Türkiye, coğrafi zenginliğiyle dünyada sayılı ülkelerden biri. Dört mevsimi aynı anda yaşayabilen, deniziyle, dağıyla, ovasıyla, su kaynaklarıyla başlı başına bir açık hava müzesi. Bu tablonun içinde bazı şehirler vardır ki, doğa onlara cömert davranmıştır. Kahramanmaraş da bu şehirlerin başında gelir.
Akdeniz Bölgesi’nde yer almasına rağmen klasik Akdeniz iklimine sıkışıp kalmayan bir şehirden söz ediyoruz. Ahir Dağı’nın eteklerinde kurulu Kahramanmaraş; suyu, ormanı, havası ve rakımıyla aynı gün içinde bile farklı iklimleri yaşatabilen nadir şehirlerden biri. Sıcakta var, yağmurda var, karda var, baharda var…
Su bakımından dünya sıralamalarında üst sıralarda, Türkiye’de ise ilk sırada anılan bir şehir. Geniş orman alanları, irili ufaklı yaylaları, yürüyüş parkurları, doğal göletleri ve dağlarıyla doğaseverler için adeta biçilmiş kaftan. Doğa yürüyüşleri açısından 81 il arasında öne çıkması da tesadüf değil.
Ama…
İşte tam da burada büyük bir soru işareti duruyor. Bunca doğal zenginliğe rağmen Kahramanmaraş neden geri planda kalıyor?
Komşu şehrimiz Gaziantep… Kurak bir coğrafya. Orman ve su kaynakları bakımından Kahramanmaraş’ın çok gerisinde. Adana, Türkiye’nin en önemli şehirlerinden biri; ancak coğrafi olarak baktığınızda sıcak, nem oranı yüksek, dört mevsimi aynı anda yaşayamayan, kar yağışı neredeyse sıfır olan dümdüz bir Çukurova. Buna rağmen bu şehirler Kahramanmaraş’tan daha çok biliniyor, daha çok tercih ediliyor, daha çok konuşuluyor.
Peki neden?
Sorun Kahramanmaraş’ın eksik olması mı, yoksa bu şehirlerin bir şeyi bizden daha iyi yapması mı? Cevap aslında çok net: Tanıtım, vizyon ve sahiplenme.
Kahramanmaraş, elindeki cevheri vitrine koyamayan bir şehir. Doğası var ama anlatamıyor. Yaylaları var ama markalaştıramıyor. Suyu var ama turizme dönüştüremiyor.
Peki, tarih mi istiyorsunuz? Evet, tarih de burada. Kahramanmaraş’ın bağrında yatan Germenicia Antik Kenti, Roma dönemine uzanan mozaikleriyle yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın sayılı arkeolojik miraslarından biri. Bugün Şanlıurfa denince akla Göbeklitepe geliyorsa, bu tesadüf değil. Göbeklitepe, doğru tanıtım, güçlü sahiplenme ve sürdürülebilir vizyon sayesinde küresel bir marka haline getirildi. Oysa Germenicia biliniyor ama yeterince anlatılmıyor, keşfedildi ama sahiplenilmiyor, potansiyeli var ama hikayesi yazılmıyor.
Gaziantep mutfağını bir marka haline getirdi. Adana’da festival üzerine festival düzenleniyor. Şanlıurfa toprağın altındaki tarihi dünyaya açtı.
Kahramanmaraş ise hala “bizde her şey var” demekle yetiniyor. Oysa mesele sahip olmak değil, sahip çıktığını gösterebilmek.
Bu şehir dört mevsimi yaşıyor ama bunu dört mevsim anlatamıyor. Bu şehir doğanın kalbinde ama doğa turizminin kenarında kalıyor. Kahramanmaraş’ın eksiği doğa değil. Kahramanmaraş’ın eksiği tanıtım.
Bir şehir, kendini ne kadar önemsiyorsa başkaları da onu o kadar önemser. Kahramanmaraş artık “saklı cennet” olmayı bırakmalı. Çünkü saklı kalan her güzellik, zamanla unutulmaya mahkumdur. Ve bu şehir, unutulmayı hak etmiyor.