Komşu Gaziantep’i ekonomik, siyasal, yerel yönetimler, sosyal, kültürel ve şehir milliyetçiliği gibi hasletler konusunda öne çıkarttığımızda, bizimkilerden hemen sesler yükseliyor, ‘Yeter artık, bizi komşu nezdinde küçük düşürmekten keyif mi alıyorsunuz! Bizim onlardan neyimiz eksik!’ deseniz de, bu gözyaşınız, bu kahrınız, bu siteminiz gerçeği değiştirmiyor.

Başlığı tekrarlıyorum, belki birileri uyanır da farkına varırlar uyuduklarının, sorumlu sorumsuzluklarının; Bu şehir bitmiş, tükenmiş, ölmüş de ağlayanı yok!

‘Sahipsiz Maraş!’ diyoruz, arkadaşlarımız yazıp çiziyorlar, canlı yayınlarında yüksek perdeden konuşuyorlar, ‘Neden sahipsiz olsun, biz neciyiz bu şehirde, bostan korkuluğu muyuz!’ deyip zeytinyağı gibi üste çıkanları şöyle bir gözünüzün önüne getirin!

*

Şehir merkezinde yıkımlar sürüyor. Lakin bir Allah’ın kulu enkazı kaldırmıyor. Yıkan firmalar da inşaat artıkları, malzemeleri, depremzedelerin paraları, altınlarını bulurum ümidi ve demir toplama derdinde. Sulama desen zaten yok. Şehir toz duman içinde.

Sağa bak konteyner, sola bak konteyner, aşağıda, aşağıya bakçadır, yukarıya bak yine çadır, ortada bir iki çarşı, zaten depremde çekirdek ailesi gitmiş, işyeri yıkılmış, birikimleri hayalleri ile birlikte enkaz altında kalmış insanlar umutsuz, çaresiz.

Tabi ki devletimiz güçlü, eli kolu uzun da, Devlet hangi birine yetişsin! Dert, sıkıntı bir tane değil ki.

Bu şehir kaç senede kendini toparlar, ayağa kalkar, yeniden inşa ve ihya olur, her kafadan bir ses, her ağızdan bir rakam çıkıyor, en az 10-15 sene.

Çok mu? Olsun de dostum, cebinden mi çıkıyor, ver gitsin!

*

Su sıkıntısı had safhada. Geçenlerde, Altınova Mahalle sakinleri KASKİ’yi bastılar, susuzluktan kırıldıklarını, yetkililerin çare olmasını istediler.

Sadece Altınova değil, Yeşilyurt, Önsen, Kurtlar, Fatmalı gibi, halk arasında karşı taraf olarak adlandırılan mahalleler de ciddi su sıkıntısı ile karşı karşıya iken, çözüm noktasında elini taşın altına koyanı ara ki bulasın.

Bir Hayrettin Güngör var çırpınan, oradan oraya koşturan, ama yanında kimse yok, ne piarını yapan var, ne destek çıkan, o da ne yapsın tek başına, daha 5 senesi dolmadan saçlarını ağarttı garibim.

Lafa gelince bizim başkan, söze gelince bizim partinin büyükşehir belediye başkanı. Yanında ve arkasında duran var mı, var gibi görünüp, sureti haktan sayılan bir sürü insan… İş görmez, iş bitirmez kalabalık!

Bakın, kaç kez yazdım, söyledim. Hayrettin Başkan dürüst insan. Ama yalnız. Yanındakiler, çalışanları bile baltalamaya, kamuoyu nezdinde küçük düşürmeye çaba harcarken, o da bunun farkında ama yapacak bir şeyi yok. Belki yeniden görev verildiğinde, belki uyanır, bazı temizlik operasyonuna girişir! Girişmez ise, başı beladan kurtulmaz!

*

Kimsenin kimseden haberinin olmadığı bu şehirde kimseyi eleştirmeyeceksin!

Sanki dokunulmazlıkları var arkadaşların, ede’lerin, ağır abi’lerin, bea’ların!

Parası, arsası, fabrikası varsa, çocukları sevinsin! Mirasları bana düşecek değil.

Tamam da, eleştiri hakaret değil ki. Eleştirmezsen, uyarmazsan, gıdıklamazsan, bu kez karşı taraf çemkiriyor, ‘Ne o, hayırdır! Satıldınız mı, ne kadar para aldınız da susuyorsunuz! Hani özgürdünüz, yani objektif idiniz!’ gibi tepkilerle karşılaşıyorsunuz. Devam ederek, ‘Siz Hasan’ı, siz Hüseyin’i, siz Ayşe’yi, siz Fatma’yı eleştirdikçe, bu şehirde zaten insan yetişmiyor, yetişenin de boynunu vurarak çalışma hevesini, şevkini kırıyorsunuz. O bakımdan bu şehir bir adım ileri gidemiyor. Gidemediği gibi de yerinde saymaya mahkum yaşıyor!’ dediğinizde, ben dahil herkes bir tarafı ile gülüyor.

Vay be, demek biz vatan hainiz, demek biz bu şehrin evladı değiliz, demek biz bu ehir için elini taşın altına koymaya korkan korkaklar sürüsüyüz, öyle mi?

*

Geçenlerde, TSO Başkanı Mustafa Buluntu’nun, Şairler Tepesi’ndeki basın ile buluşmasında, gazeteci dostum kalktı, Sanko örneğini koydu ortaya.

