eylül’ünde faaliyetine başlayacakmış. fakat niyeyse zihnimde kalmamış hiçbiri. kamuda, ilgili bir memuriyette çalışan arkadaşımızın “sadece okey oynatmaya ruhsatlı kırktan fazla salon var, kahvehaneler filan hariç” sözü zihnimde yer etmiş niyeyse. maraş’ta çok eskiden büyük küçük demeden herkes taşlarla oyunlar oynardı, hayatımızda “naylon”un olmadığı zamanlar. dama gibi oyunları oynamanın en kolay yolu taşlardı. hatta gülle oynamak da çocuklara mahsus değildi. yolların kapandığı kış günlerinde herkes fırıldak ökkeş’ten, hamza çavuş’tan köroğlu dinleyecek değil ya, bazısı da dama, gülle oynardı. şimdi herhalde bunların ahfadı okey salonlarını dolduruyor. [28-29tem2025]

***

türkiye’de kitap kültürü vardır ama kütüphane kültürü yoktur. kitap işin ferdî, şahsî tarafını gösterir. kütüphaneler bizim kitaba dair milletçe müştereklerimizi ifade eder. imecesiz, dayanışmasız, teşkilatsız bir kitap kültüründen kütüphane doğamaz. türkiye’de kütüphane kültürü yoktur dedik, maraş’ta hiç yoktur! mesela kayseri’de 1796’de mehmed raşid efendi kütüphanesi kurulmuştur. bu kütüphane bugün, yazma eserler kurumuna bağlı olarak hizmet vermektedir. yine mesela sivas’ta ziyabey kütüphanesi, 1908’de özel kütüphane olarak kurulmuştur. maraş’a geldiğinizde böyle bir teşebbüsün esamisi okunmaz. böyle olduğu için 1960’lardan beri kütüphane konusunda bocalıyoruz, hatalar yapıyoruz. necip fazıl kısakürek kültür merkezi yıkılacak, yerine il halk kütüphanesi yapılacakmış. güzel haber değil mi? benim gibiler için korkulacak haber! “hep şikayet mi edeceksin birader, hani bunun şifası?” diyeceksiniz. 2019 - 2024 döneminin büyükşehir belediye başkanı hayrettin güngör’e bir çay ocağında denk gelmiştim. dert dinliyordu. bana “belediyemizin kütüphanelerinde iki yüzden fazla çalışan var ama içlerinde kütüphanecilik eğitimi almış kimse yok!” demişti. benim de niyeyse o anda aklıma “kütüphane kültürü, kütüphaneciyle gelir. kitaba ve insana değer verilmeyen bu memlekette, siz bilal horasan’dan istifade etmesini bilin” demek gelmedi. [29tem2025salı]

Enver Çapar

Bizim Ökkeş

Eskiden Maraş ve Antep’te Ökkeş ismi yaygın olarak kullanılırdı. Malum olduğu üzere, Ökkeş ismi meşhur sahabi Ukkaşe hazretlerinden geliyor. Ukkaşe Türkçeleşince Ökkeş olmuş. Peygamberimiz, çocuklarınıza güzel isim koyun demiş. Biz genelde bir Türk büyüğünün, atamızın, anamızın ismini koyarız çocuklarımıza. Türkler İslamiyet’le şereflendikten sonra sahabi isimleri ve Kur’an’da geçen peygamber isimleri de sıkça ad olarak verilmiş çocuklara. Tabii Kur’an’daki her kelimeyi ad olarak vermemek lazım. Mesela “Aleyna” kelimesi bunlardan biri, üzerine demek. “Üzerine” ismi pek uygun bir ad değildir. Peygamberimiz ölçüyü koymuş güzel isim olsun demiş. Kur’an’dan olacak dememiş.

Modernizm bizi o kadar kendimizden ve kültürümüzden koparmış ki bugün anlamsız garip isimler moda iken bir kahramana bir sahabiye dayandırılan isimler hor görülüyor. Halkın baskısıyla ve medyada sunulan sahte hayata özentiyle anne babalar eski isimleri çocuklarına veremez oldular. Ökkeş de o isimlerden biri. Artık pek kullanılmaz oldu. Bilindiği üzere Ukkaşe hazretlerinin makam türbesi Gaziantep’in Nurdağı ilçesi Durmuşlar köyündedir. Burası Maraş’a da oldukça yakın bir yerdir. Bu yörenin insanları sık sık bu türbeyi ziyaret eder, adaklar adar, kurban keser, orada dualar ederler. Bu ismin böyle bir hikayesi vardır. İsimlerin verilen üzerinde tesiri olduğu da bilinir. O yüzden güzel isimler verilir çocuklara. Adı sahibine çekmiş derlerdi eskiden. Yani çocuktaki bazı davranışların ve meziyetlerinin ismi verilen kişiden ona sirayet ettiğine inanılırdı. Şimdilerde bunlar hiç konuşulmuyor.

Ökkeş isminin Maraş’ta çok kullanılması ve adeta Maraş’la özdeşleşmesi beraberinde birtakım hikayelerin ve fıkraların doğmasına sebep olmuş. Bir nevi tescillenmiş bu isim böyle anlatımlarla. Hatırladığım kadarıyla biri şöyleydi: Bir gün polis Maraş’ta bir yolcu minibüsünü durdurmuş. Adı Ökkeş olanlar aşağı insin demiş. Minibüste yaklaşık sekiz on kişi varmış ve hepsi aşağı inmiş. Bir kişi kalmış içerde. Polis: Oğlum senin adın ne demiş. O da Hacı Ökkeş efendim demiş.

