Adı Çilem KARABULUT… Kocasını uyurken, sekiz kurşun ile öldüren kadın. Hatırlarsınız, bu günlerde sürekli televizyonlarda, gazetelerde. Mahkemeye geliş gidişlerde basına zafer işaretleri yapan, “birazda erkekler ölsün, hep kadınlar mı ölecek” diye beyanlarda bulunan kadın.
O kadın geçen gün tahliye oldu... Önce on beş yıl hapis cezası, ardından karar Yargıtay’ca onanıncaya kadar elli bin lira kefalet karşılığına serbest bırakıldı. Artık aramızda.
Ankara, İstanbul, Adana ve bilumum şehirlerde bu karar sevinçle karşılandı. Halaylar çekildi. Kutlamalar yapıldı. Cezaevi çıkışı ana baba günüydü. Coşkuyla adeta bir kahraman gibi karşılandı. Feminist örgütler Çilem KARABULUT’u kahraman ilan etti. İdol haline getirdi. Basınımız medyamız olaya fazlası ile yer verdi. Ana haber bültenlerine çıkarıldı. Konuşmalar yaptı. Bundan sonra kendisini kadın haklarına adayacağını, dernek kuracağını beyan etti.
Bizler, toplumumuz bu konuda ne düşündü, olayı nasıl algıladı. Nasıl bir hali ruhiyete büründü bilmem ya, ben şaşkınlıkla izledim. Deyim yerinde ise küçük dilimi yuttum.
Bir insan. Kadın yada erkek demiyorum, bir insan. Başka bir insanı öldürmüş. Yatağında, sekiz kurşunla, mahkemeye geliş gidişlerinde basına zafer işaretlerinde bulunmuş. Bunla ilgili üzerinde yazı yazan o ünlü beyaz tişörtünü giymiş. “Birazda erkekler ölsün, hep kadınlar mı ölecek” diye kin, nefretini ortaya koymuş.
Toplumsal cinsiyet ayrışımını boş verin. Bir insan öldürmüş. Bir katil. Her gün televizyonlarımızda kahraman edası ile boy gösteriyor.
“Ben onu öldürmesem o beni öldürecekti” Erkeğin elinden silahı nasıl aldın?
“Elindeki silahı kaptım ben ateş ettim.” Peki neden sekiz kurşun?
“Sürekli bana işkence yapıyordu, uzaklaştırma kararı vardı” Peki neden aynı evde, aynı yatak odasındasınız?
Olay şeyle oldu, böyle oldu. Şahit; olayın maktulü ve katili. Başka şahit yok. Maktulün mezarından çıkıp “hayır öyle olmadı, böyle oldu deme şansı var mı? Biz tüm olayın ayrıntısını katilin dilinden dinliyoruz. Kadın hareketleri, feminist eylemlerin baskısı altında katil artık aramızda.
Ha, bu arada kendisinin Özgecan’ın memleketi Mersin Cezaevinden tahliye olmasını Tanrı’nın bir lütfu olarak değerlendirdi. Yaşadıkları ile Özgecan’ın yaşadıkları arasında bağ kurdu. Oysa Özgecan canını vermek pahasına namusunu koruyan maktül. Çilem Karabulut bir katil.
Doğru neydi? Doğru ile yanlış bu kadar mı karışırdı birbirine, akıl tutulması mı yaşadıklarımız.
Peki bundan sonra… Cinayetler cinsiyet sırasına mı girdi? Sıra erkeklerde mi? Biraz da erkekler mi ölmeli?