Ünlü yazar Arthur Conan Doyle, kendisinden daha ünlü roman kahramanı Sherlock Holmes’e şöyle dediği bilinir; “Bir şeyi saklamanın en iyi yolu, onu herkesin görebileceği bir yere koymaktır!”

Çağımızın her ne kadar dijital çağ ise de, bir başka özelliği de başarının yolunun şeffaf olmaktan geçtiği gerçeğini kimse saklayamıyor.

Evet, mızrak çuvala sığmıyor, güneş balçıkla sıvanmıyor.

Ne alaka diyeceksiniz de, Albert Camus’un; “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın!” cümlesi altında yatan gerçeği çok iyi tahlil etmenizi öneririm.

Örneğin rahmetli Gaffar Okkan’ın, Sinan Ateş’i getirin gözünüzün önüne!

*

Ve sizler, kadim şehir diye nitelendirdiğimiz, rengiyle, ruhuyla, doku ve kokusu ile bilinen Kahramanmaraş’ı tanımak istiyorsanız, bu şehre gelip birkaç gün yaşamanız lazım. Başkalarının nasıl öldüğüne bakmanıza gerek yok! Ölene ‘Allah rahmet eylesin!’ der çıkarsınız da, kalanlarına başsağlığı dilemken başka bir şey gelmez elinizden!

Gelip gördüğünüzde, kooperatif seçimlerinde (yakın zamanda yaşadık bir esnaf kredi kooop. seçimi idi) hakkın, hukukun nasıl çiğnendiğine, demokrasinin nasıl katledildiğine, ölülerin bile seçimde oy kullandığına, üye olmayan bacak kadar çocukların salona alındığına, üye olmadığı halde, bindirilmiş kalabalıklarla yüzlerce insanı otobüslerle şehre taşındığına, hazirun listesinde isimlerin karşısındaki TC numaralarının bile insana inandırıcı gelmediğini, seçimi kazandığını zannedenlerin kooperatifi babalarının çiftliği gibi yönettiğine, kooperatifi geçim kapısı gibi kullandıklarına şahit olacaktınız.

*

14 Mayıs’ta seçime gidiyoruz.

Size Murathan Gökkaya’dan birkaç cümle etmek istiyorum. Merhum Hacı Duran Gökkaya’nın (Allah rahmet eylesin!) donanımlı, bölgesinin sorunlarına duyarlı kıymetli oğlu. Hatırlayın, Kızılcık mahallesinin su sorunu sebebiyle geçen yıl çırpınınca, bu meselede yüreğini ortaya koyunca, ‘Acaba Göksun Belediye Başkanlığına mı soyunacak!’ yakıştırmaları kadar, milletvekili olacağına, çabasının buna dair kanaatler, yorumlar alıp başını gitmişti.

Üzerine üzerine gittiler. Ama o yürekli adam, tavizsiz tavırları ve cesareti ile hepsine göğüs gerdi. Kızılcık’ın su sorunu çözüldü mü, çözülmedi mi bilemem de, sevgili Murathan’ın verdiği mücadele uzun süre gündemden düşmedi.

Geçenlerde sayfasında bir paylaşımda bulundu; “Bu dönem sıkça milletvekilliği seçiminde aday adayı mısın sorusunu alıyorum. DEĞİLİM! Neden biliyor musunuz, geçen dönem halkıma hizmet etmek gayesiyle aday olmak için elimden gelen gayreti gösterdim, lakin aday adayı olduğumda aday olma kriterlerini bir türlü anlayamadım. Kurallarını anlamadığım bir yarışa girmem. O yüzden aday adayı DEĞİLİM! Halkıma hizmet etmenin yolu neyse, ben ADAYIM, ama kesinlikle aday adayı değilim!” demişti ama daha önce yargısız infazda bulundular, darağacına çektiler neredeyse. 

Ben de bu paylaşımını canlı yayında dile getirdim. Oysa gençti, donanımlı ve vizyoner insandı. Herkes gibi onun da hizmet etme hakkı vardı ve bu hak da kimsenin tekmelinde değildi, olamazdı da.

Demem o ki, bizde bir adım öne çıkan hemen tırpanlanıyor, önüne barikatlar konuluyor, yoluna mayın döşeniyor.

Biz bu muyuz, bize yakışan bu mu olmalıydı?

*

Son günlerde emek ve marka hırsızlığı çok konuşuluyor, tartışılıyor. Bir ‘altın külah’tır gidiyor. Kim haklı, kim haksız, mesele yargıya intikal ettiği için isimler ve mesele hakkında yorumu başka güne bırakarak, kesin olan şu ki, bizim camiada emek hırsızlığı zirvede.

Emek verenlere saygı duymuyoruz. Büyük-küçük bilenmemesi artık bir tarafa da, emeğin kutsallığını idrak edemeyen, idrak yolları arızalı irfan yoksunları, şimdi de marka hırsızlığını ticarete çevirme çabasındalar.

Daha önce de yazdım, dondurmanın başkentiyiz ama dondurmanın yan ürünü olana külah Mersin’den geliyor. Üretmediğimiz, imal etmediğimiz külahı altın suyuna batırıp ödül adı altında plaketleri paraya çevirme çabası tepkilere neden oldu.

Bakalım, festivalini bile yapamadığımız dondurmanın külahını kime anlatacağız!

Meseleye dair bir fıkra…

Kadı efendi cezaevinde koğuş teftişinde, mahkûmlara sıradan soruyor; “Neden buradasın!”

Cevap; “Masumum Kadı efendi, iftira…”

Ve sıranın sonuna kadar hiçbir mahkûm işlediği suçu kabul etmiyor, iftiraya uğradıklarını iddia ediyorlar. Kadı efendi, bu kez en sondakine dönüyor; “Tabi sen de masumsun, sana da iftira atıldı.”

Mahkum; “Yok be Kadı efendi. Bende her türlü melanet var. İşlediğim suçların sayısını unuttum, iftira falan diyemem!” cevabını veriyor.

Kadı Efendi başgardiyana dönüyor; “Çıkarın bunu buradan da tertemiz  ümmetin ahlakını bozmasın!” diyor.

Bu şehirde kimse masum değil! İsmi Masum olsa bile!