Türkiye’nin birkaç yıl önce terör örgütleri ile mücadelede doktrin değişikliğine giderek savunma pozisyonundan “Ara-Bul-Yok Et” stratejisine geçişi mevcut resmi sınırlarımız ötesindeki terör kamplarını sürekli hedef haline getirdi. Milli İHA/SİHA sistemleriyle entegre çok sayıda akıllı ve milli teknolojinin geliştirilmesi PKK’nın eylem alanını iyice daralttı.

                Bu yeni anlayış içinde sınırlarımızın ötesinde Kuzey Irak bölgesindeki dağlık alanlarda stratejik noktalarda yüksek güvenlikli askeri üsler inşa edilmeye başlandı. Adım adım yerleşerek ilerleme anlayışındaki bu yeni üsler inşası sınırlarımızın içini güvenli hale getirirken, terörü sınırlarımızın ilerisinde karşılama imkânı sağladı.

                Kuzey Irak’ın aşırı dağlık yapısının terör örgütü ve eylemleri için doğal bir sığınak vazifesi görüyor oluşu, kalekol denilen üs bölgelerinin oluşturulmasının da ana sebebini teşkil etti. Ancak kış mevsiminde yoğun tipi ve sis gibi hava olaylarının olduğu dönemler terör örgütüne eylem imkânı veriyor. Aralık ayının sonlarında ve geçtiğimiz günlerde yapılan saldırılarda toplam 21 askerimizin şehid düşmesi bu hava şartlarının sonucudur.

İHA/SİHA’ların bu tip hava olaylarında görüntü sağlama kapasitesinin düşmesi ABD ve müttefiklerince eğitilip, donatılan terör örgütüne eylem imkânı veriyor. Başka türlü inlerinde bile güvende değiller. Bu gelişmeler İHA/SİHA teknolojilerimize her türlü hava şartlarında görüş imkânı kabiliyetlerinin kazandırılmasını zorunlu kılıyor. 

                İsrail’in Gazze katliamlarına karşı devlet bazında en yüksek perdeden karşı duruşu sergileyen ve bu konuda uluslararası arenada en yoğun diplomatik girişimlerde bulunan Türkiye’ye yönelik terör saldırılarının artması bir tesadüf değildir. Uluslararası bir Haçlı gücü olan PKK’nın eylemlerinin zamanlaması sadece kış şartlarının verdiği imkânlar olarak görülmeyip, Türkiye’yi terör örgütleriyle yıpratma ve oyalama stratejisi kapsamında değerlendirilmelidir.

                Bu meselenin kesin olarak çözümü sadece terör örgütünün bitirilmesiyle alakalı değildir. Çünkü bizi bu coğrafyadan uzaklaştırmak isteyen emperyalist güçler bölgede sürekli Türkiye karşıtı merkezler inşa etmeye devam edecektir. Nihai çözüm Türkiye’nin güç dengelerinde belirleyici bir pozisyona gelerek Lozan’da dayatılan güney sınırlarımızın revize edilmesinde yatmaktadır.

                1923’te Lozan’da o günün şartları ve imkânları dâhilinde ancak bugünkü sınırlarımızı (Hatay ve Boğazlar hariç) ve uluslararası bağımsızlığımızın tanınmasını elde edebildik. Bu minval üzere Lozan ne zaferdi, ne hezimet. Gücümüz ancak o kadarına yetmişti. Ne devlet, ne de millet “Misâk-ı Milli”den vaz geçmemişti! Bunun en bariz örneği Gazi Mustafa Kemal’in şartlar olgunlaştığında Boğazlar ve Hatay’ın anavatana katılma sürecinde ortaya koyduğu atak politikanın neticesinin alınmasıdır.

                Lozan’da Irak sınırının çizilememesi Cumhuriyetin ilk yıllarının en mühim sorunlarından biri oldu. İngiltere’nin Kuzey Irak’ı bize bırakmak istememesi büyük sıkıntılara sebep oldu. Hatta o dönem Türkiye’yi Kuzey Irak’tan vazgeçirtmek isteyen İngiltere, Hakkari’yi uçaklarla bombaladı. Hem bu olay hem Şeyh Said İsyanı Türkiye’nin Misâk-ı Milli içinde yer alan Kuzey Irak’ı anavatana katmasını engelleyen gelişmeler oldu. Bununla birlikte 1930’lu yıllara kadar bölgede Binbaşı Özdemir Beyin faaliyetleri devam etti. Neticede dağlık alan sınır olarak kalarak hem terör faaliyetleri hem de kaçakçılık geçişleri için mükemmel bir kontrolsüz alana dönüştü.

                Aradan geçen 1 asır Türkiye’nin yaralarını sararak güçlenmesini sağlarken, bölgesel gelişme ve dengelerde içine kapanık etkisiz bir ülkeden, bölgenin en etkili ve belirleyici devleti hâline getirdi.  Dünün İngiltere’si olan bugünün ABD’si besleyip kontrol ettiği PKK üzerinden 40 yıldır Türkiye ile savaşıyor. 1974’te Kıbrıs’ta durduramadığı Türkiye’yi bugün terör örgütleri ile durdurmaya çalışıyor.

                Lozan’ın imzalandığı dönemin bizim açımızdan olumsuz olan şartları değişmiştir. Dayatılan Suriye-Irak sınırı problemin ana kaynağıdır. Eğer sınırlarda sürekli bir güvenlik problemi varsa o sınırların ileriye taşınması askeri ve siyasi bir zorunluluk olup, meşru müdafaa hakkının bir gereğidir.

                36.parelelin kuzeyine denk gelen ve tamamen dağlık olan Kuzey Irak, terör örgütünün doğal sığınağıdır. Kurulan üs bölgelerinin adım adım güneye doğru ilerletiliyor oluşu bu dağlık bölgenin terör örgütüne yuva olamayacak hâle getirilip tamamen kontrol altına alınması hedefine yöneliktir. Bu sürecin tamamlanması ile PKK Kuzey Irak’tan silinecektir. Bunun farkında olan ABD, PKK’yı bir nevi intihar saldırıları olan üs bölgelerine saldırtarak mukadder akıbeti önlemeye çalışmaktadır.

                Hiçbir anlaşma ve hiçbir statüko ebedi değildir. 1. Ve 2. Dünya Savaşları sonucu oluşturulan dünya düzeni fiilen çökmüştür. Dünya büyük bir hızla yeniden çok kutuplu bir sürece evrilmektedir. Dünya genelinde nihai bir kapışma kaçınılmaz hâle gelmiştir. Türkiye’nin değişen şartlar içerisinde ve yeniden oluşacak bir düzende güney sınırlarının güvenliğinin sağlanması bu sınırların problem oluşturmayacak şekilde daha güneye kaymasından geçmektedir...