Şimdi bu yazının ardından birçok kesim üzerime gelecek; ‘Vay, sen depremde millete bir bardak su bile dağıtmayan, bir kase çorbayı esirgeyen MADO‘yu nasıl savunursun, avukatı mısın, ortağı mı?’ diyeceğinizi bilsem de, şunu bilirim, şehirler markaları ile büyür.

Şehirleri ayakta tutan, üreten, istihdam sağlayan, insanlara yaşam alanı sunan markalar kolay doğmuyor, yetişmiyor, büyümüyor. Bedel ödeyerek bu günlere geldiler, gelirken de şehrin büyümesine, kalkınmasına, sosyal yaşamın kalite kazanmasına ve ekonomiye katkı sundular. Vergi rekortmeni oldular, şehrimizi ve ülkemizi dışarıda başarı ile temsil ettiler.

Amiyane tabirle şehrin tanıtım elçisi oldular.

*

Depremde herkes ne yaptığını, ne dediğini, ne düşüneceğini, nereye gideceğini bilemedi. Bir travma yaşadı insanlar. Şaşkın ördek gibiydik hepimiz. Şehir yerle yeksan olurken, enkaz atında kalan canlarımızı kurtarma derdine düşerken, hayallerimiz ve hatıralarımız canlarımızla birlikte yok olurken, birileri kalktı, ‘Bundan sonra MADO’nun suyunu içmem!’ dedi.

Eyvallah, içmeyebilirsiniz.

Bazıları kalktı, ‘Bir daha MADO’nun önünden geçmem, yemeğini de yemem!’ şeklinde yargısız infaza kalkışırken, bunu söyleyenler acıları ile yüzleşmeden bu şehrin yaşamına değer katan markaları, firmaları infaza kalkıştılar.

*

Biliyorum, farkındayım, yazıma çok sayıda yorum gelecek, belki de beni linçe kalkışacaksınız! Hiç önemli değil. Ben sadece MADO’nun değil, sadece KERVAN’ın değil, sadece AKDO’nun değil, bu şehirdeki tüm markaların, tüm firmaların, marka değeri olan iş insanlarının, gazetecilerin, sivil toplum kuruluş kanaat önderlerinin avukatıyım. Halkımın sesiyim.

Hem de gönüllü. Ne derseniz deyin, ne yazarsanız yazın, sineye çekerim, eyvallah derim!

Sonra hızını alamayıp kervan@bistro önünde, üstelik de firma yönetim kurulu başkanının ismini yanlış söyleyerek (belki de bilerek) verdin veriştirdin. Demediğini bırakmadın, ağzına geleni söyledin! Zaten olay yargıya taşınmıştı. Yargı ne ederse o… Adalete inanıyoruz, güveniyoruz. Vereceği karara da saygı duyarken, siz en iyi savunma hücumdur ilkesinden hareketle KERVAN’ı da alaşağı ettin!

Firmayı, çalışanlarını yaraladınız Nagihan hanım! Bir ‘Eyyttt!’ de onlara çektiniz. Parmak göstererek, parmak sallayarak! Oysa onların da acıları vardı, onların da işyerleri çökmüş, çalışanları enkaz altında kalmış, maddi manevi zarar yaşamışlardı. Bunları bile bile yargısız infaz yolunu seçtiniz!

(Firma halen 1.700 kişiye dava açtı. Firma temsilcileri de yakında bir basın açıklaması yapacak ve iddiaları cevaplandıracak) 

Sizle alakası yok da, AKDO’ya gelince, sosyal medya kalemşörlerince bayat simidi, poğaçayı parası ile sattı denildi. Kimse kimsenin malının ortağı değil. İster bedava verir, ister parayla. Niye parayla sattın deme hakkımız yok! Açıkta, soğukta kalan, bir kuru ekmeğe, bir bayat simide muhtaçlara bedava verse olmaz mıydı, tabi ki olurdu. Aşağıda da yazdım, markalar, firmalar hayır kurumu değil, ticari birer kuruluşular. 

*

Ama eleştirirken, infaza yeltenirken, lütfen elinizi vicdanınıza koyun, insanlara, kurumlara, marka ve firmalara at gözlüğü ile bakmayın!

Markalar ve firmalar peygamber ocağı değil. Onların da eksiği, hatası olur, olabilir. Varsa suçları, varsa günahları, yargı var, adalet var, devlet var!

Her şeyden önce insanın kendi vicdanı var! Kanasa da zaman zaman, herkesin vicdanı kendine!

Kimse masum değil yeryüzünde. Tamam, herkesin eksiği gediği olabilir. MADO sahipleri de insan, onlar da vicdan taşıyor, onlar da bu depremde kayıp, ardından duygu seliyle boğuşurken, Tekir’deki su şişeleme tesislerinde oluşan hasar sebebiyle (stokları dahil), hayatını kaybeden çalışanlarına mı yansın, merkezdeki 6-7 işletmeleri enkaz altında kalmış, milli servet yerle bir olmuş, herkes gibi onlar da depremzede olmuşken, eline kamerayı alan, (kim bilir kimin tetikçisiydi, kimin paralı uşağı idi) cep telefonuna sarılıp klavye kahramanlığı yapanlar, acımasızca vur Allah vurdular.

