Eski tarihlerde bir medresede eğitim gören çok samimi üç arkadaş medreseden mezun olduktan sonra birbirlerinden ayrılmaları çok zor olmuş. Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen bu üç samimi arkadaş;

Nerede, hangi işte ve hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile;

“İrtibatı asla kesmeyeceklerine…

Doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaklarına…

Dine ve vatana hizmet dâvasından hiçbir zaman geri kalmayacaklarına" dair söz vermişler.

*

Aradan yıllar geçmiş birbirleri ile irtibat kuramamışlar. Çünkü o dönemde iletişim araçları sınırlı imiş.

Bunu bilen arkadaşlar zaman hepimizi yıpratır, yaşlanırız, şeklimiz şemailimiz değişir, ileride karşılaştığımızda birbirilerimizi tanımakta zorluk çekebiliriz onun için aramızda bir şifre belirleyelim oradan birbirimizi tanırız diye şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar.

O da: “Ben o’yum!” olmuş.

Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş:

Biri müderris (hoca) diğeri sayılır bir tüccar, bir diğeri de mutasarrıf (vali) olmuş.

Tüccar olan şehir şehir dolaşırken, bir şehirde arkadaşının o şehrin mutasarrıfı (valisi) olduğunu öğrenir.

Hemen kadim dostu ve dâva arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek ister.

Kapıya varır görüşmek ister fakat güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmaz.

Görevlilere kendini tanıtıp, vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını, anlatmışsa da fayda etmez, sırasını beklemek zorunda kalır.

Vakit geçmiş, lâkin kendisine bir türlü sıra gelmemiş…

Nice sonra bizim tüccarın aklına mezuniyet günündeki belirledikleri şifre gelmiş.

Derhal küçük bir kâğıt parçasına: “Ben ‘o’yum!” diye yazmış ve görevliye uzatarak bunu, vali beye iletmesini istirham etmiş.

Onun bu ricasını isteksizce yerine getiren görevli az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış.

Bizimki şaşırmış. Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşamış.

Kağıdın arkasında: “Sen ‘O' olabilirsin amma ben değiştim, artık o sözünü ettiğin ben ‘O' değilim!” yazmaz mı!

*

Bu kıssa, günümüz insanlarını ne kadar da güzel anlatmıyor mu?

Hakikat şu ki, nice arkadaşlar makamla, koltukla, parayla, şöhretle tanışıp her imkâna sahip olunca, âdeta "Tanınmaz" hâle geliyorlar ve: "Ben O değilim" çizgisine savruluyorlar.

Çünkü bu kişiler, ulvi ideallerle yola çıktıkları halde amaca ulaşmak için, yolda bulduklarını, yola çıktıklarına değişen ve amacına ulaşmak için her yolu mübah gören insanlardır.

*

Kıssamıza uygun bu gün: “Ben O’yum!” diyebilen kaç gerçek dost ve arkadaş var?

Nedense, insanoğlu hak etsin etmesin bir koltuk sahibi olunca, mevki makama kurulunca, gerek siyaset, gerek ticarette bir yerlere varınca, yani para ve koltuk yanında, güç zehirlenmesi yaşayınca ne yanına yaklaşılıyor, ne de düne kadar muhabbet ettiği, bir ekmeği paylaştığı, aynı duyguları birlikte düşündükleri arkadaşlarını unutuyor.

Makam, koltuk, para insanı değiştiriyormuş demek.

Öte yandan; “Ben ‘O' değilim!” diyenler, güç zehirlenmesi yaşayanlar, ego şişkinleri, insanların aklı ile dalga geçen, milleti salak, enayi yerine koyanlar, kibirlerinden yanına yaklaşılmayanlar, dünyaya sultan olsa ne yazar?