Alçakgönüllülük, insanın kendini büyük görmemesi, sahip olduklarıyla övünmeden sade ve doğal kalabilmesidir. Kimi zaman çok bilen, çok kazanan ya da çok başarılı olan biri, buna rağmen başkalarının yanında sessizce oturabiliyorsa; işte orada gerçek bir erdem, gerçek bir insanlık vardır. Alçakgönüllülük, ne eksikliktir ne de zayıflık; bilakis gönül zenginliğidir, edep ve irfan göstergesidir.

Bizim kültürümüzde alçakgönüllü olmak, hem bir meziyet hem de bir asalet işaretidir. Atalarımız “Büyük dağ başını eğdikçe büyür,” derken aslında bu anlayışı yüzyıllardır yaşatmıştır. Dede Korkut’tan Yunus Emre’ye, Mevlânâ’dan Hacı Bektaş-ı Veli’ye kadar birçok gönül büyüğümüz, tevazu ile yaşamanın insanı yücelttiğini dile getirmiştir. Yunus’un “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için” sözleri, alçakgönüllülüğün özlü ifadesidir.

Alçakgönüllü insan, ne fazlasını öne çıkarır ne de başkasının eksiğini arar. Herkesle eşit seviyede, saygı ve sevgi içinde ilişki kurar. Gösterişten uzak durur, başkasına yüksekten bakmaz. Çünkü bilir ki, her can kıymetlidir. İster köylü olsun ister şehirli, ister işçi ister yönetici; herkesin bir yeri, bir değeri vardır. İşte bu anlayış, toplumun bir arada yaşamasını, birbirine saygı duymasını sağlar.

Ne yazık ki günümüzde alçakgönüllülük, hak ettiği değeri görmemekte veya yanlış anlaşılmakta; kimi zaman eksiklik, kimi zaman çekingenlik gibi algılanmaktadır. Oysa gönüllülük gerçek tevazu ve en güçlü yüreklerin taşıdığı bir değerdir. Çünkü alçakgönüllü olmak, sadece kişisel bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur.

Alçakgönüllülük sayesinde insanlar arasında sevgi, güven ve hoşgörü ortamı oluşur. Küçük büyük demeden herkes kendini değerli hisseder.

Bir büyüğün dediği gibi: "İnsanın büyüklüğü, tevazusuyla ölçülür." İnsan başını ne kadar eğerse, kalbi o kadar yüksekte olur. Unutmamalıyız ki; büyüklenmek kolay, alçakgönüllü kalmak zordur. Ama zor olan her zaman daha değerlidir.

Bugün, özellikle çocuklarımıza ve gençlerimize tevazuyu öğretmek, örnek olmak zorundayız. Çünkü gelecekte kibirli değil, gönlü geniş insanlar dünyayı güzelleştirecektir.

Kendini dev aynasında değil, halkın arasında gören; başarılarını sessizce taşıyan, insanlara yukarıdan değil göz hizasından bakan herkes, bu toplumun vicdanında da, tarihinin kalbinde de yücelir.

Sonuç olarak

Alçakgönüllülük, insanın başını eğmesi değil, gönlünü büyütmesidir. Kibir, insanı yüceltmez; aksine içini daraltır, çevresini soğutur. Oysa tevazu sahibi insan, hem kendisiyle barış içinde yaşamasını sağlar hem de toplumla olan bağını kuvvetlendirir. Alçakgönüllü insan, neyi bildiğini de bilmediğini de bilir; bu yüzden gösterişe ihtiyaç duymaz. Neyi başardığını bilir ama bununla övünmez. Çünkü bilir ki asıl büyüklük, tevazuda gizlidir.

Atalarımız boşuna “Boş başak dik durur” dememiştir. Dolu başak eğilir tevazu eder; bilgili, görgülü ve olgun insan mütevazı olur. Kafası boş olan kişi ise kendini beğenir; çevresine yukarıdan bakar, iri iri laflar eder, sözde büyüklüğüyle öne çıkmaya çalışır. Oysa gerçek büyüklük, başkalarını küçük görmemektir.

Bugün bireyler arası ilişkilerde, toplum huzurunda ve insan onurunun korunmasında en çok ihtiyaç duyduğumuz değerlerin başında alçakgönüllülük gelir. Bu değer yaşatıldıkça, insanlar birbirine daha çok yaklaşacak; anlayış, saygı ve sevgi hayatlarımıza yeniden kök salacaktır.

Unutmayalım ki: Gönlü büyük olan insanlar, kimseyi küçümsemeden yürüyenlerdir. Ve onlar nereye giderse gitsinler ardında ışık bırakırlar.

Dursun MÜLAZIMOĞLU