Bir toplumun ilerlemesi yalnızca teknoloji üretmesi, sanayi kurması ya da dijitalleşme yolunda mesafe almasıyla değil; aynı zamanda anlam arayışına, inanca ve bilgiye verdiği değerle mümkündür. Çünkü gelişmişlik sadece maddi başarılarla değil; manevi derinlik, sorgulama yeteneği ve düşünsel birikimle ölçülür. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “İkra – Oku!” bizlere yalnızca kitap sayfalarını değil; kainatı, hayatı, insanı ve en önemlisi de kendimizi okumamızı öğütler. Zira bilgi, sadece öğrenmek değil; anlamak, farkına varmak ve dönüşmektir.

Bilginin özünü anlamak için önce ne olmadığını fark etmek gerekir. Filozof Sokrates'in, “Bildiğim Bir Şey Var O da Hiçbir Şey Bilmediğimdir,” sözü tam da bu farkındalığın ifadesidir. Gerçek bilgelik; cehaletin farkında olmak, her öğrenilenin ardından bilinmeyen bir ufka yönelmekle başlar. Bu tevazu, bilgiye açılan kapının anahtarıdır.

Aynı anlayış, İslam düşüncesinde de yer bulur. Büyük bir İslam âliminin, “Bilmediklerimi ayaklarımın altına alsaydım, başım göğe değerdi” sözü; bilginin sınırsızlığına ve bizim o bilgi denizindeki yerimize dair çarpıcı bir ifadedir. İlim sahibi olmak, her şeyi bilmek değil; öğrenmeye adanmış bir yolculukta olmaktır.

Ancak bilgi, başlı başına bir yücelik değildir. Ahlaktan, vicdandan ve sorumluluktan yoksun bilgi, insanlık için fayda değil, tehdit üretir. Tarih boyunca zekâsını silaha, bilgisini baskıya dönüştüren nice kişiler, sadece bireysel değil, toplumsal yıkımlara da neden olmuştur. Bu nedenle bilgiyi kıymetli kılan, onun etik bir bakış açısıyla harmanlanmasıdır. Gerçek bilgi; sadece zihni değil, vicdanı da aydınlatandır.

Helvetius’un 18. yüzyılda dile getirdiği şu tespit de oldukça çarpıcıdır: “Geçmişte ne öğrendiyseniz, bugünkü durumunuz odur.” Bu söz, bireylerin ve toplumların bugününü belirleyen şeyin dün neye ne kadar kulak verdiklerini açıkça ortaya koyar. Okuduklarımızı anlamaya, içselleştirmeye ve davranışa dönüştürmeye başladığımızda bilgi bizim için sadece bir araç değil, bir yol olur. Bu yol cehaletin karanlığına karşı yakılan bir ışıktır.

Peki ya bilgiye değer verilmezse ne olur? Cevabı açıktır: Cehalet yüceltilir, sorgulamanın yerini kör inanç alır. Söylentiler hakikatin önüne geçer. İnsanlar kulaktan dolma bilgilerle karar verir, yanlış yönlendirilir. Bu yalnızca bireyin değil, bütün bir toplumun içten içe çöküşüne işarettir.

Unutulmamalıdır ki bilgiye sahip olmak başka, onu değerli kılmak başkadır. Değerli bilgi, bireyi yüceltirken toplumu da dönüştürür.

Bugün karşılaştığımız birçok toplumsal sorun,  bilginin değersizleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa bir toplumun kaderini değiştiren; sadece bilenler değil, bildiğini hak ve iyilik için kullananlardır.

Son söz olarak diyebiliriz ki: Bilgi sadece bilmek değil, onu yaşamaktır. “İkra!” hâlâ yankılanıyor. Oku, anla, yaşa… Çünkü davranışa dönüşmeyen bilgi, yok hükmündedir.

Dursun MÜLAZIMOĞLU