Şehre, Türkiye’ye ve Dünya’ya mal olmuş bir MADO kendi canı ile uğraşırken, enkaz altından yakınlarını, çalışanlarını kurtarma derdine düşmüşken, HaberTürk yazarı Nagihan Alçı geliyor, çılgın gibi bağırıyor cadde ortasında, ‘Eyy Mado neredesin!’

*

Bakın Nahigan Hanım, sizin yaşınız, belki de daha üzeri kadar benim gazetecilik hayatım var. 53 yıl. Şehrime sahip çıkarım. Çalışanına, patronuna, markasına, firmasına, gazetecisine ve halkına. Milli ve manevi değerlerine.

Bunlar senin için ne ifade eder bilmiyorum da, at gözlüğü ile baktığın şehirde ne gördün, ne görmedin. Bizi, şehri tanımadan, MADO’yu kantara çekmeden cadde ortasındaki haykırışın sende vicdan kirletmesi yaratmadı mı?

İnsanların acıları, mağduriyetleri üzerinden yapılan eleştiriler yerini bulmaz! Karşılığı da olmaz!

*

Geldiğinizi duyan MADO yönetim kurulu üyesi sevgili Erdal Kanbur (Ki çok duygusal bir insan. Dokunsanız çocuklar gibi gözyaşlarını tutamaz) 6 Şubat’ın kör saatinde, yüzyılın depreminde herkes gibi şok üstüne şok yaşarken, siz kalkmış MADO üzerinden felaket tellallığına soyundunuz.

Bizlere toplu mezarlar inşa eden müteahhitlere tek kelime etmediniz, imar barışı ile gecekondulaşmaya davetiye çıkartanlar için içinizden geçen gerçekleri gizlediniz, kaçak kat ve ruhsatsızlığa meyleden siyasi iradeye değinmediniz, yapı denetim firmaları, belediye meclis üyeleri, imar müdürleri ve ruhsat müdürleri kadar istifa etmesi gereken belediye başkanlarını istifaya davet etmediniz, (Çünkü onlar istifayı değil, istifadeyi seçtiler) depremde her şeyini ve çalışanlarını kaybeden MADO’ya vurmak kolay ve ucuz geldi herhalde ki, ‘katli vacip!’ diyerek vur Allah vurdunuz.

‘Ey MADO neredesin!’ dedin.

*

Bak, sen gittin MADO yerinde duruyor. Yaralarını sarmaya çalışıyor herkes gibi. Keşke geldiğinde yanan, yıkılan fabrikaları, işyerlerini de görseydin, yetkilileri istifaya davet etseydin!

Halkı kışkırtmak, insanların kafasını bulandırmak bu kadar ucuz olmamalı Nagihan hanım!

Sevgili Erdal kanbur yanınıza gidip, size bir ‘Şehrimize hoş geldiniz!’ demeye hazırlanırken, siz fatura kestiniz, hesap sordunuz!

Yiğit düştüğü yerden kalkar Nagihan hanım. Bu şehir ayağa kalkacak, bu şehir yeniden ihya ve inşa olacak. Güçlü devletimiz sayesinde. Markalarımız ve firmalarımız sayesinde. Sanayicilerimiz, işyerlerimiz ve basın sayesinde.

Ve yerel yönetimler sayesinde.

Bir bardak suda fırtına koparan sizin ettiğiniz birkaç linç cümlesi ile değil. Bu şehre, bu markaya, bir özür borcunuz var, lütfen bu borcu ödeyin!

*

Sadece HaberTürk tartışma programlarında izlediğim sayın Nagihan Alçı, belki de bilmiyorsunuz, belki de duydunuz bilemem, depremden sonra binlerce insan şehri terk etti. Bazı yatırımcılar, işadamları yatırımlarını, fabrikalarını komşu Gaziantep’e, Malatya’ya ve Mısır’a taşıdılar. Onlarca insan aşsız-işsiz kalırken, Kahramanmaraş’a gelirken uçağınız Gaziantep’e indi muhtemelen. Bunu haberleştirmediniz, bu uçaklar neden Kahramanmaraş havaalanına inmiyor, neden insanlar mağdur ediliyor, her defasında bu insanlar komşu şehrin havaalanına mecbur ve mahkûm bırakılıyor diye sormadınız, sorgulamadınız!

Tek gözle, tek pencereden baktınız, gerçeklerin, eleştirilerin ve vicdanın, merhametin bir yanını eksik bıraktınız!

Her gün 2 köşe yazısı yazan bendeniz size gazetecilik dersi verecek değilim. Haddim de değil. Lakin dedim ya, biraz elinizi vicdanınıza koyarak, vicdanınızın sesini dinleyin! Bu şehrin insanlarını, marka ve firmalarını üzdünüz, kırdınız.

Herkes gitti, siz de gittiniz bir gün durup, ama MADO, sahipleri Mehmet, Atilla ve Erdal Kanbur yerinde, bu şehre hizmet veriyor, üretiyor, istihdam sağlıyor. Lütfen özür borcunuzu faizi üzerine binmeden ödeyin!

Gecikmeden, uzatmalara bırakmadan! Saygıyla kalın!

*

Yazı uzadı, farkındayım. Bir veciz söz ile bitirmek istersem şayet, şu; ‘Kimse kendi kitabına bakmadan, başkasının özetini çıkartmaya kalkışmasın!’

Nokta!