‘Biz bize yeteriz deriz!’ çoğu zaman. Vallahi yetiyor da, artıyor bile! Biz varken düşmana, bakasına gerek yok. Birbirimizin ipini çekmede, birbirimizin yoluna mayın döşemede, birbirimizin bindiği dalı kesmede, birbirimize çamur ve iftira atmada üstümüze yok.

Çünkü biz, yani şahsım şehri insanı, aklıyla değil, gözüyle hareket eder! Yapısı öyle, ruhunda, geninde var demek!

Herkisin gözü birbirinin kazancında, aldığında, sattığında. Şehre dair bir hikâye de benden gelsin diyen yok. Herkes birbirini basamak olarak kullanıp, bir yer edinme, köşeyi dönme peşinde.

Suriyelileri eleştiririz, ağzımız dolu konuşuruz, onların yaptıkları iş için, ‘Ede gel, çalış!’ dediğinde, ‘O iş beni bozar!’ diyen, yani iş beğenmeyen, bilmem neresi kızıl insanların yaşadığı şehirdir bu şehir.

*

Maçtan anlamasak bile bizden müthiş spor yorumcusu çıkar.

Siyasetin s’si bilmesek, siyasetten uzaktan yakından ilgilenmesek, en iyi siyaset yorumcusu sensin, benim, öteki…

Bilimden anlamaz, deprem yaşamamıştır, depremin ardından pijama ve yalınayak sokağa fırlamamış, deprem yaşandığında enkaz kaldırmamış, bir yakınını naylon torba içinde Kapıçam’a gömmemiş, klavye kahramanlığı ile kentin gerçekten tanıtım elçilerine laf yetiştirmiş, yağmurlu havada çadırda kalamamışlara bakıyorum, deprem uzmanı kesilmiş başımıza. Kesilse iyi, bir de bu şehre dair başarı hikayeleri yazmış, istihdam ve üretim konusunda şehrin önde gelen markaları@firmaları arasında yer almış, özellikle yaşanan deprem sonrası şehir hayalete önerken, paran var harcayacak, gidecek yer yok, ama olanları da sahibinden ötürü, en çok da bir bardak suda fırtına koparırcasına linçe kalkışıyoruz.

Yok şunu yaptı, yok bunu vermedi, yok şöyle, yok böyle!

Çamur at, izi kalsın misali.

*

Oysa bu saydığım markalar, firmalara kolay doğmadı. Asırlar var ki, bu şehrin yaşam alanları, mekanları. Yerli@yabancı turistler geldiğinde, bu marka ve firmaları geziyor, para harcıyor, şehrimizi tanıtma noktasında A, B, C şeklindeki markalarımız, firmalarımız yurt içinde ve yurt dışında ilgi görür, şehrin reklamı yapılırken, dışarıdan gazel okumak, ahkam kesmek kolay!

Hadi bir iddialı cümle yazayım, bu şehrin yükü ağır olduğu kadar, bu şehir insanı yordu, yoruyor, yormaya devam edecek görünüyor.

‘Gel kardeşim, bu şehrin yükü ağır, tek başıma kaldıramam, bir ucundan da sen tut!’ dediğinde bir bahane uyduruyor aklınca, kaçıyor senden, bu şehirden ve gerçeklerden. Kaç da, git de nereye ve ne zamana kadar!

*

Biz milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bu zaman birbirimize sahip çıkma zamanı. Öküzün altında buzağı arama zamanı değil.

Bu şehir ayağa kalkacaksa, bu şehir yeniden ihya ve inşa olacaksa, el ve güç birliği olacak. Yoksa işi sadece belirli kesimlere, belirli isimlere yıkmak, ne adil bir yorum olur, ne de bir anlam ifade eder, ne de yararlı olur.

Birbirimizi linç etmekle bir şey kazanmadı bu şehir. Bakın, depremden en çok zarar gören biziz, yıkılan, yok olan Hatay ve Adıyaman! En az etkilenen komşu Gaziantep. Lakin en çok konuşulan, en çok devletten yardım ve destek gören de komşu il. Ulusal televizyon kanalları bile, devlet gibi 3 gün sonra geldi şehre, 3 gün sonra bu şehrin adı geçti televizyonlarda.

Sahipsiz diyorsak, bir bildiğimiz var herhalde! Büyükşehir olduk ama zihniyet olarak, beyin olarak aklımız-beynimiz hep küçük ve güdük kaldı.

Bu kafayla gidersek, sılaya neyle gideceğimizi varın siz düşünün!

*

Yazıyı, yoğurtçu hikayesi ile bitirmek istiyorum.

Yağmur ve soğuk bir günde, iyi kalpli, merhamet sahibi birisi pencerenin kenarında dışarıyı seyrederken, yoğurt satan adamın çağrısı ile dikkatini dışarı vermiş, yoğurtçu titrek ve üşüyen sesiyle; ‘Yoğurt satıyorum, yok mu alan!’ deyince, adam karısına seslenmiş, ‘Hanım, hanım, kap getir, yoğurt alalım!’

Karısı, ‘Bey evde yoğurt var, ihtiyacımız yok!’ deyince, iyi kalpli merhamet sahibi adam şu cümleyi kullanmış; ‘Bizim ihtiyacımız yok ama yoğurt satanın var!’

Bizim iyi kalpli, kul hakkını bilen, gözeten, adaletten ve hizmet etmekten şaşmayan, yorulmayan, bu şehre dair başarı hikayesi yazmayı kafasına koymuş, merhamet sahibi, dürüst, hırsız olmayan, sevgi ve saygıyı özümsemiş, insana insan gibi davranmayı, yaklaşmayı yaşama biçimi kabul etmiş   bürokrata, siyasetçiye, iş adamına, marka ve firmalara, esnafa ve gazetecilere ihtiyacımız var.

Şarlatanlara, sahtekarlara, yalancılara değil.   

Ne kadarsa o kadar!