İnsanlık tarihi boyunca, medeniyetlerin yükselişinde ve çöküşünde kilit rol oynayan, kalplerde derin yankı uyandıran evrensel bir değer vardır: Adalet. Adalet, sadece hukuk metinlerinde yer alan soyut bir kavram değil, aynı zamanda her bireyin vicdanında hissedilen, toplumsal barışın ve huzurun temelini oluşturan en kutsal duygulardan biridir. O, hak edene hakkını vermek, güçlünün değil haklının yanında durmak ve her durumda eşitliği gözetmektir. Adalet duygusu, bir toplumun ruhunu besleyen en güçlü kaynaktır; zayıfların korunmasını, mazlumun sesinin duyulmasını ve her canlının onuruna yaraşır bir yaşam sürmesini temin eder.
Gerçek adalet, kişisel duyguların, siyasi çıkarların veya sosyal statünün ötesinde, yalnızca hakikatin ve hukukun rehberliğinde tecelli eder. Bir devletin ve toplumun sağlam temeller üzerine oturabilmesi için adaletin her alanda şeffaf, tarafsız ve erişilebilir olması şarttır. Zira adaletin olmadığı yerde güven sarsılır, kaos başlar ve toplumsal doku çözülmeye yüz tutar.
Adaletin tarihteki en parlak örneklerinden biri, hiç şüphesiz İslam halifesi Hz. Ömer'in hayatında somutlaşmıştır. Onun adaleti, sadece sözde kalmamış, yaşamının her anına, aldığı her karara sirayet etmiştir. Hz. Ömer, halifeliği döneminde, adalet söz konusu olduğunda kendi nefsini dahi hesaba çekmekten çekinmemiştir. Onun için adalet, makamın ve gücün üzerinde bir değerdi.
Hz. Ömer’in adalet anlayışını en iyi yansıtan olaylardan biri, Mısır Valisi Amr bin Âs’ın oğlunun bir Kıpti’yi haksız yere dövmesiyle yaşanmıştır. Haksızlığa uğrayan Kıpti, Medine’ye gelerek doğrudan Halife Hz. Ömer’e başvurur. Şikâyet üzerine Hz. Ömer, valiyi ve oğlunu derhâl Medine’ye çağırır. Hz. Ömer’in huzurunda, Kıpti’ye vurduğu kadar kamçı darbesini bu kez vali oğlu alır. Ardından Hz. Ömer, tarihe geçen şu sözü söyler: “İnsanları annelerinin karnından hür olarak doğurdukları hâlde, ne zamandan beri onları köleleştirdiniz?”
Bu örnek, makam ve mevki ne olursa olsun, adaletin herkes için eşit uygulanması gerektiğinin en çarpıcı göstergesidir.
Bir başka örnekte ise, Hz. Ömer'in kendi gömleğinin uzunluğu tartışma konusu olur. Cuma hutbesinde konuşurken, cemaatten biri "Sana itaat etmeyiz!" der. Gerekçe olarak da, dağıtılan kumaşların herkesin bir gömlek dikmesine yettiği halde, kendi gömleğinizin daha uzun olmasını gösterir. Hz. Ömer'in oğlu Abdullah bin Ömer ayağa kalkar ve babasına kendi payını verdiğini, böylece babasının gömleğinin uzun olabildiğini açıklar. Bu olay, bir liderin dahi en basit konuda halkına hesap verebilir olmasının ve adaletin en küçük detayda bile aranmasının ne denli önemli olduğunu gösterir. Hz. Ömer, bu tür olaylarla adeta bir adalet anıtı inşa etmiştir.
Adalet, sadece ceza infaz kurumlarında, mahkeme salonlarında tecelli eden bir kavram değildir; o, günlük yaşantımızda, iş ilişkilerimizde, komşuluklarımızda, hatta kendi iç dünyamızda dahi aramamız gereken bir pusuladır. Adalet duygusu, bize doğruyu yanlıştan ayırma, empati kurma ve her bireye hak ettiği değeri verme gücünü verir.
Sonuç olarak, adalet, bir toplumun ayakta kalmasını sağlayan temel direk, her bireyin huzur içinde yaşamasını temin eden yegâne güvencedir. Hz. Ömer gibi büyük şahsiyetlerin mirası, bize adaletin sadece bir ilke değil, aynı zamanda yaşanması gereken bir erdem olduğunu hatırlatır. Kalplerimizdeki adalet duygusunu canlı tutarak, her adımımızda hukukun ve hakkaniyetin peşinden giderek, daha yaşanılır, daha adil bir dünya inşa etme sorumluluğu hepimizin omuzlarındadır.
Unutmayalım ki adalet, vicdanda başlar; oradan eve, sokağa, kuruma ve topluma yayılır. Bugün şu soruyu kendimize soralım; “Ben, kendi yaşamımda adaletli olabiliyor muyum?” Çünkü adalet, başkalarından beklediğimiz değil; önce kendimizde inşa etmemiz gereken en yüce değerlerden biridir. Dursun MÜLAZIMOĞLU