Şu an bu yazımı okuyan kıymetli insan, yalnız değilsin , emin ol ki son birkaç yıldır hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Kimimiz maddi imkansızlıklarla kimimiz bu imkansızlıkların ve buna bağlı bir çok sosyal ve kültürel bozulmanın sebep olduğu sorunlarla savaşıyoruz. Son altı ay bunu hızlandırdı, gençler umutsuz, orta yaştakiler çocuklarının geleceğinden endişeli , çocuklarının ana babalarının imkanlarına bile sahip olamayacağını görüyorlar.Yani, bir ev bir araba alabilecek imkanı bulanlar veya boğaz tokluğuna çalıştıkları işleri olanlar bile artık bu imkanın çocuklarında olamayacağından eminler. Endişelerinde son derece de haklılar. Tuzu kuru olanlar bana ne bundan diyebilir, unutmayın aynı gemideyiz. Gemi bir yerden delindi ve su alıyor. Toplumsal çözülme maddi sebeplere bağlıysa önüne geçilmez bir çığ olur. Şu an o çığ bir yerlerden koptu ve her gün hızla yol alıyor. Herkes farkında , halk yukarıdan medet umuyor, yukarısı çeşitli bahanelerle , savaş var, dünya krizde gibi söylemlerle oyalama derdinde. Oyalayabilir mi , bir noktaya gelindiğinde bu da fayda etmez. Artık vatandaş geçici çözümlerle yangının sönmeyeceğini biliyor.
Beyin fırtınası yaparken aklıma gelen , 1950 yılında Güney Kore'yi kurtarmak için binlerce asker göndermiştik. Kurtardık da , ne var bunda diyeceksiniz. Taş üstünde taş bırakmadıkları o ülke bugün, nominal olarak dünyanın satın alma gücü paritesi bakımından 13. Büyük ekonomisi olup, Asya nın 4. Büyük ekonomisidir. Biz de maşallah ne çok ülke kurtarmışız da bir kendimize faydamız olmamış. Mahallenin bıçkın delikanlısı gibiyiz, başı sıkışanı kurtarmışız. Sonra o delikanlının evinde, çocukları biz açız diye bağırmaya başlamış, delikanlı kulağını eve kapattığı için duymuyor. O, dışarıda alkışlarla meşgulmüş. Bu da bir hikaye olsun , hani çocuklar uyurken anneleri anlık hikaye uydururlar ya baş uçlarında , öyle işte. Gülümsemeye ihtiyacınız olduğunu biliyorum, benim de öyle.
Halk hızla kapıya gelen fakirlikten kafayı yedi. Fakirlik evet , geçim sıkıntısı çekmeyen kaç kişi kaldı. Adam gibi tatil yapmayı bırakın, benzin parasını kaygı eden aileler yakın bir parka, tabiat alanına gidemiyor. Gitse mangal yakacak , çocuğunu o gün mutlu edecek masrafı şöyle bir düşünürseniz iki bin lira .Sosyalleşmenin en basit pikniği bile bazı kesim için artık imkansız . İnsanlar rahatlamak için sosyal bir aktivite yapamaz durumda, tiyatro , sinema, konser vs demiyorum , doğaya çıkmanın bile bedeli iki bin lira. Evlere tıkılan insanlar depresyonla mücadele ediyor, ekonomik yoksunluk aile içi şiddeti , boşanmaları, cinayetleri , sokak kavgalarını , intiharları tetikliyor. Çok konuşanı da zaten paylıyorlar, çok da konuşmak istemiyorum. Siz benim burada yazdıklarımdan daha fazlasını yaşayarak zaten biliyorsunuz.
Ne olacak derseniz, ben derim ki bu sadece bir fragman . Böyle giderse zaman içinde bu saydığım olumsuzluklar hızla artacak. Ben gençlerle konuşurken daha büyük karamsarlığa kapılıyorum. Onların gözlerinde biten hayat enerjisini görmek , gelecek kaygısını duymak yüreğimi sızlatıyor.
Tarım ülkesiyiz , topraklarımız hiçbir ülkenin olmadığı kadar bereketli ama biz tahılı başka ülkelerden alıyoruz. İsrail de toprak yok, topraksız tarım yaparak bize ürün satıyor bu da içimde kalmasın söylemek istedim. Dedim ya bugün bir beyin fırtınası yapıyorum, bunu da sizinle paylaşıyorum. Siz benden daha iyi biliyorsunuz, buraya ekleyin lütfen. Bu arada kitap okumayı heveslendirmek adına artık hiçbir şey yapamıyorum. Eskiden bunun için bir dernek kurmuştum, sayısız etkinlik ve projelerle bayağı da yol kat etmiştik. Çok entelektüel kazandırmıştık şehre. Şimdi bu hevesimiz de kalmadı, çünkü 100 sayfalık bir kitap elli lira , kağıt dolarla geliyor , durum malum. Okuma, sosyalleşme , sanatla uğraşma, karnını doyur ama öyle abartma , hayatta kalacak kadar. Zaten protein , vitamin falan filan sana lazım değil. Beynin çalışırsa seninle baş edemeyiz. Ot gibi , öyle yaşa , ben ne dersem onu yap. Beyin fırtınası işte. Hoşça kalın dostça kalın. Şuraya ben bir şiirimi iliştireyim meraklıları okur belki.
GİDEMEM
Sorma beni, bugünlerde iyi değilim
İnce bir sızı vurur kıyılarıma
Her yanımda bir hançer
Ilık ılık kanar, kabuk bağlamış tüm yaralar
Gidesim gelir, tutar beni bu şehir gidemem
Sokak başında taze ekmek kokusu
Şen çocuk kahkahaları kol kola
Papatya kokulu bir yel okşar saçlarımı
Anılarımı koyar önüme
Bağlar beni yüreğimden, gidemem
Sol yanıma sevda düşer, yol tüter gözümde
Sensizliğe sarılır, senli günlere ağlarım
Durdurur, yutar beni bu şehir, gidemem
Yol ortasında bir mezar
Aklımın darağacında taze ölüyüm
Zindan gecelerin ıssız sokaklarında
Dibe çeker beni masum hüzünler
Sessizce yutar beni bu şehir, gidemem