Seneler önce, çocukken, mahalleler arası taşlı sopalı kavgalar olurdu. Nedensiz, sorgusuz, sualsiz. ‘senin mahallen’ ya da ‘benim mahallem’in güç gösterisi…

Hayatını kaybedenleri duymadım, görmedim ama çok sayıda yaralılar olurdu. Bizden ve onlardan…

Çocukluk, cahillik işte. Başka oyun yoktu, bir köşedeki çamur birikintisinde küsküç oynar, deveme çevirirdik, eski bez parçalarını top şekline çevirir, maç yapar, uzun eşek oynar, at arabasına binerdik.

Tek eğlencemizdi mahalle kavgaları. Sosyal hayat yoktu, bugünkü gibi iletişim araçlarından yoksunduk. Gidecek yerimiz de yoktu, evde kahve içmek bile bizim için lükstü, kahvehaneye gitmek ayıptı, çapkınlık mı, aman sus, bir duyan olacak!

Mahalle kavgası neyimize yetmiyordu.

*

Şimdi kavgaların şekli şemali değişti, anlamı da öyle. İki mahalle arasındaki taşlı sopalı kavgalar, şimdi şehre yayıldı, her kesim kendini kavganın içinde buldu. Bu kez ellerinde taş, sopa, bıçak yok.

Kavga için araç sayısı ve kalitesi de arttı.

Dedikodu var, asılsız ve mesnetsiz iftira var, itibarsızlaşma desen dibine kadar yer buluyor kendine, yalan var, özel hayata saldırı var, belden aşağı vurmalar var, sosyal medya aracılığı ile hedef haline getirme var.

Artık bunlarla hayatlar yıkılıyor, aileler bölünüyor, işyerlerinin kapısına kilit vuruluyor.

Kırık Kalpler filmi her gün ekranlarda, romanı yok satıyor!

*

Seçimlerin de mahalle kavgalarından farkı yok. Mekân, niyet ve araçlar değişti.

Nihayetinde iki veya fazla cephe oluşuyor, aday çıkıyor piyasaya. Aday da aday olsa, ya yerini garantileyecek, ya isim yapacak, yerini koruyup geleceğe ümitle bakacak.

Milletvekili aday adayı ol mesela. Çapına, kareköküne bakmıyor kimse, özgül ağırlığını da sorgulayan yok, partiye para yatır, git sen de aday adayısın işte. Ne kadar çok aday adayı, o kadar çok para demek. Paran yoksa zaten, ne işin var siyasette, kıçını kır otur evinde!

Ama bunun için kavga vermen lazım! Bu işin basın ayağı var, garip gureba ayağı var, vakıflar, dernekler bağışları var. Hele bir te tarikat ayağın varsa, gidip kim olduğu belli olmayan sahte şeyhlerin, göbeğine kadar inen sakalı ile seni dolandırmaktan beter eden, duygularını sömüren sözde tarikat ehillerini görmeden de yapamazsın zaten! Müritsin ya, uçuracaksın hacıyı…

Enayiliğine doyma!

*

Şimdi önümüzde bir Ticaret ve Sanayi Odası seçimi var.

İki adaydan iki cephe oluştu. Ancak ve lakin cepheler her geçen gün büyüyor. Daha 19 Kasım’a bir ay gibi zaman var. Var da, cephedeki asker sayısı, mühimmat da artıyor sürekli. Siperden çıkan vurulacak.

Vurmadan önce kelimeler, cümleler vuruyor adayları. Sosyal medya denen lanet olası şey, her şeye, herkese yetiyor zaten. Feyk hesap denen sahte hesaplarla ne tabancaya, ne mermiye, ne domdom kurşununa ihtiyaç duyduruyor. Topa, tüfeğe, havana, bazukaya, silah taşıyan savaş uçaklarına gerek kalmadı.

