Yaşam Hakkı (1)
İslâm, sadece bireysel ibadetlerden ibaret bir inanç sistemi değil, aynı zamanda yeryüzündeki insan onurunu, huzurunu ve güvenliğini teminat altına alan köklü bir hayat nizamıdır. Yüce dinimiz İslam’ın ana gayesi, yeryüzünün en şerefli varlığı (Tîn 95/4) ve halifesi (Bakara2/30) olarak yaratılan insanı (din, akıl, can, mal ve nesil) korumaktır. İslâm, bu beş temel değeri dokunulmaz kabul ederek, hangi sebeple olursa olsun bu değerlerin zarar görmesine asla rıza göstermez. Serimizin bu ilk yazısında, bu beş aslî esastan ilki ve en önemlisi olan, yaşama hakkı ile can güvenliğini inceleyeceğiz.
Hayatın Kutsallığı ve Şiddetle Mücadele
İslâm, hayatın korunmasını mutlak bir ilke edinmiş ve bunu güvence altına almak için geniş kapsamlı ahlâkî ve hukukî hükümler getirmiştir. Henüz ana rahminde iken dokunulmazlık kazanan insanoğluna karşı işlenebilecek en büyük suç, onun hayatına kasten son vermektir.
Kasten bir cana kıymak, Kur'an-ı Kerim'de bütün insanlığı öldürmekle eş tutulmuş; bu fiilin vahim boyutu şu ayet-i kerimeyle ortaya konmuştur:
"Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: 'Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır…'” (Maide, 5/32)
Bu ayet, cana kastetmenin evrensel boyutunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyarken, bir hayatı kurtarmanın da tüm insanlığı yaşatmak kadar değerli olduğunu vurgulayarak hayatın kutsallığını en üst seviyeye taşır. Zira Peygamber Efendimiz (sav) de, "Bir Müslümanın (haksız yere) kanını dökmek, Kâbe'yi yıkmaktan daha büyük bir günahtır." buyurarak, bu ilkenin önemini perçinlemiştir. Canın korunması, sadece fiziki saldırıdan korunmak değil; aynı zamanda sağlığın muhafazasını ve tüm canlılara merhameti de içerir.
Emanet Bilinci ve Umutsuzluğun Yasaklanması
İslâm, hayatı bahşedenin ve alacak olanın yalnızca Allah olduğunu açıkça ifade eder: “Kuşkusuz hayat veren de öldüren de biziz; her şeyin son sahibi de biz oluruz.” (Hicr, 15/23)
Bu inançtan hareketle, kişinin kendi hayatına son verme yetkisi ve hakkı da bulunmamaktadır. İntihar; psikolojik zorluklar, şiddet veya sosyal baskı gibi pek çok unsurla tetiklenebilir. Ancak inanan insan, bu dünyada imtihan için bulunduğunun farkında olmalı, sıkıntılar karşısında sabrederek ve mücadele ederek sorunlarıyla yüzleşmelidir. İntihar, mücadeleden kaçış ve Allah'ın verdiği en değerli emanete ihanettir.
İslâm’ın intiharı kesin olarak yasaklaması, hayatın değerinin yanında, kullarına asla umutsuzluğa düşmeme emrini de içerir. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle seslenir: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 39/53) Bu ilke, bizi zorluklar karşısında güçlü durmaya ve çaresizlik anlarında dahi psikolojik destek arayışını ve toplumsal yardım mekanizmalarını harekete geçirmeye yönlendirir.
Toplumsal Huzurun Temeli: Adalet ve Şiddetsizlik
Şiddet, yaşama hakkına kasti bir saldırı olarak değerlendirilmekte ve bütün zamanlarda insanlık için en büyük endişe kaynağı olmuştur. Şiddet içeren davranışlar ani bir patlama değil, genellikle göz ardı edilen toplumsal ve bireysel yaraların yavaşça zehirlediği uzun bir sürecin acı sonucudur. Örneğin, şiddet kültürü içinde yetişen bir çocuğun bir gün kendisinin de bu batağa düşme riski yüksektir.
Bu karmaşık olguyla etkin mücadele etmek için, arka plandaki etmenleri doğru anlamalı ve insanlık sorunlarını görmezlikten gelmemeliyiz. Canın korunması ilkesi, sadece bireyi korumakla kalmaz, aynı zamanda zalimin zulmünün engellendiği ve adaletin tesis edildiği huzurlu bir toplumun da temelini oluşturur. Gerçekleri saklamak, kötülüklerle mücadeleyi engeller ve yeni hayatların heba olmasının önünü açar; buna hiçbirimizin hakkı yoktur.
İslâm'ın beş temel değerinin ilki olan "Canın Korunması", sadece bireyin fiziksel varlığını güvence altına almakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal huzurun ve adaletin de temelini oluşturur. Yaşama hakkı, en temel ve devredilemez evrensel bir haktır.
Bu değere sahip çıkmak; bireyin kendisinden başlayarak, intiharı önleyici sosyal destek sistemlerini güçlendirmeye, adaleti sağlamaya ve her türlü şiddeti reddetmeye kadar uzanan geniş bir sorumluluk alanını içerir. İnsanoğlu için en büyük hedef, bu emanet bilinciyle hareket etmek ve Allah'ın rızasına uygun bir hayat sürmektir: “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmran, 3/102)
Haftaya, bu beş temel unsurun ikincisi olan "Malın Korunması" ilkesi ve İslâm'ın ekonomik hayatı nasıl güvence altına aldığı konularını inceleyeceğiz. Selam ve dua ile...