Bilemediler…

Hepsi de uydurup, niyete ve adaya göre bilinen yorumlar yaptılar, gerçeği bilmedikleri kesindi de, salladılar, bizimle dalga geçtiler, üstelik parasını da aldılar ama net cevap veremediler.

O bakımdan inandırıcılıkları da kalmadı zaten.

Daha önceleri de bilmem kaçıncı kez yazdım, söyledim; faldan anlamam, inanmam da. Ne bakana, ne baktırana… Geleceği ancak Allah bilir, bunu söyler, bunu bilirim. Falcıların kahve, fasülye, el veya bilmem ne ile baktıkları fallara ümit bağlayanlara da şaşıyorum. Ama o kadar çok heveslisi, tutkun olanı var ki, sırf fal için kahve tiryakisi olanlar var.

*

Falcılık meslek haline geldi. Cafe’lerde fala bakan, insanlara umut dağıtan kimseler var. Bunlar genellikle bayanlardan oluşuyor. Kahvesini içtikten sonra fincanı falcıya uzatan umutsuzluktan umut bekleyenler, niyet tüccarlarının ağzının içine bakarlar. Dudaklarından dökülecek cümleye dikkat kesilir, mimiklerinden bin bir anlam çıkartırlar.

‘Ne çıktı, ne çıktı?’ diyerek neredeyse fincanın içine girecekler.

*

Fala inanmam dedim ama iman hala koymuyor. Hele seçim ve adaylar önem arz edince, inanmasam, falcılara güvenmesem de, arkadaş, dost hatırına soruyorum kahve içtikten sonra, ‘Bak hele, falda kim çıkıyor?’

Kahve parası yanında vereceğim bahşiş, yani fala bakma ücreti ayrı bir heyecan kasırgası.

Kimisi bu seçimi Mustafa Buluntu’nun kazanacağını söylüyor, kimisi de Şahin Balcıoğlu ile yola devam edileceğini… Adaya olan mesafem sebebiyle bazen yüzüm buruşuyor, surat asıyorum, bazen de pişmiş kelle gibi sırıtıp, memnuniyetimi dışarıya vuruyorum.

Al diyorum, kaç para fal ücreti, 50 lira. Al sana 100 lira… Ya da 50 lirayı verirken 50 parçaya bölünüyorum. Kahrımdan, üzüntümden, sebebi belirsiz tutarsızlıktan.

İş dünyası gibi gazetecilerin de karpuz gibi ikiye bölündüğü günümüzde, herkes ‘birbirinin adamı’ algısıyla gözlem altında tutuluyor. Bir ara televizyonda yarışma vardı, ‘Biri bizi gözetliyor!’ şimdi de bu meselede klavyenin başından ayrılmayan yazar-çizer takımı, takip altında. ‘kime ne yazdı, kime ne kadar ve nereden vurdu!’ gibi hiç de şık, hoş olmayan algı operasyonu ile bir adım öne geçme hevesi, rekabete ve yarışa da gölge düşürmeye başladı.

İsteniyor ki bir tarafı göklere çıkartalım, bir tarafı yerle yeksan edelim. Öyle bir dünya yok. Sağlıklı, projeleri ile seçim sürecini sürdürmeye çalışan kazansın!

*

Artık bağ evleri, artık işyerleri seçim ofisi, çalışma, adam ayartma ve ikna odası haline getirildi ki, şu da gerçek, herkes adım adım iz sürüyor. Kim kiminle konuştu, kim kiminle kol kola gezdi, kim kiminle bir pastanede oturup çay içti?

Ve en önemlisi de ne konuştular ve kimi destekliyorlar!

Bu mesele gittikçe çirkinleşmeye, kabak tadı vermeye başladı. Zaten dostluk, hısım-akrabalık diye bir şey de kalmadı. ‘Eski dost düşman olmaz’ derlerdi, bakıyorum, dinliyorum, okuyorum, çoktan olmuş da haberimiz yok!

Bir de, ‘akrabanın akrabaya ettiğini akrep akrebe etmez’ derler diye atasözümüz varken, seçim süreci her geçen gün şirazesini kaybediyor.

*

Sanki kullanacak oyumuz varmış gibi, ‘Bu seçimi kim kazanır!’ diye sorarlar. Nabza göre şerbet versen, ortama ve adamına göre isim verip yorum yapsan, ileride vereceğin cevap sana (seçim bittikten sonra) silah olarak geri dönecek, kesin! Ya da, ‘Valla helal olsun, büyük gazeteciymiş, kimin başkan olacağını bildi’ methiyeleri yaşanacak.

Belki salladı, belki içinden geçeni, belki gönlünden geçen adayı söyledi, meçhul.

Evet… Komitelerde söz ve oy sahibi olanlar, zaman zaman ağzımızı ararlar, bizden laf alıp bir yerlere taşırlar veya bizim sözümüzü senet ve kefil olunacak sağlam bilgi olarak yorumlayıp, bizim yorumumuz üzerinden ahkâm kesmeye, tercih yapmaya çalışırlar.

Bizim sizden farkımız yok. Her şeyi bildiğimiz doğru değil. Biz de toplumun nabzını tutma anlamında bilgi kırıntılarını ve kişisel düşüncelerimizi harmanlayıp size servis ediyoruz.

Sizin kadara bilgiye de sahip değiliz. Ha, şu da var, bazen bildiğimiz, özel bir mesele olur, onu da yazamayız, söyleyemeyiz ulu orta yerde. Maraş küçük yer, bakmayın büyükşehir olduğuna,  daha köyden, köylülükten kurtulamadı. Sığ düşünce bataklığa dönüşürken, kimse de kimseye güvenmiyor, itibar etmiyor. Güveniyormuş, itibar ediyormuş gibi görünse de, samimi d eğil.

Aslında bizim en büyük sorunumuz samimiyet.

Başkanları, komite üyelerini ve oy kullanacak kimseleri samimiyete testine tabi tutmak gerekiyor önce. Ya da yalan makinasına bağlamak en iyisi…

Oy sonraki iş!

*

Uzatmayıp kısa kesiyorum, falcılara sordum, ‘Kim kazanır bu seçimi?’ diye. Falcılar bile yazılanları, konuşulanları duyunca, ortaya dökülen fitneleri, iftiraları, asılsız ve mesnetsiz dedikoduları, belden aşağı vurmaları görünce, ‘bilmiyorum ve ben bu işi bırakıyorum!’ deyip uzaklaştı.

Falcıyı da küstürdük aha!

 

 

kgır