Bir diğeri de şöyle: Maraş’ta bir mahallede adamın biri evden dışarı çıkmış ve sokakta oynayan çocuklardan birine seslenmiş: Oğlum Ökkeş, bizim Ökkeş’i gördün mü? Çocuk: Ökkeş emmi, sizin Ökkeş bizim Ökkeş, dayımgilin Ökkeş, az önce Ökkeş emmigile doğru gittiler “demiş. Her ne kadar Antepliler Ökkeş ismine sahip çıksa da görüldüğü üzere Ökkeş ismi Maraş’a mâl olmuştur artık.

Gelelim bizim Ökkeş’e. Bizim Ökkeş nevi şahsına münhasır biridir. Sessiz sakin durur ama yeri gelince söze girer ve eleştirisini yapar. Ökkeş dükkâna (Tyb Maraş Şubesi) kısa kollu tişörtle geldiği zaman biz kışın geldiğini anlardık. Bu havada nasıl üşümüyor ve hasta olmuyor hayret ederdik. Zalım bir oğlan bizim Ökkeş. Elinden her iş gelir. Son derece maharetli biridir. Keçi çobanlığı da yapar uçak da. Tusaş’ta mühendistir kendisi. Uçak yapıyor. Yaptığı işi anlatırken de sanki basit bir tornavidayla vida takıyor sanırsınız. Övünmeyi sevmez Ökkeş. Arkadaşları yüksek maaş için yurt dışına gitmiş olsa da o, vatana vefa borcu olarak burada kalmayı tercih etmiştir. Büyükşehir şartlarında aldığı maaşla kıt kanaat geçinse de halinden şikâyet etmez. Beni okutan devletime, anne babama burada hizmet edeceğim der. Ökkeş gibi çalışkan, becerikli vatanperver insanların kıymetinin bilinmesi lazım. Kolay yetişmiyor bu insanlar. Türkiye’nin göz bebeği bir kurumda ülkenin bekası açısından çok önemli projelerin yürütülmesinde çalışanların birtakım ayrıcalıkları olmalı. Onların fedakarlıkları karşılıksız kalmamalıdır. Ekonomik sıkıntılar bahane edilerek burada çalışanların ücretlerinden tasarruf yapılmamalıdır. Çünkü bu kurumun bir muadili yoktur. Ve ülke için stratejik bir yerdir. Ökkeş içli biridir. Duygusaldır. Dışarıya pek yansıtmasa da iç dünyasında kim bilir hangi yangınlar, depremler olmaktadır. Ökkeş eskiden az da olsa şiir yazardı. İyi şiir yazardı. Yeni uçakların yanında yeni şiirler de bekliyoruz Ökkeş’ten.

Nezir Kumlay

Nazîre

“Yine tövbe evimi aşk harap etmededir”

Nizâmî-i Gencevî

Aşka tövbe olur mu, yürek de harap olsun?

Tutuşup yanan yürek aşkta özünü bulsun,

Can yanar cananına sözünü hakikat bil,

Yürekten bundan başka yüreğe yoktur sebil.

Tövbe kıl günahlardan, yol alıp dön rabbine,

Lakin aşkta tövbe yok, vasıl ol habibine,

Yürek kimin yanında aramsa ona gider,

Sen istersin cananı, canan canına gider.

Sevgili bilmez ise seveninin kalbini,

Arar başka yerlerde çeker yârin celbini.

Ne kadar yorulsan da aşk yolunca incinme,

Sevilmez isen dahi sen kârlısın gam yeme.

Esip dağıtma o zülfünü yârin, ey nesim

Dağılan zülfe feda kesilse de nefesim.

Ufuk Türk

Yazgı

Göğünden düşmez mi bir damla

Gönlümün çöl olmuş köşelerine

Vurmaz mı muştalı ellerin canımın son teline

Şahidi olsun kanayan yaralarım, günahlarımın

Ki yokluğuna basılmış birer mühür yaralarım.

Kalbimin üstüne uğrayan her yol

Yük oldu yanıma yöreme.

İmtihanlar besledim, çığ gibi ateşler

Ellerim kurak, yine yandım kendi külüme.

İçimde biriken kara leke, sürülünce aşka

Bembeyaz sabahlar getirecektim oysa

Şimdi her taraf güvercin ölüleri

Kalbim ve ben şimdi, unutulmuş bir mezar yeri.

Ağzım dolu ağu, vurulmuş bir tay gibi

Alnımın tam ortasından.

Ölüm, tarlamdaki en yabani otların hasadı

Ölmesem eğer ben toplayacaktım

Göğe asılı fotoğrafları.

Çocukluğum, sağanak sağanak gün batımına

Bir de akşam karanlığında acıların

Süzgecinden geçerek elek elek

Koşuyor aşkının ve yazgısının ardına.

Yüzüm en deli ırmakların mevsimi artık

Ortasında durur ışık ışık gözlerin

Gözlerin orta çağ mabetlerinin heyulası

Sen, yüreğime inen perdelerin kaçıncı boyutusun

Söyle gözüme çekilen millerin hangi çeliği.

Garbi Yeli’ne sizden de bir esinti gelsin isterseniz, buyurun:

[email protected]


Sayfa Yönetmeni: Mehmet Yaşar

Sayfa Editörü: Ufuk Türk

Sayı:7

Her hafta Cuma günü yayımlanır.