Bazı insanlar vardır, konuşurken kelimeleri kuyumcu titizliğiyle seçer, parlatır, cilalar; anlamdan çok parıltıya önem verir. Kimi zaman öyle süslü, öyle dallı budaklı anlatırlar ki, söylenen şeyle kurulan cümleler arasındaki mesafe giderek açılır. Dinlerken bir noktadan sonra insan ister istemez şunu soruyor: “Bu kadar lafa ve detaya gerçekten gerek var mı?”
Hayatın temellerinin oldukça basit olduğuna inanıyorum. Çoğu gerilim, çoğu gösteriş, çoğu yapaylık insanın bu basitliği kabullenmekte zorlanmasından kaynaklanıyor. Sanki sade olmak yetersiz olmakmış gibi... Sanki anlaşılır olmak değersiz olmakmış gibi... İnsanlar kendilerini, düşüncelerini, hatta duygularını olduğundan daha karmaşık gösterme çabasında. Ne için? Belki dikkat çekmek için, belki kendini önemli hissetmek için, belki de basitliğin bir eksiklik değil, bir netlik olduğunu henüz anlayamadıkları için.
Oysa ben hep şuna inandım: Gerçek söz sade olur. Samimi söz süslü cümlelerin arkasına saklanmaz. Eğer bir düşüncenin özü güçlüyse, onu anlatmak için tantanalı kelimelere ihtiyaç duymazsın. Sadelik, değersizliğin değil, özgüvenin göstergesidir. Ne düşünüyorsan onu söyleyebilmek; ne hissediyorsan onu ifade edebilmek… Fazlası yok, eksiği yok. Duru bir su gibi.
Belki de bu yüzden, birinin benimle abartısız, süssüz, doğrudan konuşması beni her zaman daha çok etkiler. Çünkü orada bir rol yoktur, bir sahne yoktur, bir gösteri yoktur. Yalnızca insan vardır. O hâliyle. Olduğu gibi.