Bu çağda özellikle son yıllarda anne baba olmak gerçekten çok zor. Eğitim camiasında yıllarca görev yapmış bir öğretmen olarak ben bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Kendi halinde yaşayıp giden bir vatandaşın farkına bile varamadığı, masum görünümlü çok fazla tehlike mevcut, çağın olağan akışı içinde. Çünkü internet evin duvarlarını aştı, çocuğumuzun odasına sızdı. Ben bunu dert edinen, ülkemin çocuklarını ve gençlerini önemseyen bir eğitimci yazar olarak konuyla ilgili araştırıyor, kafa yoruyorum. Bunu gönüllü olarak, milletim, ülkem için yapıyorum. Bazen bu kadar da olmaz dediğim neler görüyorum bir bilseniz. Araştırdığım zaman, masum gibi görünen bir şeyin altında çok ciddi tehlikeler gizli olduğunu görüyorum. Dünyada bizim kültürümüz kadar erdemli ve hala kendini korumaya çalışan ender kültür var.   Bunu birçok dünya ülkesi görüp, gözlemleme imkanı bulduğum için gayet emin söylüyorum. O imrenilen batı ülkeleri bizim kültürümüze sahip olabilmek için emin olun o maddi güçlerini vermeyi göze alırlar. O yüzden elimizde kalan kültürel değerlerimize sahip çıkalım. Bazı maddi şeylerden daha önemlidir bizim kadim değerlerimiz. Maddi güç elde edilir ama binlerce yılın emeği olan kültür asla yeniden elde edilemez. Sahip olduklarımıza sahip çıkalım hem de acilen. Kapitalistler, bizim gibi toplumları geleneklerinden ne kadar koparabilirse, kendi sahasına daha çok dahil edebilir. Kendi kadim kültürel kodlarımızı koruyamadığımız zaman bu tip istilalara açık hale geliyoruz.

        Son yıllarda özellikle 10 ila 18 arası gençler arasında ülkemizde de çok popüler olan Kore müziği K pop, müzik saflığını ve sanatı kullanarak ciddi bir deformasyona, özellikle cinsiyetsizleştirme, akışkan cinselliği sinsice çocukların bilinç altına yerleştirmekte. Bunu fonlayan güçleri tahmin edebilirsiniz.  Peki nedir bu K-pop, Kore yer altı ve yer üstü zenginlikleri olmayan bir ülke olduğundan çareyi teknolojik aletler ve sanatsal ürünler üreterek ve   satarak zengin olmaya çalıştı doğrusu başardı. Son 30 yılda teknolojik alanda çıkışıyla ve ardından K pop gibi müzik , sanat, sinema  , popüler kültürünü dünyaya satarak  ciddi bir piyasa edindi kendine. Akıllıca bir politika. K pop dünyada ve ülkemizde çocukların en çok dinlediği, popüler müzik gruplarıdır. Gruplara baktığınızda çocuk yaşta, kız mı erkek mi olduklarını giyim ve duruşlarından zor anlayacağınız tipler. Yani cinsiyetsiz ya da akışkan cinsiyet dediğimiz tipler. Kızlar da aynı şekilde. Bu piyasayı yani bu müzik gruplarını Güney Kore nasıl ekonomik proje olarak üretti asıl ona bakalım.

          K-Pop’a dair hiçbir şey organik değil. Bu piyasa tamamen devletin eliyle kurulmuş ve işletilen plak şirketlerinin kontrolünde. Seçmeler yoluyla çocuk yaşlarda keşfedilen gençler, “köle kontratı” adı verilen katı sözleşmelerle şirkete bağlandıktan sonra günde 18 saati bulan ses, dans, oyunculuk ve hitabet eğitimlerinden geçiyorlar. Yeterince piştiklerine kanaat getirildiğinde aralarında eleniyorlar.  Elemeden geçenler bildiğiniz bir hapis hayatı yaşıyor. Bu çocuklar  sosyal hayata karışamıyor ,  ileride evlenmeleri  yasak, ailelerinden kopuklar, sadece müzik ve turneler var hayatlarında. Bir miktar uyuşturucu kullanmak zorundalar çünkü sahnede baygın bakmaları gerekiyor. Her birinin önceden tasarlanmış bir rolü var, özellikle fanlarına karşı böyle şirin görünmeleri hedefleniyor. Romantik, serseri, asi, aykırı, süslü vs. roller yani.  K-Pop yıldızlarının önemli bir bölümü, eğitim sürecindeki haksız rekabet, akran zorbalığı, şiddet ve diğer olumsuzluklardan ötürü psikolojik sorunlarla boğuşuyor. Milyon dolarlar kazanıyorlar ama bu para kendilerine verilmiyor. Son zamanlarda aralarında intihar edenlerle gündeme geldi bu gruplar. Psikolojik tedavi gördükleri de biliniyor.

      

           Güney Kore dizileri, K-Pop konserleri, K-Pop yapan şarkıcıları sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada “Hallyu” adı verilen bir akım oluşturdu. Müthiş bir piyasa ve milyon dolarlar akıyor. TRT’nin de başlıca dizileri arasında geliyordu Kore dizileri.

              Aslında bizim değerler sistemimizin gençlere ulaşmakta yetersiz kaldığı boşlukta, bu akımların fırsat bulduğu söylenebilir. Biz gençlerimizin sanat, eğlence, popüler kültüre dair ihtiyaçlarına cevap veremezsek, biri gelir o boşluğu istediği gibi doldurur. Aileler uyanık olmalı ama devlet ve eğitim kurumları da bu konuya eğilmeli, araştırmalı, gençleri uyarmalı. Bunun da en kestirme yolu medya okur yazarlığı okullarda daha yaygın verilmeli. Milli eğitim müdürlüklerinde ar-ge biriminde bununla ilgili araştırma birimi kurulmalı diye düşünüyorum. Yapacak çok şey var ama maalesef bizim kurumsal işleyişimiz kendini hızlı yenileyemiyor. Başımıza çok kötü bir şey geldiğinde harekete geçiliyor, o zaman da iş işten geçmiş oluyor.

Hoşça kalın dostça kalın