Ben Tekirliyim.

Elimi toprağa biraz derince daldırsam su çıkar. Öyle mümbit, öyle zengin benim köyüm su açısından. Öyle çağlardı ki dereleri yıllar önce, beni yutar diye irkilirdim, yüzemezdim. İstanbul’da büyümüşüm tabii. Tekir de benim için bayramda gidilecek yer. Şımarık da bir çocuktum doğrusu. Bir gün çıktım Ardıç’ın gözüne. Aldım kocaman bir kayayı, -şlap- fırlatıverdim suyun içine. Su bulandı, halam oranın ahalisinden. Görmüş yaptığım işi, kulağımın köküne bir sille patlatıverdi: “Keyişin tohumu vay! Suyu nediy bulandırin?” Şimdi anlıyorum neden vurduğunu. Ben suyun başını bulandırırsam, aşağıdaki ne içecek?

***

Şimdi o su yok. Daha doğrusu var da yok. “Allah’ın suyu nereye gitti” diyorsunuz değil mi? Hemen açıklayayım: pet şişelerde o su artık. Bir miktar mikroplastikli fakat aynı PH oranına sahip, afiyetle içiniz… Tabii parasıyla! Öyle, “deprem oldu, bedavadan su alayım” işi yok! “Ama efendim kuraklık var, su yok” Yoksa sana yok hemşehrim! Ver parayı bul karayı! Su satılır mı yani? Eh efendim, adamın adamı sattığı bir çağda su da satılır elbet. Hatta bazen kiralanır, bedelsiz bile verilebilir.

***

Asıl konumuza dönelim.

Ne dedim? Ben Tekirliyim… İki türlü Tekirli vardır: Birincisi anası atası oralı olanlar. İkincisi anası civar şehirli olup, kamp yapma ayağına Tekir’e çökenler. Şimdi bu ikinci sınıfın bir garabeti var. Normalde orman köylüsü bir vatandaş, kafasına silah dayasan kendi doğasını kirletmez. O ağaçlar, uçan kuşlar, yerdeki tosbağa onun velinimeti çünkü. Çocukmuş davar gütmüş, az büyümüş ekin ekmiş; meyvesinden yemiş, sularından içmiş, tarlalarını bellemiş… Niye kirletsin? Ama bu şehrin tantanasından sıkılıp ormanla buluşmaya gelen arkadaş ne yapıyor biliyor musunuz? Öyle sadece çerini çöpünü atıyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Daha yaratıcı bu alçak! Gidiyor suyun ortasına Elidor şampuan şişesi atıyor. Zıkkımlanıyor mesela, iyice merceklensin de oradaki ormanı cayır cayır yaksın diye, kasten bira şişesini kırıyor; güneşi en çok alacak noktaya fırlatıyor. Arabasının camı hafif aralanmış, sigara içiyor; iki parmağının arasına sıkıştırıyor izmariti, en uzağı, en kuru otları hedefleyip atıyor. İki cihanda gün yüzü görmeyesiniz e mi!

***

Hava sıcak da yangın ondan çıkıyormuş! Yahu varsayalım ki öyle. Varsayalım ki gerçekten, senin, benim, öbürünün hiç kabahati yok. 20 yıl önce lapa lapa kar yağan memleketimi kim cehenneme çevirdi arkadaş? Güneşin ayarıyla mı oynadılar? Hava kendiliğinden mi ısınıyor sanıyorsunuz? Bastın ilacı toprağa, bastın dumanı gökyüzüne; fabrikana filtre takmadın, suyuna zehir bulaştırdın. Ne olacaktı? Sigarayı yer gibi içen bir bünyeye ne oluyorsa, memleketine de o olacaktı!

***

Artık her şey için geç kaldık.

Geç kaldık, fakat umutsuz değiliz. Aklı başında adımlar atmalıyız. Fidan dikersek, sıcaklık düşecek. Daha fazla toplu taşıma kullanacağız, üretimlerimizi sürdürülebilir hale getireceğiz, yenilenebilir enerjiyi yaygınlaştıracağız. Anız yakmayacak, çöp atmayacak, sularımızı kirletmeyeceğiz. Asıl beka meselesi budur bu!