Şimdi kalkıp böyle bir iddiayı gündeme getirsem, bütün milleti karşımda bulacağıma adım gibi eminim.

Çünkü, bu şehirde herkes kahraman, herkes abi, herkes akil insan, herkes kanaat önderi olunca, bizim yazdıklarımız havada kalıyor, suya imza atmışa dönüyor.

Katılır veya katılmazsınız, o sizin bileceğiniz iş, bu görüşte olan bir arkadaşımız, sizlerin de tanıdığı, üst düzey bir bürokrat. İsmini vermiyorum. Canlı yayında bile söyledik, yazmakta da beis görmedim, lakin bu şehirde dedim ya herkes kahraman olunca, herkes de kendi kafasına göre iş yapmayı kanaat önderi yerine koyuyor.

Koyduğunu zannediyor aslında!

*

Özellikle kendini akil insan yerine koyanlar, özellikle kendini kanaat önderi ya da abi yerine koyanlar, ‘Biz ne dersek doğrudur, bizim sözümüz senettir, biz ne söylesek yalanla alakası olmaz!’ deyip bizi salak yerine koyduklarında, icraatlara bakıyorsun, söylemlerinin havada kaldığını gördükçe de, içinden buğuz ediyorsun.

Boş havuza atlamak gibi…

Başka ne varsa yazamayıp, söyleyemeyip de içinde kalan, dışarı atıyorsun bir çırpıda. ‘Oh be!’ deyip, rahatlıyorsun!

Söylemiş… Sanki tövbe ya Rabbi, ayet-el kürsi sanki.

*

Söz verirler yapmazlar! Yapıyormuş gibi davranıp kendilerini iyilik meleği yerine koyarlar, isimlerinin başına da ‘hayırsever’ kelimesi kondururlar, Pollyanna’cılık oynayıp masumiyet karinesine soyunurlar.

Sanki padişahın püsküllü oğlanları, sanki padişahın püsküllü kızları.

Eleştirenlere kızmayı, çokbilmişler gibi gazetecilere bile ayar, gazetecilik dersi vermeye kalkışırlar, nefret diliyle sağda solda konuşmayı marifet sayarlar, çemkirdikleri yetmiyormuş gibi, seni ekmeğinden etmek için linçe kalkışırlar.

Ha, içimizde öyle dingiller yok mu, sürüsüne bereket! Ağzından çıkanı kulağı duymayan, mesleği icra ettiğini zanneden çapsızlara zaten muhatapları gereken ayarı, dersi veriyor da, gerçek olan şu ki, bu zamanda doğru adama yer yok!

*

Yağla, balla, senden iyisi yok. Canım de, cicim de, aslanım de, koçum de, yiğidim de, senden büyüğü yok bu alemde!

Kralsın, eşin menendin bulunmaz!

Ne zamanki beyninden fay hattı geçenleri ürküttün, ne zaman ki boş havuza atlayıp yüzme öğrenmeye çalışanları didikledin, ne zaman ki fincancı katırlarını ürküttün, ne zaman ki kral çıplak dedin, ne zaman ki damarlarına bastın, ne zaman ki ‘Yanlış yoldasınız, bu şehre bir çivi bile çakmadınız, yaptığınız iki kuruşluk hayır ve hasenadların reklamı peşine düştünüz!’ dedin, ertesi günü kendini darağacında buluyorsun!

Diğer ardıyla yargısız infaz!

*

Kanaat önderi bir bilendir. Hem şehri, hem bağlı olduğu sektörü ve ülkesine olan duyarlılığı…

Kanaat önderi dediğimiz zat-ı muhterem ombudsmandır. Aklına, bilgisine, donanımına itibar edilen, karakterinde sorun yaşanılmamış, güvenilen, danışılan…

Sözüne güvenilir, sözü senet yerine geçen, ticari ve toplumsal itibarı yüksek, siyaset kadar bürokrasiyi ve yerel yönetimleri bilir, şehrin hafızasıdır.

Barışçıl yolu bilen, uzlaşmacılık tarafı ağır basan, mesleği ne olursa olsun, dürüst, ciddi, şehrinin sorunlarına vakıf, yüreğinde biriktirdiği insan sevgisi ile yaşamayı ilke edinmiş, bütün renkleri bir masa üstünde tutabilen, ayrıştıran-bölen değil, uzlaşmacı, toparlayıcı, belirleyici özelliği olan kişidir kanaat önderi.

Adı Önder olsa ne yazar!

*

Yazının başlığına gelecek olursam, topu taca atmıyorum, yer kalmadı. Çarşamba günkü uzun yazıma eleştiriler geldi, ‘Çok uzun yazıyorsun, okurken sıkıyorsun insanları, biraz kısa yaz, öz yaz!’ diyen dostları, okurları kırmamak adına bu meseleye ilişkin düşüncelerimi, yorumlarımı başka güne bıraktım, erteledim.