Geçen yılın son canlı yayın konuğumuz Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Hayrettin Güngör idi.

Yaklaşık 2 saate yakın süren canlı yayın sonrası, bir meseleden ötürü Başkan sayın Hayrettin Güngör, soba teorisini anlattı. Aklımda kaldığı kadarı ile özetlemeye çalışayım.

Hikâye bu ya, üç mühendis kırsalda, bir garibanın evine misafir olurlar. Bakarlar ki soba gürül gürül yanıyor. Soba kullananlar bilir, sobanın 3 ayağı vardır. Mühendislerin dikkatinden kaçmayan mesele şu olur, her bir ayağın altında büyük taşlar vardır. Mühendisin biri bilgiçlik taslar, olaya bilimsellik katmayı düşünerek, sobanın çürük olduğunu, taşlarla desteklendiğini ileri sürer.

Diğeri, soba ısısının daha yukarılara yayılması için taşların konulmuş  olabileceği fikrini ortaya koyar.

Son mühendis ise, soba sayesinde taşların da ısınarak oda sıcaklığına katkı verdiğini, sobanın taşlar üzerine konularak sergilerin (halı-kilim) zarar görmemesi için konulmuş olabileceğini söyler.

*

Üç mühendisten üç ayrı fikir çıkar. Hepsi de olaya bilimsel (teknik) yaklaştığını düşünür.

Nihayetinde ev sahibine bu taşların sebebini öğrenmek ve kendi fikirlerinin doğru olup olmadığına dair bir şeyler duymak düşüncesi ile taşların ne işe yaradığını sorarlar.

Gariban ev sahibinin cevabı şu olur, ‘Boru yetmedi’

*

Bizde, hemen herkes her meselede maşallah ahkâm kesmeyi sever. Bakarsın herkes gazeteci, bakarsın herkes spor yorumcusu, bakarsın herkes siyasetçi, bakarsın herkes belediye başkanı vs…

Allah rızası için kendi olamazlar bir türlü.

Kimse kendi yeteneğini, kendi çapını, kendi karekökünü, kendi özgül ağırlığını, kendi kilosunu kantara çekmeyi düşünmüyor. Hep ben bilirim, ben ne dersem doğru mantığı ile hareket edildiğinden, bu şehir bir adım ileri gidemiyor.

Gidene, hedef koyana da çelme takılıyor, yoluna mayın döşeniyor, kendi geçmişindeki cam kırıklıklarını göz önüne getirmeden, hatırlamadan her meselede ders vermeye kalkışıyor.

Okumak, üniversite bitirmek tarih – coğrafya bilgisini artırır, ama cehaleti gizlemez!

*

Herkes yazar, herkes konuşur ve söyler. Öyle ki artık insanlar yüksek sesle düşünmeye başladılar. İlk ağızlarından çıkan, ‘Bu şehrin sahibi yok!’

Stat meselesi gündeme gelir, sahipsizliğimiz konuşulur.

Hızla tren meselesi tartışılır, sahipsizliğimiz yazılır, konuşulur ve tartışma  konusu olur.

Hava kirliliği, Aksu Çayı’nın zehir aktığı, kirlenen doğa ve çevre iki kişi arasında dahi konuşulurken, öteki hemen ‘bu şehrin sahibi yok, sahibi olsa bunları yaşamazdık!’ yorumunu getirir.

Kaç kere yazıldı, kaç kere konuşuldu, havaalanı meselesi bir türlü çözüme kavuşmadı. Hay başımıza ILS cihazı kadar taş düşsün diyeceğim de, diyemiyorum, ama gerçek olan şu ki, ne uçakların inişinde lezzet var, ne günlerinde, ne saatlerinde, ne de kalkışlarında istikrar. Komşu Gaziantep’e gelip gitmekten insanların imanı gevremişken, günaha girerken, ‘Bu şehir sahipsiz demeleri boşuna değil’ diye düşünüyor insan.

Sora bu şehrin beddua aldığı da söylenir. Şehir efsanesi midir bilinmez, bazen insan düşündüğünde hak vermiyor da değil.

*

Devam etmek zorundayım; birkaç ay sonra Ilıca’da sezon açılacak. Artık yolunu yazmaktan, dillendirmekten biz de bıktık, usandık, Ilıca halkı da umudunu kesti, onlar da dinlemekten yoruldu, Ilıca, tatil, sağlık ve turizm mahallesi, ki sezon başladığında nüfusu 30 binleri geçiyor, lakin hastanesi ha açıldı, ha açılacak diye konuşuldu, yazıldı, canlı yayınlarda bile gündeme getirildi, ama bir arpa boyu yol alınamadı. Bir küçük mesele ‘bir damlacık pürüz’ bile sürüncemede kaldı… Ve her şey kaplumbağa hızıyla yürüyor.

Akbel’e ait hamamı yenilenecekti, daha modern konuma getirilecekti, Büyükşehir Belediyesi ihale açtı, ihaleye katılan çıkmadı.

Arıtma bu şehirde ciddi mesele. Aksu Çayını yine yazmak durumundayım. Kimyasal atıklar, özellikle saat 17’den sonra çaya boca edilir, sular ve doğal yaşam zehre dönüşürken, ne yaptığı bilinmeyen, bir türlü görevinden alınamayan Çevre ve Şehircilik İl Müdürü, soğuk havada sıcak koltuğunu bırakmaya niyetli değil anlaşılan ki, çevre katliamına seyirci kalıyor.

Tek suçlu, tek günah keçisi Çevre ve Şehircilik İl Müdürü mü, tabi ki değil. Alın size Kültür ve Turizm İl Müdürü. 20 sene olmuş. Yeraltı zenginliğimiz diye övündüğümüz, tarihsel değere diye yere göğe sığdıramadığımız Germenicia’nın ancak lafını seviyoruz, ama bir arpa boyu yol alınamadı. Gaziantep Zeugma ile, Şanlıurfa daha birkaç senelik Göbeklitepe ile milyonları aşan ziyaretçi sayısı ile tanınır, ünlenir ve ekonomik anlamda canlanırken, biz avuç kadar yere sıkıştık kaldık. Bizde potansiyel var, işleten, devreye koyan yok!

Gelen yerli ve yabancı turistleri de ancak bir külah dondurma ile yedirip içirip uğurlamaktan başka turizme ne kazandırıyoruz anlamış değilim. İyi ki Yedikuyular Kayak Merkezi var da, şehir kış günlerinde biraz canlılık gösteriyor. Nevşehir – Kayseri – Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa turizm koridorunda ancak bir külah dondurma ile sevindirik delisi olduğumuz düşüyor bize. Önemli olan yerli ve yabancı turisti şehirde tutabilmek. Ama ne adam gibi konaklama yerlerimiz var, ne o konaklama alanlarında o insanları mutlu edecek, yaşamlarına katkı sağlayacak imkanlar…

Lafa geldi miydi ‘Sevdamız Maraş!’ demekten, ‘Kazanan Maraş olsun!’ gevşekliğinden kurtulamadıkça, bu şehir bir adım ileri gitmez.

Ve… Bu şehirden sorumlu olduğunu söyleyenler, etkili ve yetkili kimseler (Siyasiler, bürokratlar, sivil toplum kuruluş kanaat önderleri, isimlerinin başında ‘başkan’ yazan bilumum yöneticiler vs..) sıfır toleransla temelsiz teorilerle uğraşacağınıza, bu şehrin ağır yükünü kaldırmaya bakın!

Yük olmaya gelmediyseniz şayet!