Dereyi görmeden paçayı sıvamaya benziyor. Ehliyet olmadan araç kullanmaya, yol yordam bilmeden yola çıkmaya, yüzme bilmeden yarışmalara katılmaya, parası olmadığı halde siyasete soyunmaya benziyor.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya, ahkâm kesmeye benziyor gibi…

Havuzda su yok, ya bilerek doldurmadılar, ya da bilinçli suyu çektiler. Kim çekti, çekenin niyeti ne, boş havuza atlamakta ısrar edenin niyetini kimse bilemez iken, seyirci de sanki intihara kalkışmak istiyormuş gibi, ‘atla, atla!’ diye tempo tutuyor.

Hadi atladınız diyelim, olur ya…

Tabi ki tepe üstü çakılacaksın! Kaçış yok! Bir selâ, bir fatiha, arkasından ‘Allah rahmet eylesin!’

Ağlayan da üç gün timsah gözyaşı döker, o kadar!

*

Adaylar kapışıyor, adayları destekleyenler; bağ evlerinde, ofislerinde, kurumlarda kulis çalışmalarını, ikna ve kozmik odalarında adam ayartmaları yaparken, bizim taraf olmamız bekleniyor. İsteniyor.

Yani muhalefet görevini bize yıkmaya çalışıyorlar. Burnum aktı, sen sil…

Arada ezilen esnaf, tüccar, ticaret erbabı ve en önemlisi kadim şehir diye göğsümüzü gere gere böbürlendiğimiz Kahramanmaraş! Kusura bakmayın, bizden kadim şehir de olmaz, marka şehir de olmaz! Olsa olsa ‘kadük şehir, güdük şehir!’ olur, sonra da komşu Gaziantep’i örnek gösterince, bizim onlardan neyimiz eksik diye itiraz ve isyan ediyor, çemkiriyorsunuz!

O hale geldik ki, kimse kimseye inanmıyor, güvenmiyor. Bizim asıl sorunumuz bu zaten, güven meselesi. Güven bunalımının olmadığı yerde ne huzur, ne barış, ne istikrar, ne kalkınma olur! Dedikodu, iftira, fitne üretim merkezi yaygın olduğu, müşteri bulduğu sürece, bu şehirden bir halt da olmaz!

*

Bizim görevimiz yazmak, eleştirmek. Ha, bu şehirdeki insanların (ister siyasetçi, ister bürokrat, ister işadamı olsun) eleştiriye tahammülü yok. Parası olan haklı çıkacağına(!) göre bizim esamemiz mi okunacak sanki!

Sanki benim oyum var.

Sanki aday benim.

Sanki herhangi bir komitede ezici üstünlüğe sahibim!

Sanki taraf olsam fabrikalarının bir hissesini bana verecekler.

*

Göreceksiniz, bu seçim de bitecek, söylenenlerin hepsi unutulacak, rafa kalkacak, yarın yine kol kola girecekler, aynı masada yemeğe oturacaklar, aynı cenazede, aynı düğünde boy gösterecekler, senin-benim yazdıklarım kalacak geride ve akıllarında! Sonra da seni-beni hedef tahtasına koyacaklar!

Onlar birbirlerine söylediklerini unutacaklar, benim yazdıklarım, gazeteci arkadaşlarımın yorumları bir köşede saklı kalacak.

Güreşi taraf olduğu iddia edilen gazeteci yapacak, belki canı da yanacak, belki yara da alacak ama parsayı yarışanlar, yanında olanlar toplayacak.

*

Son haftaya girdik. Hani çıkıştan sonraki son düzlük derler ya, inşallah bu düzlük, selametle, huzurla sona erer de, herkes rahat bir nefes alır.

Çünkü adaylar kadar adaylara destek olanlar, üyeleri yakın markaja alanlar, işi gücü bırakıp üye avcılığına çıkanlar daha fazla yoruldular.

Evlerini, baraklarını, işlerini güçlerini ihmal ettiler.

Hepsi, topu topu bir oy için. Kimse kusura bakmasın, oy kullanacakların da kafası karıştı, neye karar vereceklerini, kime ‘evet’ diyeceklerini ve hangi komitede yer alacaklarını bile hâlâ bilemeyen, tartışan üyeler varken, iki arada bir derede kalmanın ızdırabını yaşıyor, sancısını çekiyor insanlar.

Bakın, bu seçim yüzünden ne akrabalık kaldı, ne selam, ne sabah! Nereye gidiyoruz, derdimiz ne, alıp veremediğimiz ne birbirimizle!

Hepsi bir oy içinse, hepsi bir koltuk içinse, hepsi bir etiket içinse, yazıklar olsun o etikete, o koltuğa da.

*

Sonra… Dün ak dediği adaya ertesi günü kara, kara dediği adaya ak diyerek yanında yürümeye çalışanlar, söylediklerini unutanlar, dinleyenlerin, okuyanların da sineye çektiği bir süreçte, samimiyet sizlere ömür!

Ne değişiyor da, neler yaşanıyor da, günler, haftalar, aylar sonra fikirler değişiyor, başka mecralara sürükleniyor insanlar, anladıysam Arap olayım.

Bazen düşünüyorum, bu seçime dış güçlerin müdahalesi oluyor mu? Hani şu bizi kıskanan şer odaklı batı ülkeleri bu seçime müdahil oluyorlar da, bu zikzaklar, bu değişimler, bu atraksiyonlar anında ondan mı kabul görüyor.

*

Seçim öncesi ya da seçim sonrası kim kime hesap kesecek, kim kime fatura gönderecek, kim bu faturaları ödeme güçlüğü çekecek, kim kesilen hesabın altında kalacak, tam bir muamma iken, inancım odur ki geride kırılan kalpler kalacak. Ya da KIRIK KALPLER romanı yeniden dizi haline çekilecek, bilemiyorum.

Nasıl bir seçimse bu, seçim takvimin belirlenmesi bile neredeyse ülke gündemine oturdu.

Nasıl bir seçimse bu, oy pusulaların rengi bile günün olayı haline geldi, gazetelere manşet haber oldu.

Yakında ulusal televizyonların ana haber bültenlerine çıkacaklar diye korkuyorum desem abartı saymayın. Ona doğru gidiyor hadise.

Bu kadar kalp kırmaya, bu kadar gönülden uzak durmaya değer miydi, onu da sizlere bırakıyorum.

*

Bir hırs, bir inat uğruna, hiç yüzünden, sudan sebep yüzünden kavga eden çocuklar gibisiniz! Kendinize gelin biraz! İşin garip tarafı, çocukların kavgasına aile bireyleri de karışınca, iş çığırından çıkıyor.

Size bir şey söyleyeyim mi, seçim biter, adaylardan biri kazanır da beni asıl seçim sonrası korkutuyor.

Anlayın işte!