Beş yıl önceydi…
O dönem, Kahramanmaraş’ta belediyede fikir işçisi olarak çalışıyordum. Hakikaten zor bir vazifem vardı: 1,2 milyon nüfusa sahip bir şehirden iğneyle kuyu kazar gibi haber bulmak, her gün ulusal basında memleketimin adını duyurmak. Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Her gün en az beş haber! Asayişten çevreye, yaşamdan siyasete… Durmak, dinlenmek yok! Eh, haliyle stresliydi de… Yine böyle sinirden renkten renge girdiğim bir gün, kapımdan içeri elinde çayla uzun boylu bir arkadaş girdi. Kahverengi yıpranmış montu, bolarmış yatay çizgili gri tişörtü, yüzündeki hafif tebessümü ile öylece odama dalıverdi. Derken: “-Shüüüp” çayından gürültülü bir yudum çekti. Ardından gözlerini bana dikti. Kimin nesidir bilmiyorum. Ben ona bakıyorum o bana bakıyor. Ben ona baktıkça yüzündeki gülücük biraz daha artıyor, o güldükçe benim de gülesim geliyor. Beş dakika bakıştıktan sonra artık kahkaha attım o sinir harbinin ortasında. Kahkahalarımızın ardından sordu “Bahale, sen kimsin ede?”
***
Ben sonradan tanıdım Mikail Toslak’ı… Meğer fahri özel kalem müdürümüzmüş. Önceleri inanmadım görevine… Bir gün dönemin belediye başkanı ile bir yerin açılışına gittik. Mikail de orada tabii. Ama bu defa bir takım elbiseyle… Takım elbisesinin altında da bütün moda kurallarını alt üst edecek bir spor ayakkabı. Yanımızda eli cebinde yürüyor. Başkan Bey, “Yahu Mikail n’olacak bu işler?” dedi telefonunu gösterip. Telefonda en az 10 cevapsız çağrı. Arayan bir mahalle muhtarı, adam meşguliyet dinlemiyor! Derken bir daha çaldı telefonu. Başkan, “Al bahım şunu sen gonuş” dedi, Mikail büyük bir ciddiyetle aldı telefonu eline, “Ben Mikail Toslak. Başkan’ın özel kalem müdürü. Buyurun baam…”
***
Mikail’in bir ekürisi vardı, kendisi geldiğinde eşantiyon olarak Gökhan da gelirdi. Ben bu kadar iyi anlaşan ama bu kadar didişen başka bir ikili görmedim. Edi ile büdü gibi gibiler. Gökhan: “Dartı darttım, dartı. Dartı darttım. (Mikail’i göstererek) Bu var ya bu, bu var ya bu çok fena adam bu. Gömlek almış bahale, gömlek.” Mikail yeni gömlekten oldukça mahcup şekilde bana izaha kalkar: “Ömer abi, dinime osandım şondan. Gömleği yeni saniyö, 10 yıllık gömleği…” Gökhan lafa atlar: “Ömer abi bu var ya, bunun iki guşu var iki guşu. Guşunun adını ne goyuk biliyö? Mahir, Ünal goyuk muhabbet guşunun adını.” Ardından bütün bir daire gülmekten yerlere yatar…
***
Rahmet olsun, Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şube Başkanı Ahmet Doğan İlbey ağabeyimden duymuştum ilk bu ifadeyi: “Cezbeli güller.” O, memleketin mecnunlarını böyle tarif ederdi. Benim en iyi arkadaşlarım da hep cezbeli güller oldu. Kendime onlardan oluşan bir gülistan kurmuştum. Suluyordum, selamlıyordum, seviyordum. Şimdi gülistanımdan bir gül daha derindi… Mikail’im de gitti bugün…