Söylediklerinin tümünün altına imzamı attım. Tüm arkadaşlarım da onayladı zaten. Gelin görün ki depremle birlikte hayatı kararan, meslekten nefret eder hale gelen, soğuyan, yazmaya üşenen, ‘değmez, değmiyor!’ diyerek haberden imtina eden arkadaşlarımız, deprem mağduru, depremzedeler.

Kim, kimler ellerinden tuttu? SANKO bu meselede basın camiasına destek verirken, büyük abiler, ağır abiler, beyler, paşalar Ramazan-Kurban ve 15 Temmuz ilanlarında bile adam seçtiler.

Sayın Hayrettin Güngör sağ olsun. BASINEVİ’ni arkadaşlarımızın hizmetine sundu, en azından başlarını sokacak bir yuvaları oldu.

*

Gazeteler kapandı, son olarak da internet yasası ile gazeteci arkadaşlarımızın eli kolu bağlı hale getirildi. Kımıldayacak halleri bırakılmazken, siyasilere gidildi, anlatıldı, ‘Bu yasayı, deprem bölgesinden uzak tutun, en az 2-3 yıl erteleyin, gazeteci arkadaşlarımız kendilerine gelsinler, toparlanasınlar, siz siyasiler elinizi taşın altına koyun, bu arkadaşlarımızın mağduriyetlerini önleyin!’ deseler, yasalara bile, sadece bakan geldiğinde boy gösteren, artistler gibi fotoğraf çektiren siyasilerin çok da umurunda değil bizim camia.

Bakan gelmiş, gazeteci nesine gerek! Zaten bu dayatma yasanın çıkmasına ene çok onlar, belediyeler sevinmedi diyenin alnını karışlarım. İçlerinden, ‘Oh, iyi oldu!’ diyenler bile çıkmıştır.

İstiyorlar ki basın gıkını çıkartmasın, yamasın, eleştirmesin, her deliğe burnunu sokmasın, yok olup gitsinler!

Gitsinler, bitsinler, tükensinler ki kendileri rahatlıkla at oynatsınlar, cirit atsınlar! Meydan kendilerine kalsın açıkçası.

Belki de zil takıp oynarlar, ne bileyim! Memlekette köçek mi yok!

*

Artık yazmaya utanır oldum! Ama mecburum! Birkaç gün önce, bakanımız sayın Vahit Kirişçi açıklama yaptı, Türkoğlu ilçemizde, dedi ki; ‘Sağlık alanında şehrimizin eksiği kalmayacak!’

Ağzın bal yesin de kıymetli vekilim, aziz dostum, o gün telefonda da söyledim size, tatil ve sağlık turizminin merkezi sayılan Ilıca şu anda en kalabalık sezonunu yaşıyor. 1 doktor var, çadırda, konteyner’de. Yetersiz kalıyor. Hangi birine baksın!

Hastane için yer tahsis edildi, bir küçük problem vardı, o da çözüldü. Gelmiş geçmiş siyasiler, il yönetimi dahil, ‘Aha bugün, aha yarın yapacağız, edeceğiz, çatacağız, halledeceğiz!’ diye diye sezonu bitiriyorlar.

*

Tekrar etmekten ben usandım, ben yoruldum, ben utanıyorum, yahu sağlık müdürünü göndereli neredeyse 3 aya yaklaşıyor. Yerine bir adam bulup da atayamadınız, görevlendiremediniz. Yoksa kafanıza göre birini bulamadınız mı?

Atla deve mi, sağlık camiası içinden yetişmiş birçok arkadaşımız var, atayın birini de camia başı boş kalmasın, sorumluluğunu bilsin herkes. Ama yok, herkes kendine kurşun asker arıyor, herkes kendine emireri arıyor, herkes ‘uzayan dal bizden olsun!’ düşüncesiyle kendi adamlarını yaratma adına adam seçiyorlar, belki de gecikmesinin sebebi bundan!

*

Depremde zarar görmeyen ne ev, ne işyeri, ne kurum kaldı. Çarşamba günü, Şazibey Camii yanındaydım. Caminin minaresi yıkıldı. Avlu perişan, tuvaletler kapalı. Kutsal kitaplar dışarıda, rüzgârdan, yağmurdan parçalanırken, imam ve müezzin içeride kalıyorlar. Kıllarını kıpırdatmadan, ellerini değdirmeden.

Maaş vermesen namazı bile kıldırmayacak imam ve müezzin camiası, vatandaşın taleplerine, ihtiyaçlarına cevap vermekten aciz iken, depremi ve mağduriyeti bahane etmesine rağmen, kendileri içeride, kebap yapıyorlar, keyif çatıyorlar. Vatandaşın tuvalet ihtiyacı varmış, namaz kılacakmış, çok da umurunda değiller. Ama maaşlarını tıkır tıkır alıyorlar.

Müftümüzü arayıp çevre esnafının şikâyetlerini, ihtiyaçlarını söyledim. İnşallah cami ibadete, tuvaletleri de ihtiyaç görmeye açılır.

*

Mahallenin delisi benim ya, sanki bu şehrin sahibi, sorumlusu, yetkilisi benim ya, derdi beni gerdi ya, yazıp duruyorum, düşman kazanıyorum.

Ne diyordu şair Abdürrahim Karakoç;

Doktor benim derdim başka dert

Ağrıyan yerimi sorma boşuna

Yazdığın reçete değer mi zahmet

Kağıtta kalemi yorma boşuna!