Klavyenin başına geçen ya da cep telefonunu elinden düşürmeyenler, yaşanan asrın felaketi sebebiyle eleştiri noktasında çok acımasız davranıyor. İsim vererek, vermeyerek ya da feyk hesaplar üzerinden kurumları, yerel yönetimleri, firma-markaları, sivil toplum kuruluşlarını ve hatta bizler basın mensuplarını itibarsızlaştırmak için adeta yarış içinde insanlar.

Bizde, İstiklal Marşı şairi merhum Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi, gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövenlerin sayısı şu süreçte o kadar arttı ki, bazıları demiyorum çoğu belden aşağı vurmaya, linç girişimine kadar uzanan çizgide insaf ve merhamet duygusunu bir kenara bıraktı, ‘vur abalıya!’ misali eleştirirken ölçüyü de kaçırdı. Ismarlama haberler ve şişirmeler yanında, yalanlar, iddialar, iftiralar gırla giderken.

Hakarete değil, mahkeme kapısına sürükleyecek kadar.

*

İnsanların acısı var. Haa, Maraş’ın yükü ağır mı, ağır! Bu yükü kaldırmak, enkazı temizlemek, yeniden hayata dönme noktasında elbirliği içinde olmak ve şehri yeniden kurmak, yeniden inşa etmek varken, işin kolayına kaçıp sadece bu şehre değil, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya mal olmuş, dünya markası haline gelmiş firmalar da hedef tahtasına oturtuldu.

Örnek MADO…

Gelen vurdu, giden vurdu. Neymiş, depremzedelere bir damla su vermemiş, bırakmamış. Diğer markalar, firmalar, fabrikalar, işletmeler de var ama en çok hedef tahtasına konulan MADO olduğu için yazıya konu ettim.

Peki eleştirirken şöyle bir düşündük mü; ‘MADO su dağıtmadıysa, bunun mutlaka bir sebebi vardır!’

Sorduk mu; ‘Ey MADO, senin de acıların var, işyerlerin gitti, çalışanların hayatını kaybetti. Tekir’deki su şişeleme işletmende hasar, zarar var mı?’

Hayır, sormadık, sorgulamadık. Bir damla suda fırtına kopardık sadece. Gidin bakın harabeye dönen YAŞAR PASTANESİ’ne, başka şehirlerin, firmaların suyunu içiyor, dağıtıyor.

*

Merkezdeki 7 işyeri hasar görmüş, yıkılmış, çalışanlarını kaybetmiş bir firmanın üzerine bu kadar gitmenin kime ne faydası olacak. Kaldı ki o MADO, tüm acılarına, tüm kayıplarına rağmen su da dağıttı, çay ve çorba ve yemek ikramında da (MADOEVİ) bulundu, imalatı dahi yerle bir olduğu halde hazırdaki tüm ürünlerini depremzedelerle paylaştı.

Diyeceksiniz, ‘bunları niye yazdın, MADO’nun avukatı mısın!’

Değilim. Şunu bilir, bunu söylerim;

MADO demek, Kahramanmaraş demek.

MADO demek, Türkiye demek.

MADO demek, dünya demek.

*

Sayısına inanmadığım ölü sayısı artıyor. Acılar katmerlenirken, yaşam devam ediyor ve şehir de yavaş yavaş normale dönmeye başladı.

Bu şehir ayağa kalkacak, kalkmak zorunda. Yanan, yıkılan işletmeler varken, binlerce canlar, acılar ve hatıralar enkaz altında kalırken, edindiği birkaç bilgi kırıntısını kamuoyu ile paylaşmaktan başka elinden bir şey gelmeyen ama sadece koltuğunu düşünen siyasileri, yerel yönetimleri, tüm imkansızlıklara rağmen özveriyle görevini yerine getirmeye çalışan basın camiasını, bankalar dahil markaları, firmaları ve STK’larını eleştirmek yerine, ‘Deprem öldürmez binalar öldürür’ diyoruz ya, cebi ve banka hesabı ihya olanları, bu binalara ruhsat verenleri, imza atanları, denetleyenleri, imardan sorumlu sorumsuz müdürleri, imara açılacak ve yol geçecek yerleri önceden bilen, bunun rantını yiyen belediye meclis üyelerini, başkanlarını, fay hattı üzerine 10-12 kat için izin verenleri yargılayalım hep birlikte.

*

Vurmakla, kırmakla, dökmekle, öldürmekle bir yere varılmadı, varılmayacak. İtidalli olmak, bu şehre tüm renkleri, tüm unsurları ile sahip çıkmak varken, bir damla su yüzünden fırtınalar koparmanın, dünya markalarını linç etmenin kime, kimlere ne yararı var.

Tedbir tabi ki alınacak, tebdili tabi ki Rab’bime bırakacağız.

Ha, ‘söyleyene değil, söyletene bak!’ diyorsanız, ona bir sözüm yok. Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı olduğunu unutmasın kimse!

MADO’nun da bu meselede verecek bir cevabı mutlaka olacaktır!