Sorsaydınız, sesi gelirdi bir yerlerden. Sormadınız! ‘Şehir yapılanacak, yeniden inşa ve ihya olacak!’ derdiniz, meclis kürsüsünden diye Bağdat Müftüsü gibi fetfa verdiniz. Aslanlar gibi kükrediniz; ‘Kahramanmaraşlı rahat, huzurlu, hiçbir şeye ihtiyacı yok!’ dediniz!
Size dinleyen lideriniz de ‘Hey maşallah!’ çekmiştir eminim. ‘Bakın, kahraman şehrimizin hiçbir şeye ihtiyacı yokmuş. Çadıra bile. Herkes huzurlu, rahatmış, hayatından memnunmuş!’ diye düşünürken, acaba siz vicdanen rahat mıydınız?
*
Gerçekten bunları söylerken samimi miydiniz? Ortak akıl yerine bireysel aklı tercih ettiniz, ‘Bizim kimsenin aklına ihtiyacımız yok, aklımızın zekatını versek bu şehir en kısa zamanda ayağa kalkar!’ düşüncesinde hareket edip, istişare, koordinasyon, mütalaadan uzak durdunuz!
Ne bilsin sayın lider burada olup biteni. Anlatıyorsunuz, söylüyorsunuz, o da inanıyor. Kandırıldığını nereden bilsin! Siz de liderinizi ikna etmenin huzur ve mutluluğu içinde gülümsüyorsunuz!
*
Evinizde buğdayınız v arsa, ödünç un veren çok olurmuş. Herkesin sizden beklentisi var. Tabi ki iftara çağıracaklar, siz de iki ayak ödünç alıp koşa koşa gideceksiniz, gittiniz de. ‘Çek oğlum bir fotoğraf. Ankara görsün bizi!’ dediniz, Ankara anında cevap verdi, mecliste karşılık buldu fotoğraf kareniz; ‘Bakın, milletvekillerimiz, siyasilerim, başkanlarım depremzedelerin yanında, acılarını paylaşıyorlar, ne güzel’ diye düşünürken, siz de ‘Ankara, Ankara, duy sesimizi!’ şarkıları bestelediniz!
*
Depremden etkilenmeyen, acısını yüreğine gömen yok. Her aileden biri, birileri mutlaka enkazla nerelere kaldırıldı. Ne hatıralar, ne hayaller, ne birikimler gitti kamyon kasalarında.
Giden canlar için gözyaşı döküldü, deprem travmasını yaşayan ailelerin psikolojileri allak bullak olurken, birçok aile şehri terk etti, başka yerlere yerleşti, kalanlar da milletvekili aday adayı olabilmek için kuyruğa, Ankara’da mülakata kaldılar.
Şehri tanıyamıyoruz. Evden çıkarken sorarlardı, ‘Nereye?’
‘Çarşı’ olurdu cevabımız. Ama çarşı yoktu, şehir denen yaşam alanı kalmamıştı, hasbelkader gitsek bile hâl hatırını soracağımız, bir soluk dinlenip çay içebileceğimiz, selam verebileceğimiz biri yoktu Trabzon Bulvarında.
Gülümsemeyi unuttuk, eşi dostu arayıp ‘Bir şey var mı, nasılsın?’ denildiğinde, cevaplar otomatiğe bağlanmışçasına, ‘Maraş gibiyim’ oluyordu.
Hepimiz Maraş gibiyiz. Depremle birlikte bir kavramla daha tanıştık, ‘çekirdek aile’ birinci sınıf aile bireyleri, baba, anne, evlat, gelin, damat, torun… Çekirdek aile dediklerimiz…
*
Neyse…
Siyasilere dönüyorum, iftar vakitlerini kaçırmıyorlar. Beleş yemek. Üstüne tatlı da varsa, yeme de yanında yat! Vatandaşla bir iki kelam, birkaç fotoğraf karesi, Ankara’ya selam olsun!
İş dünyası… Paramparça… Birçok iş insanı ile karşılaştık, sohbet ettik, depremden yara almayan yok gibi. Sigortalı mutlaka çoğu da, zaten şu sıralar sigorta şirketleri ile cebelleşiyor çoğu, çalışanları şehri terk etmiş, çalıştıracak işçi bulamıyorlar. Üstüne üstlük istihdam yok, üretim yok. Ağlamamak için kendini zor tutanları gördük.
Peki, siyasiler iş dünyasını ziyaret ettiler mi, fabrikası yanan, hasar gören iş insanlarını arayıp da, ‘Nasılsınız, yapabileceğimiz bir şey var mı, bize düşen!’ şeklinde bir telefon, bir kısa da olsa uğrama…
Yok!
Varsa yoksa seçim, koltuk, listeye girebilme, ballı maaş, ballı emeklilik... Maraş’ın çok da umurunuzda olduğunu düşünmüyor, zannetmiyorum!
*
Bu şehrin yaraları sarılacaksa önce işi dünyasından başlanmalı. Sonra esnaf… memur zaten çalışmasa da maaşını tıkır tıkır alıyor. Olan iş dünyasına, sanayi esnafına, küçük esnafa oldu.
Ve bizlere…
Peki, siyasiler bu yaşananlardan rahatsızlar mı, yoksa mutlular mı? Bunu onlara sormak gerekiyor! Bu sorunun muhatabı onlar, çözüme katkı sağlayacak olanlar da…
Bu şehir zor şehir. Bu şehrin yükü ağır. Ve bu şehir insanı yoruyor. Konuştuğumuz iş insanları ‘Bir daha yatırım yapmam, gerekirse şehri terk eder, gider başka yerde ekmeğimi ararım. Bu şehir bizi yordu, yaramıza merhem olan çıkmadı…’ ve ardı arkası tükenmeyen sitemler, kahırlar, şikayetler zinciri… Bazıları şehri terke bile hazırlık düşüncesinde…
Yeni iş alanı için yeri olanlar bile tövbe ederken, siyasiler tarafından aranmamak, sorulmamak zorlarına gidiyor, onurlarının incindiğini söylüyorlar bize.
Biz de soruyoruz, şehrini lokomotifi olan sanayi ve iş dünyasını ayağa kaldırmak, yaralarını sarmak sadece komşu Gaziantep’e has bir davranış, düşünce mi?
‘Milletvekillerimizi, başkanlarımızı seçme işini Gaziantep’e ihale edelim!’ diyenlere hak verir veya vermezsiniz bilemem de, depremde işyeri hasar gören, çalışanı şehri terk eden, yarası büyük, acısı büyük iş insanlarına; ’Ede notiin ya, nasılsınız! Geçmiş olsun, başınız sağ olsun, yapabileceğimiz bir şey var mı?’ diye sormak bu kadar mı zor.