İki satır yaz, canevinden vuruyorsun karşı tarafı. Kendini aklayana kadar zaman kazanıyor, belki de seçimi kazanmak için yetiyor birkaç cümle.    

*

Cephe komutanları (adaylar) zaten başını siperden kaldırmıyor. Kaldırsa kurşunu yiyecek, tahtalı köyü boylayacak. Paralı, gönüllü, (onlara lejyoner diyorlar) beyaz ya da gri yakalı askerleri var adayların.

Kavgayı onlar yapıyor, cepheyi en çok onlar koruyor, karşı cepheye onlar hücum ediyor, komutan da siperde, cephede keyif çayı yudumluyor, sigarasını tellendiriyor.

Yeter ki komutan bu kavganın, bu savaşın kahramanı olsun galibi olsun. Ölen varsa kırılan varsa, çok da mühim değil.

*

O hale geldi.

‘Eski dost düşman olmaz!’ derlerdi. Eskidenmiş o. Vallahi de billahi de oluyormuş. Bırakın eski dostları, can ciğer kuzu sarması olanlar, en yakın akrabalık bağı olanlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyenler, bir elmanın iki yarısı kadar yakın gösterilenler, şimdi ‘düşman kardeşleri’ oynuyorlar. Baş aktör kim, figüran kaç kişi, varın gerisini siz getirin.

Evet, düşman kardeşler filmi gösterimde, sinemalarda hiç olmadık zamanda ve seneler sonrasında.

Filmi de vardı, izlediniz mi bilmiyorum.

*

Bakın, 1 Ekim’de Ticaret Borsası sessiz sedasız seçimini yaptı yeni binasında, ‘yoruldum’ diyen ve 10 senedir Borsa’nın başkanlığını yürüten ağır abi Ahmet Duran Balsuyu çekildi, nezaketen geldi, oyunu kullandı, yerine seçilen can dostu Mustafa Narlı’yı kucakladı, ‘hayırlı olsun!’ dedi ve çekti gitti.

Ne kadar medenice, ne kadar dostane… Ve koltuk şimdi emin ellerde.

Bu seçim ne lanet bir şeymiş ki, kardeşi kardeşi, hısımı hısıma, aynı meslekten olanı birbirine düşürdü, düşman etti.

İş dünyası karpuz gibi ikiye bölündü. Kim kemin yanında, kim kimin yanında saf tuttu, belli değil. Belli eden de tüm silahlarını kuşanmış vaziyette.

*

Ticaret Borsası seçimini örnek alın. Daha önünüzde vakit var, medenice, dostane şekilde sürdürün yarışı, ya da feragat edin sanayi ve iş dünyası adına, kenara çekilin!

Çekilmiyorsanız, ‘hayır, sonuna kadar mücadeleye devam!’  diyorsanız, sizin bileceğiniz iş. Şunu da unutmayın, bu seçimi kim kazanırsa kazansın, iş dünyasında huzur, barış olmayacak, kutuplaşma, ayrışma daha da büyüyecek, artacak!

Çünkü bu iş inatlaşmaya kadar gitti, her iki aday da mahalle kavgasını onur meselesi haline getirdi.

Ne deyim, kim kazanırsa hayırlı olsun! Zaten Maraş, zaten sanayi ve iş dünyası çok da umurunuzda değil. ‘Uzayan dal bizden olsun!’ mesele gerisi laf-ı güzaf!

*

NOT: ‘Su fiyatı ve sayaç değiştirme kavgası ve üslup meselesi’ konulu yazımız Pazartesi günü…

Biri seçilmiş, diğeri atanmış iki kişinin sokak ağzı konuşmaları, birbirlerine laf yetiştirmeleri yakışmıyor. Biz yazsak, biz söylesek suç, günah, onlar söylese her şey mübah! Yok öyle!

Biraz kendinize gelin! Dezenformasyon yasası, yani basına sansür yasası aslında en çok da başkanlar ve siyasetçiler için çıkartılmalı.