Ben gazeteciysem, ki öyle diyorlar, tutup da bir tekstil, bir konfeksiyon, bir krom çelik patronu gibi ahkam kesemem. Beni ancak yazılar, haberler keser. Onlardan anlarım az çok!

Hani, herkes bildiği işi yapsın deniliyor ya, ben de aynı düşüncedeyim. Tutup, alakam olmayan, üstelik de hiçbir bilgiye sahip bulunmadığım sektör, siyasi mesele hakkında ahkâm kesmeye, yorum yapmaya kalkarsam zırvalarım, çuvallarım, apışır kalırım!

Mahcup olurum.

Ama es kaza beni bağlamayan, ilgim ve sınırlarım dışında olan meselelere dair fikir yürütürsem, söz ağızdan bir kere çıkar, cin şişeden nasıl çıkıyorsa, macun da tüpten çıktığında geri içeri gönderilemiyorsa, ağızdan çıkan söz de artık senin değil, kamuoyunun ortak malı haline gelmiştir.

Hele bir de dalga dalga yayıldı ise, yandı gülüm keten helva!

*

Fenerbahçe’yi tutmayabilir, gönül vermeyebilirsiniz. O sizin bileceğiniz mesele, o sizin sorununuz. Ama Fenerbahçe’ye  gıcıksınız diye, tutmuyor, sevmiyorsunuz diye, söz gelimi Başkanı sayın Ali Koç’a hakaret edemezsiniz.

Onu sevmemek, tutmamak, size o büyük takımı ve başkana hakaret ve iftira hakkını vermez! Öyle bir dünya yok! Derseniz, ağzınıza acı biber sürerler, bedeline de katlanırsınız!

*

Hele bunları söylerken, laf olsun diye bilgiçlik taslamaya çalışırken, ukalalık ederken açarım ağzımı, yumarım gözümü hesabı destursuz sallarken, bir de hesap kitap içindeysem şayet, ben artık iflah olmaz bir kişiyim halk nezdinde.

Söylediğim her söz, yazdığım her cümle beni bağlasa da, dikkat etmem gerekiyor.

Dedim ya, atıyorum bir yere, bir başkanlık koltuğuna adayım. Söz gelişi canım. Mesela dedik yani.

Dikkat etmem lazım.

Krom çelikten söz ederken, ‘ne alaka!’ cinsinden tutup Fenerbahçe aleyhine atıp tutarsam, itham edersem, belden aşağı vurursam, isbata ve cevap hakkı doğurmaya müsait iddialar ileri sürersem, birileri bunu unutmaz, yazar bir tarafa.

Yazdılar da…

 Çünkü söz uçar, yazı kalır. Arşiv unutmaz zira.

*

Hani öteden beri dengesiz, zırva tevil götürmeyecek şekilde atıp tutanlar için söylenir ya, ‘Ağzı olan konuşuyor…’

Hayır konuşmayacak. Ha, konuşsun da, konuşan Türkiye hepimizin ortak arzusu. Susan dil istemiyoruz zaten. Ama konuşacağım diye bir çuval inciri berbat edersen, haddini aşıp konuştuğunu, inciler saçtığını düşünürsen, bedelini de ödeyeceksin!

Ben yazarsam bu bedeli öderim. Konuşursam ada… Adliye çok uzak yerde değil. Nitekim kaç kez çıktım hakim huzuruna.

Bu da size ders olur!

*

Siz konuştuğunuzu, önemli yerlere mesajlara gönderdiğinizi, inciler saçtığınızı zannedersiniz!

Siz fincancı katırlarını ürküttüğünüzü düşünür, iki çift lafla kıyamet kopardığınızı zannedersiniz!

Siz, birilerinin önünü kesmek adına, siz bir hedefe varma uğruna ayağınıza kurşun sıkar, bindiğiniz dalı keserseniz, yanınıza kâr kalır zannedersiniz!

*

Böyleleri için, ‘Bir lafa bakarım bir de söyleyene….’ deseler de siz gerçekleri, size dair gerecekleri söylediğinizi bilseler bile, bir yerlere olan biatları, bir yerlere olan sadakatleri, bir yerlere olan vefa borçları, bir yerlere olan aidiyet  duyguları sebebiyle sizi ham ederler, haberiniz bile olmaz!  

O anda ipinizi çekerler, hasta iseniz fişinizi de…

Defterden silerler, telefon rehberinden de…

Umutlarınız söner, umduğunuz rüzgâr ters eser, nehirler bile tersine akar, umduğunuz dağlara kar yağar, beklentileriniz suya atılan imzaya dönüşür!

*

İki düşünüp bir söyleyecek, lafın nereye gideceğini hesap edeceksiniz. Eğer bir hesabınız varsa, eğer bir beklenti içindeyseniz, ağzınızdan çıkanı kulağınız duyacak. Yazarken, konuşurken ‘dilim dilim, başıma giydirir kilim!’ felsefesini promter notu gibi gözünüzün önünden eksik etmeyeceksiniz.

Yoksa, bizim yerel lehçeyle, ‘hay dilin depene çekile!’ ya da, ‘hay dilini eşek arısı soksun!’ derler ki, sokulacak başka şey de arasan başka kapıyı gösterirler sana.

Ne diyor ünlü düşünür; “Söz bilirsen konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar!”

Adamsan, insansan tabi…

Unutma; iki kişinin bildiği sır, sır değildir!